Bazı konulara değinmek üzere ayetin üzerinde biraz
duruyoruz.
1- Peygamberimiz (Allah'ın selâmı üzerine olsun)
-bu emir her müslümanı da kapsamaktadır- dinlerini
oyun ve eğlence konusu yapanları bir kenara
bırakmakla emr olunmuştu. Dini oyun ve eğlenceye
almak sözle olabildiği gibi, davranışla da mümkündür
Dini inanç ve ibadet, ahlâk ve davranış, şeriat
ve kanun olarak hayatı için bir temel edinmek suretiyle
gereken saygı ve özeni göstermeyen... Tıpkı,
inancın temellerinden biri olan `gayb' gerçeğinden söz
ederken onu alaya alanlar gibi, bu dinin ilkelerinden ve
şeriatından söz ederken alaycı ve hafife
alıcı bir üslûp kullananlar... Dinin temel kurallarından
biri olan `zekât'ı küçümseyenler... Yine bu dinin
ilkelerinden olan utanma duygusunu, ahlâk ve namus anlayışını,
tarım toplumlarının ya da feodalizmin veyahut
burjuvazinin kokuşmuş gelenekleri diye nitelendirenler...
İslâm'ın belirlediği şekliyle evlilik
hayatını inkâr edip kötüleyenler... Yüce Allah'ın
kadınların iffetlerini korumaları için öngördüğü
güvenceleri, `kölelik' olarak nitelendirenler... En başta
ve sonda, insanların pratik hayatlarında, siyasal,
sosyal, ekonomik ve yasal olarak Allah'ın mutlak hakimiyetini
inkâr edenler ve Allah'ın şeriatına
bağlanmaksızın insanların bu özellikleri
kullanabileceklerinden söz edenler... Evet bütün bunlar, ayetin
kastettiği dinlerini oyun ve eğlenceye alan ve
hatırlatma dışında müslümanların
kesinlikle ayrılmaları ve ilişkilerini
koparmaları emredilen kişilerdir. Bunlar zalim (yani müşrik)
kimselerdir. İşledikleri kötülüklerden dolayı
kendilerini tehlikeye atan kafirlerdir. Kâfir olmalarından
ötürü kaynar su ve acıklı bir azaptır
cezaları...
2- Peygamberimiz, (Allah'ın selâmı üzerine olsun)
dinlerini oyun ve eğlenceye alan dünya hayatının
aldattığı bu kişileri bir kenara
bırakmakla emr olunduktan sonra, bu adamları, hak
ettikleri bu sonuçtan kurtulmaları için hatırlatma ve
uyarmakla emr olunmaktadır. -Bu emir tüm müslümanları
kapsamaktadır. Allah'ın huzuruna vardıklarında
O'ndan başka kendilerine yardım edecek birinin
bulunamayacağını hiçbir şefaatçinin
şefaatinin söz konusu olamayacağını,
işlediklerinden ötürü yakalandıktan sonra kendilerini
kurtarmak için fidye vermelerinin mümkün olamayacağını
belirtmeleri de emredilmektedir.
"Allah'dan başka dost ve yardımcısı
olmayan bir kimsenin kazandığından ötürü helâke
sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt
ver. O kimse bütün varını fidye olarak verse yine
kabul olunmaz." Kur'an'ın bu ifadesinde, bir güzellik
ve derinlik göze çarpmaktadır.
Herkes, işlediği kötülüklerden dolayı bir
ceza olarak, sürüklenir. (Yani yakalanıp hesaba çekilir).
Bu durumda Allah'dan başka bir dost ve şefaatçi söz
konusu değildir. Kendisini kurtaracak, bağını
çözecek bir fidye de kabul edilmeyecektir.
Dinlerini oyun ve eğlenceye alan dünya hayatının
aldattığı kişilere gelince, onlar
işlediklerinden dolayı rehin kalmışlardır
ve ayette geçen cezayı hak etmişlerdir. Bu son onlar için
belirlenmiştir:
"Kazandıkları günahlardan ötürü yok olanlar
işte onlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı
kaynar su ve acıklı azap onlar içindir."
Onlar işledikleri kötülüklerden dolayı hesaba
çekilmişlerdir. İşte cezaları da budur:
Boğazları ve karınları yakan kaynar su ve kâfirliklerinin
sebep olduğu acıklı azap. Dinlerini alaya
almaları kâfir oluşlarının
kanıtıdır.
