59- Gayb'ın anahtarları Allah'ın
katındadır, onu yalnız O bilir. Mutlaka O'nun
bilgisi altında dalından düşen her yaprak, yerin
karanlık derinliklerindeki her tane, yaş-kuru ne varsa
hepsi apaçık bir kitaptadır.
Bu, yüce Allah'ın kapsamlı, her şeyi
kuşatıcı ilminin bir tablosudur. Zaman ve mekanda,
yerde ve gökte, karada ve denizde, yerin altında ve gök
tabakalarında diri, ölü, kuru ve yaş hiçbir şey
bu bilgiden kaçmaz.
Ancak bizim -insan olarak bilinen üslûbumuzla-
söylediklerimiz nerede, Kur'an'ın bu olağanüstü
ahengi nerede? Yalnızca ezbere söz söylemekten ibaret
ifademiz nerede, şu derin olduğu kadar gönüllere ilham
akıtan tasvir nerede?
İnsan hayalı, bu kısacık ayetin ötesine
geçip bilinen ve bilinmeyen ufuklara, görünen ve görünmeyen
aleme kanatlanıyor. Uçsuz bucaksız evrenin her köşesinde
ve görünen evrenin sınırlarının ötesinde adım
adım Allah'ın ilmini izliyor. Her vadide, her derede çeşitli
tablo ve sahnelerle karşılaşırken insanın
içi ürperiyor. Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekte mühürlü
boyutları, ufukları ve derinliği bitmez tükenmez
gaybın perdelerini kaldırıyor ya da
kaldırmağa çalışıyor. Oysa
bilinmezliklerin anahtarı yüce Allah'ın
katındadır, O'ndan başkası bilemez.
Bütünüyle Allah'ın bilgisine açık karanın
bilinmezliklerinde, denizin dipsiz derinliklerinde dolanıp
duruyor insan hayalı. Yeryüzünün tüm ağaçlarından
kopan sayısız yaprakları izliyor. Orada, burada ve
şuracıkta kopan her yaprağı görmektedir yüce
Allah. Yerin derinliklerinde gizlenmiş hiçbir tane Allah'ın
gözünden kaçmaz. İçindeki hiçbir şeyin
Allah'ın kuşatıcı bilgisinin
dışında kalmadığı uçsuz bucaksız
evrende yer alan yaş, kuru her şey onun kontrolündedir.
Bu, başları döndüren ve akılları
şaşırtan bir gezintidir. Zamanın
boyutlarına, mekânın ufuklarına, görülen ve
görülmeyenin, bilinen ve bilinmeyenin derinliklerine yapılan
bir gezintidir. Mesafesi oldukça uzun, alanı son derece
geniştir bu gezintinin. Hayal, bu gezintiyi tüm boyutlarıyla
düşünmekten aciz kalıyor. İşte böyle
birkaç kelimede bu derece titiz, eksiksiz ve kapsamlı
çizilmektedir bu tablo.
Dikkat edin, bu bir mucizedir!
Ne yönden bakarsak bakalım, şu kısacık
ayete, Kur'an'ın kaynağıyla konuşan bu
mucizeyi göreceğiz.
Konusu açısından baktığımızda,
bu sözü bir insanın söyleyemeyeceğini, üzerinde
insan damgası bulunmadığını daha
karşılaşır karşılaşmaz,
duyduğumuz o ürpertiden anlayıveririz. Çünkü insan
düşüncesi böyle bir konuyu -ilmin kapsayıcılık
ve kuşatıcılığı konusunu
araştırdığı zaman, böylesine geniş
ufuklara ulaşması mümkün değildir. Bu alanda
ortaya konan insan fikrinin, ürünlerinin ve çalışmalarının
değişik bir özelliği ve belli bir
sınırı vardır. İnsan, dile getirdiği
düşüncesini ilgi alanından çekip çıkarmaktadır.
Yeryüzünün her köşesindeki ağaçlardan kopan
yaprakları gözetip saymak insanın ilgi alanına
giren bir konu mudur? Bu nokta; ilk anda insanın aklına
gelebilecek bir sorun değildir. Yeryüzünün her köşesine
dalından kopmuş yaprakları izlemek ve saymak
insanın aklına gelmez. Bu yüzden böyle bir yola başvurmaz
da. Kapsamlı bir bilgiye dayanarak konuyu dile getirmesi de
beklenemez. Çünkü dalından kopmuş yaprağın
sayısını bilmek ve bunu dile getirmek yüce yaratıcının
işidir.
İnsan düşüncesinin yerin karanlıklarında
gizlenmiş her tohumla ne ilgisi vardır? Kuşkusuz
insanoğlunun en fazla yapabildiği toprağın
altına bizzat gizlediği tohumun gelişmesini gözetmektedir.
Ancak toprağın karanlığında
gizlenmiş her taneyi izleme konusu insan aklının
ilgilenebileceği, varlığını düşüneceği
ve kapsamlı bir bilgiye dayanarak sözünü edebileceği
bir konu değildir. Toprağın
karanlıklarında örtülü tanenin sayısını
ancak yaratan bilir, bundan söz etmek de O'na yakışır.
"Yaş-kuru ne varsa hepsi apaçık bir
kitaptadır." ifadesindeki bu kesinlikle, insan
fikrinin ilgisi nedir? Bu konuda insan fikrinin en fazla
yapabildiği, elindeki yaş ve kuru şeylerden
yararlanmaktır. Ancak kapsamlı bilgiye kanıt olarak
bundan söz etmek insanın yeltendiği bir şey
olmadığı gibi böyle bir ifade tarzına
başvurduğu da görülmemiştir. Yaş, kuru her
şeyin sayısını bilen ve bundan söz eden ancak
yüce yaratıcıdır.
İnsan, dalından kopmuş her yaprağın,
gizlenmiş her tohumun, yaş-kuru her şeyin açık
bir kitapta, korunmuş bir kütükte kaydedilmiş
olmasını düşünmez. Neden böyle bir şey
yapsın ki? Bundan yararı ne olacaktır? Bir kütükte
kaydetmeye neden önem versin? Ancak bunları sayan, kaydeden,
mülkün sahibidir. Mülkünden hiçbir şey bilgisinin
dışında değildir. Bu konuda küçük de
büyük gibidir ve basit önemli biridir. Örtülü olanla, açıkta
olan fark etmez. Bilinmezle bilinen, uzakla yakın hep
aynıdır.
