Üstten gelip her tarafı kaplayan ya da dipten
fışkıran azabı düşünmek, nefislere sağdan
ya da soldan gelen azabı düşünmekten daha çok etki
eder. Çünkü insan sağ taraftan ya da sol taraftan gelecek
bir azabı savabileceği kuruntusuna kapılabilir,
ancak tepesinde ya da ayaklarının dibinden gelecek bir
azaba gelince, bu, her tarafı bürüyen kahredici ve sarsıcı
bir azapdır. Karşı koymak, direnmek mümkün değildir.
Bu duygulandırıcı ifade, insanın duygu ve düşüncesini
sarsan böylesine güçlü etkenleri içermektedir. Bu ifade, aynı
zamanda yüce Allah'ın dilediği zaman, dilediği
gibi kullarına azap edebileceği gerçeğini de dile
getirmektedir.
Yüce Allah'ın onunla dilediği zaman
kullarını yakalayıp azaba uğratabildiği gücünün
dahilindeki azap türlerine daha yavaş ve sürekli bir yenisi
eklenmektedir. Bir anda işlerini bitirmiyor, tersine, gece-gündüz
onlarla birliktedir bu azap. Onlarla oturuyor onlarla birlikte yaşıyor.
`Veya sizi birbirinize katıp, kiminize kiminizin
hıncını tattırmaya kadirdir.' Bu
kalıcı, uzun ve sürekli bir azaptır. Onları
gruplar ve topluluklar haline getirmekle, kendi elleriyle
tattırmaktadır bunu; kendi kendileri yudumluyorlar
azabı. Bu gruplar, kimisi kimisinden ayırd edilmeyecek,
ayrılamayacak şekilde birbirlerine girmişlerdir. Sürekli
bir çekişme ve didişme içindedirler. Bir düşmanlık
ve çarpışmadır sürüp gidiyor. Şu grubun
şunun başına getirdiği felâketler içinde yaşayıp
gideceklerdir.
İnsanlık her ne zaman Allah'ın sisteminden
sapmış, hayatın yönlendirilmesini insanların
arzularına, çekişmelerine, ihtiras ve bilgisizliklerine,
zaaf ve eksikliklerine bırakmışsa, uzun tarihinin
birçok döneminde bu tür bir azapla hep karşı
karşıya kalmıştır. Ne zaman ki insanlar,
hayatları için düzen, sistem, şeriat ve kanun,
değer ve ölçüleri kendi kendilerini belirleme alçaklığına
düştülerse, o zaman bazısı bazısına
kulluk yapmak zorunda kalmıştır. Kimisi
koyduğu düzen, sistem, yasa ve kanunlara başkalarının
boyun eğmesini istemiştir. Onlar da bundan kaçınıp,
karşı çıkmışlar. Bu sefer de boyun
eğmekten kaçınıp, karşı çıkanlara
saldırmaya başlamışlar. Eğilimleri,
arzuları, ihtirasları ve düşünceleri hep çatışır.
Böylece kimisi diğerlerinin belâsını çeker. Bazısı
geri kalanlara kin besler. Bazısı da
başkalarını inkâr eder. Çünkü hep birlikte,
tüm kulların emirlerine uyduğu yüce ma'budun koyduğu
ölçüye başvurmuyorlar. O zaman hiç kimse boyun eğmekten
kaçınıp büyüklenmeyecekti. Aynı şekilde
boyun eğdiği zaman da içinde bir eziklik
hissetmeyecekti.
Kuşkusuz yeryüzünde kopacak en büyük fitne, kullar
arasında birilerinin çıkıp kullar üzerinde ilâhlık
iddiasında bulunması, sonra da bu iddiayı
pratiğe geçirmesidir. İşte bu, insanları
birbirine girmiş gruplara dönüştüren fitnedir.
Çünkü tek bir millet ya da birlik halinde bir toplum
görüntüsünü verseler de gerçekte kimisi kimisine kulluk
yapmaktadır. Allah'dan gelen bir şeriat'a
bağlı olmadığından, kimisi
diğerlerini ezmek üzere otoriteyi eline geçirmiştir.
Geri kalanı da büyük bir kinle fırsatı
kollamaktadır. Pusuda bekleyenlerle ellerindeki yetkiye
dayanarak geri kalanları ezenler, her defasında
birbirlerine birtakım acılar tattırmaktadırlar.
Bunlar aslında çeşitli gruplara
ayrılmışlardır ancak, bu
ayrılıkları belirgin değildir. Birbirlerinden
ayrılmamışlardır,
kopmamışlardır.
Bütün yeryüzü bugün, ağır ancak sürekli bir
azabın içinde yaşamaktadır. Bu durum bizi müslüman
toplumun konumunu belirlemeye sevkediyor. En kısa zamanda
etrafını saran cahiliyeden farklı bir konum
edinmesi sonucuna götürüyor. Cahiliye, tek başına
Allah'ın şeriatının hükmetmediği her
kurum, her hüküm ve her toplumun ortak adıdır.
Cahiliye toplumunda yüce Allah, ilâhlık ve egemenlikte
birlenmez. Bu yüzden İslâm toplumunun çevresindeki
cahiliye toplumundan ayrılması da bir zorunluluk haline
gelmektedir. Çünkü İslâm topluluğu, cahiliye içinde
kalmaya, onun sistemine, yasalarına, hükümlerine, ölçü
ve değerlerine bağlanmayı tercih eden uluslardan
farklı bir ümmeti oluşturmaktadır.
