O, üstün otorite sahibidir. Onlar da O'nun otoritesi ve
hakimiyeti altındadırlar. Onlar, bu otoritenin kontrolünde
yaşayan zayıf kimselerdir. Ne bir güçleri ne de yardımcıları
söz konusudur. Kuldur onlar, üzerlerinde üstün bir otorite
vardır. Bu üstün otoriteye boyun eğmek
zorundadırlar.
İşte üstün ilâhlık makamına kulluk
yapmak budur. Her ne kadar diledikleri gibi kullanmaları için
kendilerine yeterince özgürlük, öğrenmeleri için bilme
ve halifelik görevini yerine getirebilme yeteneği
verilmişse de, insanların realiteleri bu gerçeği
dile getirmektedir. İnsanın alıp verdiği her
nefes bir kadere bağlıdır. Bünyelerinde meydana
gelen her hareket, yüce Allah'ın içlerine yerleştirdiği
kanun uyarınca meydana gelmesi bakımından
Allah'ın otoritesine boyun eğmektedir. Bu otoriteye
karşı çıkmaları mümkün değildir.
Kuşkusuz bu kanun, her defasında, hatta bir nefes
alış verişinde ve ufak bir harekette bile bir kader
doğrultusunda hareket etmektedir.
Ayet burada koruyucuların niteliğinden söz
etmemektedir. Başka yerlerde bunların insanlardan
kaynaklanan şeyleri kaydeden melekler oldukları
belirtilmektedir. Ancak buradaki açık amaç, doğrudan gözetim
gölgesini nefislerin üzerine düşürmektir. Nefislerde bir
an bile kendi başlarına olmadıkları,
başıboş olmadıkları duygusunu
uyandırmaktır. Çünkü ortada her hareketi ve sesi
kaydeden gözetici koruyucular vardır. İnsandan
kaynaklanan her şeyi kaydederler, hiçbir şey gözlerinden
kaçmaz bu koruyucuların. Bu düşünce, insan
bünyesinin titremesini, içindeki her kıvrımın her
uzvun uyanmasını garantilemektedir.
"Sonunda birinize ölüm gelince, elçilerimiz, hiçbir
görev kusuru yapmaksızın onun canını
alırlar."
Aynı gerçeğin gölgesi bir başka şekilde
belirmektedir. Alıp vereceği nefesleri sayılı
olan her nefis, ne zaman geleceğini bilemediği bir ecele
bağlıdır. (Ecel insana göre bir gaybdır ve
insanın onu ortaya çıkarması mümkün değildir.)
Ancak ecel, yüce Allah'ın bilgisi dahilinde bir plana göre
belirlenmiştir. Geriye ya da ileriye alınması mümkün
değildir. İnsanın alıp verdiği nefesleri
kaydetmek ve eceli gelince de camı almakla görevli hazır
ve doğrudan doğruya insanın yakınında
bulunan koruyucu, hiçbir zaman uyuklamaz, unutup ihmal etmez.
Çünkü koruyuculardan bir koruyucu, meleklerden bir elçidir.
Önceden belirlenen, vadedilen an geldiğinde nefis, her
şeyden habersiz oyalandığı bir sırada,
koruyucu görevini yerine getirir, elçi elçiliğini yapar.
Bu düşünce, insan bünyesinin titremesine yeterli bir
nedendir. Çünkü o, kendisini çepeçevre kuşatan görülmez
kaderi algılamaktadır. Artık her an
canının alınabileceğini ve her nefeste kaçınılmaz
ecelin yaklaştığını bilmektedir.
Yakardıkları tanrıların
dışında tek ve gerçek efendileri... Onları
yoktan var eden ve yanılmaz, şaşmaz gözetimi altında
dilediği kadar yaşamalarına izin veren gerçek
efendileri O'dur. Hiç kimse tarafından hesaba çekilmeksizin
haklarında hükmünü vermek için, dilediği zaman
onları yanına döndürecektir. "İyi biliniz
ki, egemenlik yalnız O'nun tekelindedir ve hesap görenlerin
en çabuğudur."