Kuşkusuz bu kapsamlı, geniş, derin ve parlak
sahne... Bütün yeryüzünün ağaçlarından kopan
yaprağın, yerin her katmanında örtülü tohumun ve
yeryüzünün her köşesindeki yaş, kuru her şeyin
içinde yer aldığı bir sahne... Evet insan düşüncesi
nasıl bu sahneye yönelemiyor ve onunla ilgilenemiyorsa, aynı
şekilde insan gücü de bunu ne algılayabilir ne de
kuşatabilir. Bu sahne bir bütün olarak sadece Allah'ın
bilgisine açılır. O'nun bilgisi her şeyi
kapsamış ve kuşatmıştır. Her
şey O'nun koruması altındadır. Dilemesi ve
takdiri, büyük-küçük, basit üstün, örtülü-açık,
bilinmez-bilinen ve uzak-yakın her şeyle yakından
ilgilidir.
Belli bir bilinç düzeyine ve ifade gücüne sahip insanlar,
insan düşüncesinin ve ifade etme yeteneğinin
sınırını çok iyi bilirler. İnsan olarak
yaşadıkları deneyimlere dayanarak buna benzer bir
sahnenin insanın hatırına gelemeyeceğini ve bu
şekil bir ifadenin insandan
kaynaklanamayacağını bilirler. Bu konuda
tartışmak isteyenler, tüm insan sözlerine baksınlar.
Bunun gibi bir yönelişle karşılaşacaklar
mı bakalım?
Kur'an'da yer alan bu ve benzeri ayetler bile bu yüce kitabın
kaynağını bilmek için yeterlidir.
İfadedeki sanatsal olağanüstülük açısından
ayete baktığımızda güzellik ve ahenk dolu
ufuklar görürüz. İnsan ürünü sözlerde, bu denli erişilmez
düzeye hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
"Gaybın anahtarları Allah'ın
katındadır. Onu yalnız O bilir."
Zaman ve mekânda, geçmişte, şimdiki zamanda ve
gelecekte, hayatta meydana gelen olaylarda ve iç düşüncelerdeki
mutlak "bilinmezlik"teki uzaklık ufuklar ve
dipsizlik...
"Karada
ve
denizde olanı
bilir."
Görülen alemdeki uzaklığı, ufukları ve
derinlikleri; aynı düzeyde, aynı genişlik ve
kapsayıcılıkta bilir. Gözle görülen alemdeki bu
uzaklık, ufuklar ve derinlik perdeli gayb alemine uygun düşmektedir.
"O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez."
Ölüm ve yok oluş olayı... Yücelerden aşağılara,
hayattan yokluğa düşüş hareketi...
"Yerin karanlıklarında olan tane..."
Dipten yüzeye, gizlilikten ve sessizlikten, patlamaya ve
serbestliğe doğuş ve gelişim hareketi...
"Yaş, kuru her şey
apaçık
kitaptadır."
Kapsamlı bir genelleme... genel anlamda her canlıda
parlayıp solan hayat ve ölümü içine almaktadır.
Bu yöneliş ve hareketleri kim meydana getirmektedir?
Şu uyum ve güzelliği var eden kimdir? Bunun gibi
kısacık bir ayette bütün bunları ve
şunları oluşturan kimdir? Allah'dan başka kim
olabilir?
GAYB NEDİR?
Şimdi de yüce Allah'ın şu sözü üzerinde
biraz duralım:
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır.
O'ndan başka kimse bilemez onu."
"Gayb", "anahtarları" ve bunlara
ilişkin "bilgi"nin yüce Allah'a özgü oluşu
konusu üzerinde birkaç söz söylemek için duruyoruz. Bunun
nedeni "gayb" olgusunun, İslâm inancının
temel bir ilkesi ve imanın başlıca
kuralıdır. Bir de "gayb" (görünmez) ve
gaybiyet (görünmezlik) kelimesinin, materyalizmin ortaya çıkışından
sonra son günlerde çokca savsaklanması ve "Bilim"
ve "Bilimsellik" kelimelerine karşıt gibi gösterilmesinden
ötürü üzerinde durmamız gerekmektedir. Kur'an-ı
Kerim, anahtarlarını Allah'dan başka kimsenin
bilmediği, bir "gayb alemi"nin olduğunu
bildirmektedir. Ayrıca insana bu konuda çok sınırlı
bir bilginin verildiğini belirtmektedir. Bu az bilgi de
insana, yüce Allah'ın bildiği insanın gücü ve
ihtiyacı oranında verilmiştir. Buna göre insanlar
yüce Allah'ın kendilerine verdiği bilginin ötesinde
zandan başka hiçbir şey bilemezler. Zan ise, hakka göre
hiçbir şey ifade etmemektedir. Ayrıca yüce Allah, bu
evreni yarattığını, onu değişmez bir
kanuna dayandırdığını, insan ilminin bu
kanunların bir kısmını
araştırıp kavrayabileceğini, gücü ve ihtiyacı
oranında bu kanunlara göre hareket edebileceğini ve
Rabbinin katından gelen şeyin gerçek olduğuna olan
inancını arttıracak ve pekiştirecek
şekilde iç ve dış dünyada bu kanunlardan bir kısmını
ortaya çıkarabileceğini bildirmektedir. Ancak bu ortaya
çıkarma olayı, insanın bilmediği
"gayb" gerçeğine ilişkin yüce Allah'ın
değişmez kanunlarının ihlâli anlamına
gelmez. Çünkü bu hep "gayb" olarak kalacaktır.
Ayrıca bu durum, yüce Allah'ın iradesinin
serbestliğine ve her şeyin Allah'a özgü gaybi bir
kader uyarınca meydana gelişi gerçeğine de ters düşmez.
İslâm inancındaki ve bu inancın gerçeklerinden
meydana gelen müslümanın düşüncesindeki uyuma denk
bir şekilde yokdan var olup, varlıklar arasında görülür.
Çok yönlü birbirleriyle uyum içinde olan eksiksiz bu
gerçeklerin tümü, -bu tefsire- elimizden geldiğince özet
olarak bir açıklama yapmamızı gerektirmektedir.
Ayrıca sözlerimiz bu tefsirde uyduğumuz metodun
sınırlarının dışına çıkmamalıdır.