Aksi taktirde dünyanın her tarafındaki İslâm
topluluğunun bu azaba uğramaktan kurtulması mümkün
olmayacaktır.
Veya düşman gruplara ayırarak size birbirinizin
hıncını, birbirinizin terörünün acısını
tattırmaya kadirdir.
Yüce Allah'ın, onunla korundukları bir İslâm
ülkesinin kurulmasına izin vereceği zamana kadar, hayat
metodu bakımından cahiliyeden büsbütün ayrılmaları
ve kendilerinin `İslâm ümmeti' olduklarını,
çevrelerindeki herkesin ve her şeyin bağlısı
bulundukları İslâm'a girmekten kaçınan
cahiliyeden ve ona bağlı bulunanlardan ibaret
olduğunu iyice bilmesi azaba uğramasını
engeller. Ayrıca, inanç ve hayat metodu bakımından
uluslarından tamamen ayrılmaları ardından,
kendileriyle uluslarının arasını hak üzerine
açmasını (kuşkusuz yüce Allah açanların en
hayırlısıdır) yüce Allah'dan istemeleri
zorunludur.
Bu ayrılığı gerçekleştirmediği
zaman, bu denli net bir şekilde belirgin bir konum
edinmediği sürece belirtilen azaba uğraması kaçınılmaz
olacaktır. Onlar da toplum içindeki diğer gruplardan
biri haline geleceklerdir. Diğer gruplara
karışıp gideceklerdir. Bu durumda ne kendilerini açıklayabilirler,
ne de çevrelerindeki diğer insanların onları
anlama imkânları olabilir. O zaman da bu kalıcı ve
sürekli azaba mahkûm olurlar. Allah'ın vaadettiği
fethi görmeksizin.
Kuşkusuz müslüman topluluğun iyice
belirginleşip farklı bir konum edinmesi, birtakım
fedakârlıklar ve zorluklar çekmesine neden olacaktır.
Ancak bu fedakârlıklar ve zorluklar diğer topluluklara
karışması, iyice belirginleşmemesi, ulusuna ve
çevresindeki cahiliye toplumuna karışıp erimesi
sonucu uğrayacağı acılardan, korkunç azapdan
daha şiddetli ve daha büyük olmayacaktır.
Allah'ın peygamberlerinin elleriyle gerçekleştirilen
davet tarihine baktığımızda, Allah'ın
fetih ve yardımının, peygamberlerinin ve
beraberlerindeki müminlerin galip gelmesine ilişkin vaadinin,
müslüman topluluk iyice belirginleşip inanç ve hayat
metoduna -yani dine- dayanarak ulusundan ayrılmadan, inanç
ve din bakımından cahiliyenin inanç ve dininden -yani
hayat düzeninden- kopmadan önce, bir kerede gerçekleşemeyeceğini
açık seçik göreceğiz. Burası bütün davet
hareketlerinin ayrılış noktası ve yol
ayrımıdır.
Bu davanın yolu birdir. Tüm peygamberlerin dönemlerinde
yapılan neyse, yine o yapılacaktır. (Allah'ın
salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.)
Ola ki anlarlar diye, ayetlerimizi çeşitli açılardan
nasıl açıkladığımızı görüyor
Yüce Allah'dan dileğimiz, bizi iyice anlasınlar diye
ayetleri açıkladığı kimselerden
kılmasıdır.
YOLLARIN AYRILIŞI
Bu, geçen mesajın sonunda yeralan
ayrılığın bildirilmesine ilişkin bir
gezintidir. Peygamberimizin kavmi, -gerçek olduğu halde-
kendilerine getirdiği mesajı
yalanlamışlardı. Bu yüzden, kavmi ile arasını
ayırmış, tüm ilişkileri
koparmıştı. Onlardan ayrılması ve
üzerlerine vekil olamayacağını bildirmesi
emredilmişti. Başlarına gelmesi kaçınılmaz
olan kötü sonuçtan dolayı kendilerini terk ettiğini
bildirmesi söylenmişti. Dini dillerine
doladıklarını, oyun ve eğlenceye
aldıklarını, dine karşı
takınılması zorunlu tavrı
takınmadıklarını görünce, onlardan yüz
çevirmesi, toplantılarına katılmaması
emredilmişti. Bununla beraber, onlara anlatması,
sakındırması, tebliğ edip korkutması
emredilmişti, ancak kendisiyle onların -kendi kavmi
oldukları halde- farklı iki grup, belirgin iki ümmet
olduklarını unutmadan. İslâm'da kavmin,
ırkın, aşiretin ve ailenin önemi yoktur.
İnsanları birbirine bağlayan ya da birbirinden
koparan unsur dindir. İnsanları birlik haline getiren ya
da farklı kılan, sahip oldukları inançtır.
Dinin esası bulununca diğer tüm ilişkiler mevcut
demektir. Ancak bu kulp koptuğu zaman tüm ilişkiler ve
bağlar da kopar.
İşte ayetlerin akışında yer alan bu
dalganın toplu bir değerlendirmesi.