3- Yüce Allah'ın müşriklere ilişkin şu sözü:
"Dinlerini oyun-eğlence konusu yapan..."
Acaba dinleri bu mudur?
Bu hüküm, İslâm'a girdikten sonra dinlerini oyun ve eğlenceye
alanlara uymaktadır. Böyleleri insanlar arasında görülmüş
ve münafık olarak nitelendirilmişlerdi. Ancak bu durum
Medine'de söz konusu olmuştu.
Acaba bu hüküm İslâm'a girmemiş müşriklere
uygulanabilir mi? Çünkü ger-çek din İslâm'dır.
İman eden etmeyen tüm insanların dinidir. Yüce Allah'ın
din olarak nitelendirdiği ve son peygamberin gönderilmesinden
sonra insanlardan kabul ettiği tek din olması nedeniyle,
İslâmdan uzaklaşan kendi dininden
uzaklaşmış olur.
"Dinlerini oyun-eğlence konusu yapan ve dünya bayatına
aldanan kimseleri bırak..." ayetinde yer, alan bu
tamlamanın bir anlamı vardır.
Bu, -en iyisini Allah bilir.- İslâm'ın tüm insanların
dini olduğuna ilişkin açıkladığımız
konuya bir işarettir. Bu yüzden müşrik de olsa,
İslâm'ı oyun ve eğlenceye alan kendi dinini oyun
ve eğlenceye almış olur.
Müşriklerin kimler olduğunu belirtmeye bu noktada
ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar, ilahlığın
özelliklerinden herhangi birini Allah'a ortak koşan
kimselerdir. Bu ister Allah'la birlikte başka birinin ilâhlığına
inanmak şeklinde olsun, ister kulluk
davranışlarını Allah'la birlikte bir
başkasına sunmak şeklinde olsun, ya da Allah'la
birlikte bir başkasının egemenliğini ve
yasasını kabul etmek anlamında olsun fark etmez. En
başta da saydıklarımızdan birini kendisi için
iddia ettiği halde müslüman isimleriyle isimlenenler
gelmektedir. O halde dinimizin gerçeklerinden kuşku
duymamalıyız.
4- Zalimlerle -yani müşriklerle- ve dinlerini oyun ve
eğlenceye alan kimselerle birlikte bulunmanın
sınırı: Bunun, sadece onlara Allah'ın dinini
hatırlatmak ve uyarıda bulunmak amacına yönelik
olduğundan söz etmiştik. Bunun dışında
hiçbir şey söz konusu değildir. Bu da, Allah'ın
ayetlerine daldıkları duyulana ya da daha önce anlattığımız
veya benzeri bir davranışla Allah'ın dinini oyun ve
eğlenceye aldıkları görülene kadardır.
Kurtubi, bu ayete ilişkin `el-Camili ahkâm el-Kur'an' adlı
kitabında şunları söylemektedir:
"Bu ayet, yol gösterici imamların ve onlara
uyanların yoldan çıkmış fasıklarla içli
dışlı olabileceklerini ve korku nedeniyle görüşlerini
doğrulamış gibi davranabileceklerini iddia edenlere
Allah tarafından bir reddiyedir..."
Bize göre, `öğüt vermek, hatırlatmak ve yoldan çıkmışların
bozuk ve sapık görüşlerini düzeltmek amacıyla
onlara karışmayı ayet, açıkladığı
sınırlar içinde müsaade etmektedir. Ancak, yoldan çıkmışlarla
içli dışlı olmak, ortaya koydukları söz ve
davranışları takiyye (korku) bahanesiyle sessizce
karşılamak sakıncalıdır. Çünkü bu,
-görünüşte- batılı kabul edip, hakkın
aleyhine şahitlikte bulunmaktır. Burada insanların
hak ile batılı birbirine
karıştırması söz konusudur. Allah'ın
dini ve onu yaşayanların basite alınması
anlamı çıkmaktadır. Yasaklama ve ayrılık
bu durum için geçerlidir.