Yüce Allah, Kur'an'ın birçok yerinde müminleri
"gayba" inanan kişiler olarak nitelendirmektedir. Böylece
bu sıfatı imanın temellerinden biri
saymaktadır:
"Elif-Lam-Mim. Doğru olduğu kuşkusuz olan
bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.
Onlar görmediklerine (gayba) inanırlar, namazı
kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan
başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse
senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve ahiretten hiç
kuşku
duymazlar. İşte onlar Rabblerinden gelen bidayet
yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir." (Bakara
Suresi: 1-5)
Allah'a inanmak da bizzat görülmeyene, gayba inanmaktır.
Çünkü insana göre, yüce Allah'ın zatı bir
gaybtır. O'na inandıkları zaman görmeden inanıyorlar.
Fiillerinin etkilerini görüyorlar sadece, yoksa ne zatını
ne de yaptıklarının mahiyetini kavrıyorlar.
Ahiret gününe inanmak da aynı şekilde görülmeyene,
gayba inanmaktır. Çünkü kıyamet, insana göre bir
gaybtır. Ondan sonra meydana gelecek yeniden dirilme, hesap,
mükâfat ve ceza Allah'ın anlattıklarını
doğrulamak için müminlerin inandıkları birer
gaybtır.
Ancak onu doğrulamakla imanın gerçekleşebileceği
gayb olayı, Kur'an-ı Kerim'in müminlerin pratik
durumunu ve kapsamlı inançlarını söz konusu
ederken, anlattığı başka gerçekleri de
içermektedir!
"Peygamber, kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere
inandı, müminler de. Hepsi birlikte Allah'a, O'nun
meleklerine, O'nun kitaplarına ve O'nun peygamberlerine
inandılar. "O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden
ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Günahlarımızı
bağışlamanı dileriz. Ey Rabbimiz, dönüşümüz
sanadır" dediler." (Bakara Suresi: 285)
Bu ayette peygamberin (Allah'ın selâmı üzerine
olsun), aynı şekilde müminlerin hep birlikte Allah'a
inandıklarını -ki bu bir gaybdır-
Allah'ın peygamberine indirdiklerine
inandıklarını görüyoruz. Yüce Allah,
peygamberini, kendisine indirdiği kitapta gaybın bir
kısmından haberdar etmektedir. Nitekim başka bir
ayette şöyle buyurmaktadır:
"Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyeni kimseye
göstermez. Ancak peygamberlerden bildirmek istediği bunun
dışındadır." (Cin Suresi: 26-27)
Peygamberin ve müminlerin meleklere inanmaları da bir
gaybdır. Çünkü insan gücü ve ihtiyacı
oranında, yüce Allah'ın melekler hakkında
bildirdiklerinden başka bir şey bilmez. (Bu cüzde
"Melekler" konusuna bkz.)
Doğrulamayınca imanın varlığından
söz edilemeyecek olan bir gayb daha kalıyor. O da,
Allah'ın kaderidir! İman hadisinde sözü edildiği
gibi, meydana gelmediği sürece bu konuda insan hiçbir
şey bilemez.
"Kadere, iyilik ve kötülüğün O'ndan olduğuna..."
(Buhari, Müslim)
Bununla beraber varlıklar aleminde insanı her yönden
bir görülmezlik, bir gayb kuşatmıştır. Geçmiş,
şimdiki zaman ve gelecek bir gaybtır. İnsan için,
insan bünyesi gaybtır. Çevresindeki tüm evren gaybtır.
Evrenin oluşumu, hareket çizgisi, tabiat ve hareketleri
gaybtır. Hayatın meydana gelişi, hareket çizgisi,
tabiatı ve hareketleri gaybtır. İnsanın
bilmediğinde, aynı şekilde bildiğinde de hep
bir gayb mevcuttur.
İnsan bir bilinmezlik denizinde yüzmektedir. Değil
çevresindeki ve tüm evrenin yapısında olup bitenleri
bilmek, çevresindeki evrende, her atomda, atomdaki her
elektronda, her hücrede ve hücrenin her dokusunda olacakları
bilmek, bizzat içinde bulunduğu durumu ve kendi içinde olup
bitenleri bile bilemez.
Büsbütün gayb! Her taraf bilinmezlikle dolu! Kısa görüşlü
zavallı insanın aklı, bilinmezlik denizinde yüzmektedir.
İnsan, şu koca denizde bir belirti olarak şurada,
burada beliren buzul adacıklarına
sığınmaktadır yalnızca. Allah'ın
yardımı olmasaydı, tüm evreni emrine verip bazı
kanunlarını öğretmemiş olsaydı, hiçbir
şey yapamayacaktı. Buna rağmen şükretmiyor
insan. "Kullarımdan şükredenler çok azdır."
(Sebe Suresi: 13) Hatta son zamanlarda insan, yüce Allah'ın
evrensel kanunlardan bir kısmını kendisine göstermesinden
ve kendisine verdiği az bilgiden dolayı büyüklenmektedir.
Büyüklenmekte ve kimi zaman "insan tek başına
ayaktadır" iddiasını ileri sürebilmektedir.
İnsanın kendisine yardım edecek bir tanrıya
ihtiyaç duymadığını söylemektedir. Evet
insan büyüklenmekte ve "Bilim"in "Gayb"a
(görülmeze), düşüncedeki "Bilimselliğin"
de "Gaybiyet"e (görülmezliğe) karşıt
olduğunu sanmakta ve "Bilim"le
"Gayb"ın uyuşamayacağını iddia
etmektedir. Aynen bilimsel mantıkla gayb
mantığının uyuşamayacağını
iddia ettiği gibi.
GAYBA GÖRE BİLİMİN KONUMU
"Gayb"a göre "bilim"in konumu nedir, buna
bir göz atalım. İnsanın sınırlı
bilgisi hakkında kesin hükmü bildiren, her şeyi bilen
ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'ın sözlerinin
üzerinde düşündükten sonra, bizzat insanoğullarından
kimi bilginlerin araştırmalarına ve söylediklerine
bir bakalım:
"Size çok azı dışında bilgi
verilmemiştir." (İsra Suresi: 85)
"Onlar zandan ve nefislerinin arzusundan
başkasına uymazlar. Oysa Rabblerinden onlara hidayet
gelmişti
r."