Hükmeden sadece O'dur. O'dur tek başına hesaba
çeken. Hükmederken ağır davranmaz, cezayı da
ihmal etmez. Ayette yer alan `çabukluk' ifadesinin insan kalbine
dokunan bir yanı vardır. Buna göre insan, hesap anında
söz konusu olacak bir ihmale bile terk edilmemiştir.
Müslümanın hayata, ölüme, ölümden sonra dirilmeye ve
hesaba çekilmeye ilişkin inancından kaynaklanan bu düşünce,
yeryüzünde kullara ait işlerde yüce Allah'ın tek
başına hükümran oluşuna ilişkin tüm
tereddütleri gidermeyi garantilemektedir.
Ahirette gerçekleşecek hesap, ceza ve hüküm, insanların
dünyada yaptıklarına göre olacaktır. Ortada neyin
helal, neyin haram olduğunu belirleyen Allah'dan gelmiş
bir şeriat olmadığı sürece, insanların dünya
hayatında kazandıklarından dolayı hesaba
çekilmeleri söz konusu olmayacaktır. Çünkü ahirette bu
şeriatın esaslarına göre hesaba çekileceklerdir.
Dünyada ve ahirette hakimiyet bu temele dayanılarak
birlenebilir.
İnsanlar yeryüzünde Allah'ın
şeriatının dışında bir yasayla hükmederlerse,
ahirette neye göre hesaba çekileceklerdir? Acaba yeryüzünde
hükmettikleri ve hükmüne başvurdukları
insanların yasalarına göre mi hesaba çekileceklerdir?
Yoksa, onunla hükmetmedikleri gibi hükmüne de başvurmadıkları
Allah'ın semavi şeriatına göre mi hesaba
çekileceklerdir?
İnsanlar şunu iyice bilmek zorundadırlar, yüce
Allah onları kendi şeriatına göre hesaba
çekecektir, kulların yasasına göre değil.
Şayet hayat düzenlerini, dinsel sembol ve kulluklarını
olduğu kadar, toplumsal ilişkilerini Allah'ın
şeriatına uygun bir şekilde düzenlemeyecek
olurlarsa, Allah'ın huzurunda ilk bundan hesaba
çekileceklerdir. O gün, yeryüzünde Allah'ı ilâh
edinmeyip, O'nun dışında birçok rabbler
edinmelerinden ötürü hesaba çekileceklerdir. O halde Allah'ın
ilâhlığını inkâr etmekten -ya da ibadet ve
sembolik kulluk davranışlarında O'nun
şeriatına, sosyal, siyasî ve ekonomik düzen bakımından,
uygulama ve ilişkilerinde O'ndan başkasının
yasasına uymak suretiyle şirk koşmaktan-
dolayı hesap vereceklerdir. Kuşkusuz yüce Allah,
kendisine ortak koşulmasını
bağışlamaz bunun dışındaki günahları
dilediğine bağışlar.
Sonra ilâhlık gerçeğini bilen ve zorluk anında
gerçek ilâhına sığınan
fıtratlarıyla, onları muhakeme etmektedir. Bu
fıtratın korku ve sıkıntı anındaki
durumu gözler önüne getirilmektedir. Kısa ve süratli,
ancak net, kesin, duygulandırıcı ve etkin bir
sahnede rahatlık ve güven ortamında, bu fıtrata
karşı çıkışları da sergilenmektedir.
Kuşkusuz insanın ödünü koparacak korku ve sıkıntılı
anlar her zaman toplanma ve hesaba çekilme gününe bırakılmış
değildirler. Karanın ve denizin
karanlıklarında aynı korkuyla
karşılaşmaları her zaman mümkündür. Bu sıkıntılı
anda Allah'dan başkasına yönelmezler. Zaten Allah'dan
başkası da kurtaramaz onları bu
sıkıntıdan. Ancak, kendilerini rahat ve güvencede
hissettikleri an, tekrar içinde bulundukları şirke dönüyorlar.