Aynı şekilde Kurtubi aynı kitabında
şunları da rivayet etmektedir: "İbn-i Huveyz
Mindad şöyle der: İster mümin, ister kâfir olsun,
Allah'ın ayetlerini dillerine dolayanların
toplantıları terk edilir ve oradan
uzaklaşılır. Yine şöyle der: Arkadaşlarımız,
düşman toprağına girmeyi, kiliselerine gitmeyi,
onlarla alış veriş yapmayı, kâfir ve bid'at
ehlinin toplantılarına katılmayı
yasakladılar. (Ömer (Allah ondan razı olsun) Kudüs'te
kilisede namaz kılmıştır. Ancak o zaman Kudüs
düşman toprağı değildi. Anlaşma ve
zimmet ülkesiydi. Çünkü o günkü hristiyanlar anlaşmalı
zimmilerdi.) Onların sevgilerine inanmamayı, sözlerini
dinlememeyi ve onlarla tartışmaya girmemeyi emrettiler.
Ehli bid'attan kimisi, Ebu İmran en-Nehai'ye; `Benden bir
kelime dinle' deyince, Ebu imran yüzünü çevirip; `Hayır,
yarım kelime bile dinlemeyeceğim' dedi. (Kur'an-ı
Kerim'de "Bizi anmaktan kaçman ve dünya hayatından
başka bir şey istemeyenden yüz çevir." ayeti yer
almaktadır. Necm suresi, 29) Benzeri bir rivayette Eyyüb es
Sahtiyani'den nakledilir. "Fudeyl b.İyad şöyle
dedi: Yüce Allah bid'atçıyı sevenin amellerini
boşa çıkarır, İslâm'ı kalbinden
alıp götürür. Kim kızını bir bid'atçıyla
evlendirirse akrabalık bağını
koparmış olur. Bid'at taraftarı biriyle oturan
bilgiden yoksun kalır. Yüce Allah birinin bid'atçılara
öfkelendiğini bilirse, o kişinin affedileceğini
umarım. Ebu Abdullah el-Hakim Hz. Aişe'den -Allah ondan
razı olsun- şöyle rivayet eder: Resulullah (Allah'ın
selâmı üzerine olsun) şöyle buyurdu: "Bir
bid'atçıya saygı gösteren, İslâm'ın
yıkılmasına yardımcı olmuştur."
Bütün bunlar, Allah'ın dininde olduğu halde,
Allah'ın dininde olmayan yeni şeyler uyduran kimseler için
geçerlidir. Aynı zamanda bütün bunlar hakimiyeti ele
geçirmek suretiyle ilâhlığın özelliklerini iddia
edenle, onun bu iddiasını onaylayanın
işledikleri suçun yanında sözü bile edilemez. Bu, bir
bid'atçının Allah'ın dininde olmayan bir şeyi
uydurmasından çok, bir kâfirin küfrü ya da bir müşrikin
Allah'a ortak koşmasıdır. Ancak ilk kuşak müslümanlar
böyle bir durumla karşılaşmamışlardı.
İslâm yeryüzüne egemen olduğu günden bu yana,
müslüman olduğunu söylediği halde böyle bir iddiada
bulunan birine rastlanmamıştı. Allah'ın
koruduklarının dışında böyle bir durum,
Fransız ihtilâlinden sonra insanların İslâm
dairesinden çıkmaya başlamasından sonra söz
konusu olabilmişti ancak. Bu nedenle meydana gelen bu duruma
uygulanabilecek bir söz, ilk kuşak müslümanlardan işitilmemiştir.
Durum, onların sözünü ettiği bu tür hükümlerin
düzeyini çoktan aşmıştır.
HİDAYET, NAMAZ VE SÛR
İlâhlık gerçeği ve özelliklerine, şirke
ve doğru yolu bulduktan sonra tekrar şirke dönmenin iğrençliğine,
Allah'ın dininden dönenin geriye dönüş sahnesine,
nereye gideceğini bilmeden bir çölde kalışına
ve tek yol göstericiliğin yüce Allah'ın yol göstericiliği
olduğunun belirtilmesine ilişkin bu mesaj... Evet bu
mesaj, emir ve yaratma konusundaki yüce Allah'ın mutlak
egemenliğine ve bu egemenliğin ortaya çıkışına
ve tekliğine ilişkin yüce, derin ve ruhlara şifa
veren bir gürlemeyle son bulmaktadır. "Sura
üfürüldüğü", kabirlerde olanların
dirildiği ve mülkün tek başına Allah'a ait
olduğu ve sonuçta herkesin O'na varacağını
kabul etmeyenlerin ikna olduğu gün, inkârcılar ve gerçeği
örtbas edenler bile yüce Allah'ın otoritesini açıkça
göreceklerdir.