(Necm Suresi: 29)
Aşağıdaki ayet gaybın (görülmezliğin),
bütünüyle Allah'ın bilgisince
kuşatıldığını göstermektedir:
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır.
O'ndan başkası bilemez." (En'am Suresi: 59)
Bu ayet de, gaybı bilenin aynı zamanda her şeyi
de gördüğünü belirtmektedir.
"Yoksa gaybın bilgisi onun katında mı ki görüyor?
(Necm Suresi: 35) Ne kastedildiği bizzat sorunun içindedir.
İnsanoğlunun bilginlerinin araştırma ve sözlerinden
yola çıkarak `gayba" göre "bilim"in konumuna
bir göz atalım. Ancak amacımız bu konuda yüce
Allah'ın kesin sözünü, bunların dedikleriyle
doğrulamak değildir. -Bir müminin yüce Allah'ın sözünü
insanların sözleriyle tasdik etmeye kalkışması
düşünülemez.- Fakat biz, bunlara "Bilim",
"Gayb", "Bilimsellik", "Gaybilik"
kavramlarını geveleyenleri doğruluğuna
inandıkları insanların sözleriyle muhakeme etmek
için göz atıyoruz. Böylece kendi çağlarında
yaşayabilmek, çağın
akılcılığından ve deneyimlerinin sonuçlarından
geri kalmamak için, "kültür" ve "bilgi"
edinmeleri gerektiğini öğrenmiş olurlar. Bizzat
insanın araştırması, bilgi ve deneyimleri
sonucu tek bilimsel gerçeğin "gayb" olduğunu
anlarlar. Son deneyim ve sonuçlarının
ışığında "Bilimselliğin"
tamamıyla "Gaybilikle" eş anlamlı
olduğunu görürler. "Gaybilik"in karşıtına
gelince o da "bilgisizlik"tir. Onyedinci, onsekizinci ve
ondokuzuncu yüzyıllarda yaşanmış ve fakat
yirminci yüzyılda yaşanmaması gereken
bilgisizlik...
Amerikalı çağdaş bir bilgin,
"bilim"in ulaştığı "gerçek"lerden
özetle şöyle söz etmektedir:
"Bilimler deneyle saptanmış gerçeklerdir.
Bununla beraber değerlendirmesinde, nitelendirme ve sonuçlandırmasında
titizlikten uzak olduğu oranda insanın hayal ve
kuruntularından etkilenir. Bilimsel sonuçlar bu sınırlar
içinde kabul görmektedir. Oysa bu haliyle nitelendirme ve bilgi
açısından sayıların alanıyla
sınırlanmış oluyor. İhtimallerle
başlayıp, ihtimallerle sonuçlanıyor. Hiçbir zaman
kesinlik ifade etmemiş oluyor. Dolayısıyla bilimsel
sonuçlar yaklaşık sonuçlardır. Her zaman için
ölçü ve yaklaşımlarda bir çabanın ürünü,
sonuçlarda olabilen muhtemel yanlışlıklara açıktır.
Ekleme ya da çıkarma şeklinde değişime
uğrayabilirler. Bu yüzden nihaî gerçekler değildirler.
Tabiat kanunlarından birini ortaya çıkaran ya da bir
teori ortaya atan bir bilginin şöyle dediğini görebiliyoruz:
"Bu, şu ana kadar elde ettiğimiz sonuçlardır."
Böylece ilerde olabilecek değişikliklere
kapıyı açık bırakıyor."
Bu sözler, bilimin ulaştığı ve
ulaşabileceği tüm sonuçların gerçek mahiyetini
özetlemektedir. "İnsan" sınırlı yöntemleri,
hatta öncesizlik ve sonrasızlığa oranla
sınırlı olan varlığıyla, bu sonuçlara
ulaşmaya çabaladığından, kaçınılmaz
olarak varılan bu sonuçlar, insanın mührünü taşıyacaktır.
Bunun sonucu olarak da kısa süreli olmak, yanlış
ve doğruya ve iptal edilip değiştirilmeye açık
olmak gibi insanınkine benzer özelliklere açık
olacaktır.
Bununla beraber insanın herhangi bir sonuca varmak için
başvurduğu yöntemler, deney ve karşılaştırmadır.
İnsan önce deneye başvuruyor. Sonra da deneyle
ulaştığı bu sonucu
karşılaştırma yoluyla genelleştiriyor.
Oysa bilim ve bilim adamlarının itiraflarıyla;
karşılaştırma, tahmini sonuçlara ulaştıran
bir yöntemdir. Hiçbir zaman kesin ve nihaî sonuçlara
götürmesi düşünülemez. Diğer yöntem ise, -bu ise,
deney ve üzerinde deney yapılan şeyden elde edilen
sonucu her zaman ve koşuldaki benzerine uygulatma
anlamında araştırmadır.- İnsan için o
kadar kolay bir yöntem değildir. Sadece kesin sonuçlara ulaştıran
yöntemlerden bir tanesidir. Allah'ın insanlara yönelik yol
göstericiliği ve açıklaması Olmazsa, insanı
kesin, gerçek ve tartışmasız sonuca
ulaştıran bir yel olma vasfını koruyamaz. Bu
nedenle, Allah'ın bildirdiklerinin dışında
insanın tüm bilgisi, hiçbir zaman kesinlik kazanmayan zanna
dayalı bir bilgi olarak kalacaktır.
Bununla beraber insan, ulaştığı bu zanna
dayalı bilgilerinin ötesinde çepeçevre bir
"gayb" atmosferiyle kuşatılmıştır.
Çevresindeki bu evren... Evet insan halâ çevresindeki bu
evrenin kaynağı, oluşumu, mahiyeti, hareketleri;
"zaman" ve mahiyeti, "mekân" ve onun
"zaman"la olan ilgisi ve evrende yer alan her şeyin
"zaman" ve "mekân"la olan ilişkisi
hakkında varsayımlar ve kuramlar geliştirip
durmaktadır.
Şayet evrende "fikir" ve genel anlamda
"enerji"nin mahiyetinden farklı bir mahiyete
sahipse, nedir hayat? Kaynağı nedir? Nasıl
oluşmuştur? Ne tür bir mahiyete sahiptir? Hareket
çizgisi nasıldır? Kendisini etkileyen unsurlar
nelerdir? Şu `maddi' varlıkla ne tür bir ilişkisi
vardır?
`İnsanın kendisi nedir? Onu `madde'den farklı
kılan nedir? Geri kalan canlılardan ne gibi bir
ayrıcalığa sahiptir? Şu yeryüzüne nasıl
gelmiştir ve ona nasıl egemen olmuştur? Kendisine
bir ayrıcalık kazandıran ve onun sayesinde
başka şeyler üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduğu
`akıl' nedir? Öldükten ve yok olduktan sonra ne olacaktır?
Bizzat insanın bünyesinde her an olup biten analizler ve
bileşimler neyin nesidir ve nasıl meydana geliyor?
Tüm bunlar `gayb'ın alanıdır. Bilim ise
kenarında durmaktadır. Zan ve tercih yoluyla da olsa,
kimi zaman içine dalacak gibi oluyor sadece. Her ne kadar ileri
sürülen görüşler, varsayım ve ihtimallerden öteye
geçmiyorsa...
Bu çağda çok azı dışında bilimin
bizzat ilgilenmediği ilâhlık gerçeği, melek, cin
ve Allah'dan başka kimsenin bilmediği yaratıklara
ilişkin gerçekleri, ölüm, ahiret, hesap ve ceza
konusundaki gerçekleri bir kenara bıraksak... Evet bir an için
tüm bunları bir kenara bıraksak bile
yakınımızdaki `gayb' yeterlidir. Bu gayb
karşısında bilim, teslim olmuş bir tavır
takınmaktadır. Demogojiyi bilgiye, büyüklenmeyi
samimiyete yeğleyenlerden başkası bu tavrı
takınmaktan kaçınmaz.
Bazı örnekler verelim:
1- Evrenin temel yapısı ve gidiş tarzı
hakkında modern bilimin dediğine göre, evrenin yapısının
temelini atom oluşturmaktadır. Ancak alemin
yapısındaki en küçük birim atom değildir. O da
protonlardan (pozitif elektriksel enerji), elektrondan (negatif
elektriksel enerji) ve nötronlardan (yüksüz pozitif ve negatif
elektriksel enerjiyi eşit miktarda içeren nötr tarafsız
enerji) meydana gelmektedir. Atom parçalanınca elektrikler
(elektronlar) dağılır. Ancak laboratuarda her zaman
kesin ve uyumlu bir hareket sergilemezler. Kimi zaman
ışık dalgaları kimi zaman da mermi gibi
hareket ederler. Hareketleri önceden belirlenemez. Aksine hiçbir
zaman kesin olmayan başka bir kanuna uyarlar. O da ihtimaller
kanunudur. Atomun hareket tarzı budur. Parçalar
şeklinde atomlardan meydana gelen gruplar da bu şekilde
hareket ederler.
İngiliz doğa bilimci ve matematikçi Sir James Jains
şöyle der:
"Eski bilim kesin ilkeler belirliyordu. Buna göre tabiatın
bir tek yolu takip etmekten başka seçeneği yoktur. Bu
da zamanın başlangıcından sonuna kadar sebep
ve sonuç arasındaki sürekli zincirleme doğrultusunda
hareket etmesi için önceden çizilmiş bir yoldur. Buna göre
(A) durumundan sonra (B) durumunun gelmesi kaçınılmazdır.
Modern bilimin ise, şu ana kadar söyleyebildiği tek
şey, (A) durumundan sonra (B) durumunun ya da (C) durumunun
veya (D) durumunun veyahut bunlardan başka bir durumunun
meydana gelebileceğidir. Evet şunu söyleyebilir: (B)
durumunun meydana gelmesi ihtimali (C) durumundan fazladır.
(C) durumunun meydana gelmesi de (D) durumundan daha muhtemel-dir.
İşte böyle. Hatta (B), (C) ve (D) durumlarından
herbirinin diğerine oranla meydana gelebilme ihtimalini
belirleyebilir ancak, hangisinin diğerini takip
edeceğini kesin bir şekilde haber veremez. Çünkü her
zaman ihtimallerden söz etmektedir. Ancak söylenmesi gerekene
gelince o da oranlara bağlıdır. Bu oranların
gerçek mahiyeti ne olursa olsun."
Şayet insan bilgisinin deneyimlerinin
ulaştığı ve evren ve atomlarının içinde,
eşiğinde durduğu nokta bu olmasaydı `gayb' ve
insan bilgisine kapalı Allah'ın kaderi ne olacaktı?
Bu duruma radyum atomlarının
ışınlanarak kurşun ve helyuma dönüşmesi
örnek verilmektedir. Bu, tamamen bilinmez bir kadere, örtülü
bir `gayb'a göre meydana gelmektedir. İnsan bilgisi bunun
ötesine geçemiyor.
"Daha iyi açığa kavuşması için somut
bir örnek verelim: Bilindiği gibi radyum atomları ve
ondan başka ışınlama yeteneğine sahip
elementler sırf zamanın geçmesiyle parçalanırlar.
Geride kurşun ve helyum atomları kalır. Bu nedenle
radyum kütlesi sürekli hacmini kaybeder ve zamanla yerini kurşun
ve helyuma bırakır. Bu dengeli eksilmeye hükmeden genel
kanunsa, son derece garip bir kanundur. Buna göre radyum atomları,
sadece doğum olmadığı ve nüfusun tümü yaşlılıktan
kaynaklanmayan tek bir ölümle yüzyüze kaldığı
zaman insanların yok olması gibi eksilirler. Ya da
aralarında hiç kimsenin kendi isteğiyle
katılmadığı bir bölük askerin yok olacağı
ateş hattına sürülmesi gibi yok olurlar. Kısacası
bir radyum atomu üzerinde yaşlılığın hiçbir
etkisi söz konusu değildir. Yani radyum atomu hayattan
payını aldığı için ölmez. Aksine ölüm
kendisine tesadüfen isabet ettiği için ölmüştür."
(Sir James Jains böyle söylüyor. Deneyimlerin ve tabiatın
açık vasfının doğurduğu bilimsel sonuçlar
çıkarıyoruz sözlerinden. Ancak kullandığı
"tesadüfen isabet etme" deyimi, bizi ilgilendirmez.
Çünkü biz biliyoruz ki o, süresini doldurmuştur ve ölüm
ona, Allah'ın takdiri ve hikmeti uyarınca
gelmiştir. Ve yine biliyoruz ki; her ecel önceden tayin
edilmiştir. Bu noktada bir radyum atomu ile herhangi bir
canlı arasında hiçbir fark yoktur. İnsanlar da bu
şekilde gözlere görünmeyen ecelin dolması sonucu
ölürler.)
"Bu gerçeği açıklamak için somut bir örnek
verecek olursak şöyle söyleriz: Diyelim ki odamızda
2000 tane radyum atomu vardır. Bilim bir sene sonra bunlardan
kaç tanesinin aktif kalacağını söyleyemez. Olsa
olsa geri kalanlara tercih edilebilecek ihtimalleri sıralayabilir,
2000 veya 1999 ya da 1998 gibi. Sayısının 1999
olması, olabilecek en yakın ihtimaldir. Yani en çok
tercih edilen ihtimale göre, gelecek yıl içinde 2000
atomdan sadece bir tanesi yok olacaktır.
2000 atom içinde bu belli atomun hangi yöntemle seçildiğini
kavrayamıyoruz. İşin başında bu atomun
diğerlerinden daha çok bir çarpışmaya
uğrayacağını ya da daha sıcak bir ortama
girebileceğini yahut gelecek yıl içinde bu ikisinin dışında
bir olayla karşılaşabileceğini varsayabiliriz.
Ancak tüm bunlar hiçbir zaman doğru olmayacaktır.
Çünkü şayet bir tek atomun çarpışmaya
uğraması ya da sıcak bir ortama girmesi sonucu yok
olması mümkün oluyorsa, geri kalan 1999 atomun da
parçalanması mümkündür. O halde basınç ya da
ısı uygulama sonucu, radyum atomunu parçalamak
konusunda acele edebiliriz. Ancak doğa bilimcilerden her biri
bunun mümkün olmadığını bildirmektedir.
Aksine her yıl 2000 tane radyum atomunun içinde sadece bir
tane atoma ölümün isabet ettiğine ve onu parçalanmaya
zorladığına inanmaktadır." İşte
1903 yılında "Ruderford" ve
"Sdey"nın ortaya attıkları
kendiliğinden parçalanma teorisi budur.
O halde kendisinin ve başkasının isteği
dışında, kendisinden ve başkasından bir
bilgi olmaksızın atomun radyasyon yaymasını
sağlayan görünmez kader bu değilse nedir?
Kuşkusuz bunları söyleyen adam, insanların göremediği
ilâhi kaderi ispat etmek isteğinde değildir. Aksine
bizzat insan bilgisinin vardığı sonuçların
baskısından kaçma çabasındadır. Ancak `gayb'
gerçeği onu, gördüğümüz gibi konuşmak zorunda
bırakmaktadır.
2- Nasıl ki `gayb' gerçeği evrenin
yapısının, temelinin ve hareketlerinin açıklanması
konusunda bir zorunluluksa, aynı şekilde insan
bilgisinin ulaştığı aynı güçle hayatın
ortaya çıkışı ve hareketleri konusunda da bir
zorunluluktur.
Almanya Frankfurt Üniversitesi profesörlerinden biyolog ve
botanikçi Russel Charles Ernest şöyle der:
"Cansızlar aleminden hayatın nasıl meydana
geldiğine ilişkin birçok teoriler geliştirilmiştir.
Kimi araştırmacılar hayatın proteinden ya da
virüsden yahut proteinin büyük parçalarının biraraya
gelmesinden meydana geldiği sonucuna
varmışlardır. Bazı insanlar bu teorilerin
canlılar alemi ile cansızlar alemini bölen boşluğu
kapattığını düşünebilir. Ancak kabul
etmek zorunda olduğumuz realite gösteriyor ki, cansız
bir maddeden canlı bir madde meydana getirmek için harcanan
tüm çabalar, beklenmeyen bir başarısızlık ve
bozgunla sonuçlanmıştır. Bununla beraber
Allah'ın varlığını inkâr eden biri,
sonradan meydana gelen alemin, atomların ya da parçaların
rastlantı sonucu biraraya gelmesinden oluştuğuna
ilişkin doğrudan bir kanıt ileri süremez. Canlı
hücrede gördüğümüz şekilde hayatın ortaya çıkışını,
korunmasını ve yönlendirilmesini bu şekilde izah
edemez. Kişi hayatın ortaya çıkmasına
ilişkin bu yorumu kabul etmekte serbesttir. Bu onu
ilgilendiren bir şeydir. Ancak bunu kabul ettiği zaman,
Allah'ın varlığına, her şeyi yaratıp
yönlendirdiğine inanmanın akla getirdiği
zorlukların ve çaresizliklerin çok daha şiddetlisini
yaşayacaktır.
Canlı hücrelerden herbirinin son derece karmaşık
bir yapıya sahip olduğuna bu yüzden anlaşılmasının
oldukça güç olduğuna inanıyorum. Yeryüzünde bulunan
milyarlarca canlı hücre Allah'ın gücüne, düşünce
ve mantığa dayalı bir şahitlik
yapmaktadırlar. Bu yüzden ben Allah'ın
varlığına bütün içtenliğimle
inanıyorum."
Bu şahitlikten bizi ilgilendiren evrenin oluşumu ve
hareketleri gibi hayat sırrının ve oluşumunun
da Allah'ın bilgisince kuşatılmış
gaybın kapsamına girdiği gerçeğidir. Bu
konuda ihtimaller ileri sürmekten başka insanın elinden
bir şey gelmez. Kuşkusuz ulu Allah doğru söylüyor.
"Göklerin, yerin ve kendilerinin yaratılmasını
onlara göstermedim." (Kehf Suresi: 51)
3- İnsana ulaşmak için daha geniş bir adım
atıyoruz. Erkeğin bir atımlık menisinde
yaklaşık olarak 60.000.000 (altmış milyon)
sperm yer almaktadır. Hepsi de kadının rahmindeki
yumurtalığa döllenmek için hızla
atılırlar. Hangisinin ileriye geçip yumurtacıkta döllendiğini
hiç kimse bilemez. İşte bu `gayb'dır. Ya da
aralarında bu işte bir rol sahibi olan kadın ve
erkekde olmak üzere hakkında insanların hiçbir
şey bilmediği Allah'ın görünmez kaderidir. Sonra
altmış milyon spermi geride bırakan tek sperm,
birlikte döllenmiş hücreyi oluşturmak için yumurta
ile birleşir. İşte cenin bundan meydana
gelmektedir. Yumurtalıktaki kromozomların tümü, dişi
olmakla beraber, sperm kromozomlarının bir
kısmı erkek bir kısmı da dişidir.
Yumurtalığa giren erkek ya da dişi
kromozomların sayısı -erkek veya dişi
olması bakımından- ceninin durumunu belirler. Bu da
yüce Allah'ın görünmez kaderine göre meydana gelmektedir.
Bu konuda insan herhangi bir bilgiye sahip olmadığı
gibi hiçbir şekilde müdahalede bulunma gücüne de sahip değildir.
Ceninin anne ve babası da farklı bir konuma sahip
değildir.
"Allah her dişinin rahminde
taşıdığını, rahimlerin düşürdüğünü
ve alıkoyduğunu bilir. Onun katında her şey
bir ölçüye göredir. Görüleni de görülmeyeni de bilir,
yücelerin yücesi büyük Allah." (Ra'd Suresi: 8-9)
"Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allah'ındır. Dilediğini yaratır,
dilediğine kız çocuk, dilediğine erkek çocuk
verir. Yahut hem kız, hem erkek çocuk verir, dilediğini
de kısır kılar. O, bilendir her şeye gücü
yetendir." (Şura Suresi; 49-50)
"Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü
karanlık içinde, yaratılıştan
yaratılışa geçirerek yaratmıştır.
İşte bu Rabbiniz olan Allah'tır, O'ndan başka
ilâh yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp
başkasına yönelirsiniz?" (Zümer Suresi: 6)
İşte bu, insan `bilgi'sinin kapısında
durduğu ve yirminci yüzyılda karşı
karşıya kaldığı `gayb' gerçeğidir.
Oysa geçmiş asırlarda yaşayan bazı kimseler
`gaybilik'in `bilimsellik'e aykırı olduğunu iddia
ediyorlardı. Bilimsel mantıkla yaşamak isteyen
toplumların, `gayb' mantığından
kurtulmalarının gerektiğini söylüyorlardı.
Ama işte bakınız bizzat insan bilgisi, yirminci yüzyıl
bilim ne diyor: Ulaşılan tüm sonuçlar ihtimallerden
ibarettir. Ortada kesin ve içinde kuşku bulunmayan tek gerçek
"gayb"dır.
Gayb gerçeği hakkındaki bu kısa ve toplu
değerlendirmemizi burada kesmeden önce İslâm inancında,
İslâm düşüncesinde ve İslâm mantığında
gayb gerçeğinin mahiyeti hakkında birkaç söz
söylememiz yararlı olacaktır.
İslâm düşüncesini ve İslâm mantığını
oluşturan İslâm inancının kaynağı
olan Kur'an, ortada bir görülen bir de görülmeyen alemin varlığından
söz etmektedir. O halde insanı kuşatan her şey, görülmezlikten
ibaret değildir. Aynı şekilde insanın sürekli
ilişki içinde olduğu evrensel kanunlar, büsbütün
bilinmezlik değildir.
Kuşkusuz bu evrenin değişmez kanunları
vardır. İnsan, yeryüzünde Allah'ın
halifeliği görevini yerine getirmek için, gücü ve ihtiyacı
oranında kendisine gerekli olacak kadarını öğrenebilir
bu kanunların. Kuşkusuz yüce Allah, insana evrensel
kanunların bir kısmını öğrenmek ve
halifelik görevini yerine getirmek, yeryüzünü imar etmek,
hayatı ilerletmek, yeryüzünün zenginlik kaynaklarından,
rızıklarından ve enerji kaynaklarından
yararlanmak için bu kanunlar uyarınca, evrensel
kanunları egemenliğine alma gücünü vermiştir.
Tüm genelliğiyle bu değişmez kanunların
yanında, yüce Allah'ın serbest iradesi vardır. Her
ne kadar bu kanunları kendisi koymuşsa da hiçbir zaman
bu kanunlar O'nun dilemesini bağlayamaz. Uygulanan bu
kanunların her defasında O'nun öngördüğü
şekilde uygulandığı Allah'ın kaderi
vardır. Dolayısıyla bu kanunlar, otomatik birer
unsur değildirler. Allah'ın koyduğu kural
uyarınca hareket etséler de, tüm hareketlerine Allah'ın
kaderi egemendir. Her defasında bu kanunların kendisine
uygun olarak hareket ettiği kaderde, hiç kimsenin hakkında
kesin olarak bir şey bilemediği `gayb'ın
kapsamındadır. Bu konuda insanların ileri sürdükleri
tüm bilgiler, `zan' ve `ihtimaller'den ileri gidemez. Bu, aynı
zamanda insan bilgisinin kabul ettiği bir husustur da.
Kuşkusuz, an gibi kısa bir zaman diliminde insan bünyesinde
milyarlarca operasyon meydana gelmektedir. Kendi bünyesinde olup
bitmesine rağmen tüm bunlar, insan için birer gaybdırlar.
Aynı şekilde çevresindeki evrende de bunun gibi
milyarlarca operasyon gerçekleşmektedir. Bunlar da
tıpkı diğerleri gibi insanın, hakkında hiçbir
şey bilmediği `gayb'ın kapsamına
girmektedirler.
Bazısı insanlar tarafından bilinen ve yeryüzünde
halifelik görevini yerine getirmek için düzenli ve bilimsel bir
şekilde yararlandığı değişmez
kanunların varlığına rağmen `gayb',
insanın ve evrenin geçmişini, bugününü ve geleceğini
kuşatmıştır.
Kuşkusuz insan, kendi isteğinin
dışında ve ne zaman geleceğini bilmeden bu dünyaya.
gelmektedir. Aynı şekilde kendi isteğinin
dışında ve ne zaman gideceğini bilmeden
gitmektedir. Bu durum her canlı için geçerlidir. Ne kadar
bilirse bilsin, neler öğrenirse öğrensin, bu
realiteden hiçbir şey değiştirmeyecektir.
"İslâm rasyonalizmi", `bilimsel gaybi' bir
rasyonalizmdir. Çünkü `bilim' ve `realite'nin
şahitliğiyle `gaybi'lik, `bilimsel'liğin ta
kendisidir. Gayb gerçeğini inkâr etmeye gelince bu,
bilgiçlik taslayanların içinde yüzdükleri bir
bilgisizliktir.
Kuşkusuz "İslâm rasyonalizmi", anahtarlarını
yüce Allah'dan başka kimsenin bilemediği gizli gayb'a
inanmayı ve değişmez evrensel kanunların
varlığını kabul etmeyi bünyesinde toplamıştır.
İnsanın yeryüzündeki hayatı için lâzım
olacak kadarını bilmek ve değişmez temelleri
uyarınca ilişkide bulunmak mümkündür bu kanunlarla.
Müslüman kendi sınırları içinde insan bilgisini
görmezlikten gelmez. Aynı şekilde, ortada yüce Allah'ın
dilediği kimseye dilediği kadarını öğretmesinin
dışında hiç kimsenin bilemediği bir gayb
aleminin olduğuna ilişkin realist gerçeği de
kavramaktan geri durmaz.
Gayb'a iman, kişiyi, duyularının
algıladığından başkasını
algılayamayan hayvanlık derecesinden alıp,
varlık aleminin, duyuların ya da duyu
organlarının bir uzantısından başka bir
şey olamayan teknolojik araçların
algılayabildiği şu küçücük ve sınırlı
mekandan çok daha büyük ve kapsamlı olduğunu
algılayan insanlık düzeyine çıkartan bir merdiven
konumundadır. Kuşkusuz bu, insanın,
varlığın tümüne, kendi varlığı,
varlığın bünyesindeki sınırsız güç
kaynaklarına, evrenin algılanmasına ve evrenin
ötesindeki güç ve planı kavramasına ilişkin düşüncesinde
derin etkileri bulunan bir değişimdir. Nitekim bu
değişimin, insanın yeryüzündeki hayatında da
derin etkileri söz konusudur. Kuşkusuz küçük bir ortamda
yaşayıp duyu organlarıyla algılayan, kocaman
evrende yaşayıp her şeyi ortada ve gözleriyle
gören, evrenin katmanları arasından ve derinlilerinden
gelen sesleri ve ilhamları algılayan, kısa ve
sınırlı ömründe aklının
aldıklarının zaman ve mekân içinde çok daha
boyutlu olduğunun bilincinde olan, görüleni ve
görülmeyeni ile birlikte evrenin ötesinde evrenden çok daha
büyük bir gerçeğin varlığından haberdar
olan, evrenin bu gerçekten kaynaklandığını,
varlığını ondan aldığını
ve bu gerçeğin, gözlerin göremediği,
akılların kavrayamadığı yüce ilâhlık
makamı olduğunu bilen birisi gibi olamaz.
..."Gayb'e (görünmeyene) inanmak, insanın,
hayvanlar alemi düzeyinin üstüne yükselmesi konusunda yol ayırımı
konumundadır. Fakat günümüzün materyalistleri, bütün
zamanların materyalistleri gibi insanı, duyu
organlarının' algıladıkları
dışında, hiçbir varlığın
onaylanmadığı hayvanlık düzeyine indirmek
istiyor ve bu kavrama körlüğüne `ilericilik' adını
veriyorlar. Oysa bu yaklaşım, yüce Allah'ın, müminleri
içine düşmekten koruduğu bir tersine gidiştir.
Allah, müminleri bu tersine gidişten koruyarak, `görünmeyene
inanmak' sıfatın ı onların
ayırıcı niteliklerinden biri
yapmıştır. Sayısız nimetlerine
karşılık Allah'a hamd olsun. Ve yine tersine
gidenler ile baş aşağı dönenlere yazıklar
olsun."
`Gaybilik' ve `Bilimsellik'ten söz edenler bir de `tarihsel
determinizm'den söz etmektedirler. Sanki tüm gelecekten eminmişler
gibi. Oysa çağdaş bilim, "ihtimaller"den söz
etmektedir, `kesin sonuçlar'dan değil.
`Kesin zorunluluk'lardan söz edenlerden biri de Marx'tı.
Peki günümüzde Marx'ın haber verdiği `determinizm'
nerede?
Marx, sanayileşmenin zirvesine ulaşması ve
dolayısıyla kapitalizmin zirveye yerleşmesi, öte
taraftan işçilerin gittikçe yoksullaşmaları
sonucu kaçınılmaz olarak komünizmin İngiltere'de
gerçekleşeceğini haber vermişti. Ancak komünizm
sanayi bakımından en çok, geri kalmış
uluslarda; Rusya Çin ve benzeri yerlerde kurulabildi. Fakat
sanayileşmiş ileri ülkelerde hiçbir zaman gerçekleşemedi.
Lenin ve Stalin, Kapitalist dünya ile Komünist dünya arasında
zorunlu bir savaştan haber vermişlerdi. Oysa halefleri
Kruşçef `barış içinde yaşam'
bayrağını yükseltmektedir.
Biz zorunluluklardan söz eden bütün kehanetleri uzun uzadıya
anlatacak değiliz. Çünkü üzerinde ciddi ciddi tartışmaya
değmezler.
Kuşkusuz ortada tartışmasız tek gerçek
vardır, o da gayb gerçeğidir. Bundan sonrası
ihtimallerden ibarettir. Meydana gelmesi zorunlu olan bir tek
şey vardır, o da yüce Allah'ın hükmünü takdir
ettiği şeyin meydana gelmesidir. Allah'ın kaderi de
görülmez gaybdır. Bunların yanında bir de evrenin
değişmez bir yasası vardır. İnsanın
bu yasayı öğrenmesi ve yeryüzündeki halifelik
görevinde onlardan yararlanması her zaman mümkündür.
Ancak Allah'ın yürürlükteki kaderine ve bilinmez gaybına
kapıyı her zaman açık tutmak şartıyla.
İşte her şeyin temeli budur.
"Doğrusu bu Kur'an en doğru yola götürür."
(İsra Suresi: 9)
Ayetlerin akışı, gaybın anahtarlarına
ve evrenin her köşesinde olup bitenlere ilişkin yüce
Allah'ın kapsamlı bilgisinden, insanların
şahsında bu kapsamlı bilginin bir diğer
alanına geçmektedir. Kuşatıcı bilgiden sonra
ilâhi egemenliğin alanlarından birine geçmektedir.