56- De ki; "Sizin Allah dışında
yalvardığınız ilâhlara tapmak bana yasaklandı.
" De ki; "Ben sizin keyfi arzularınıza uymam;
uyarsam sapıtmış, doğru yolda gidenlerden
olmamış olurum. "
57- De ki; "Ben Rabbimden gelen kesin bir delile
dayanıyorum, .siz ise onu yalanladınız. Bir an
önce gerçekleşmesini istediğiniz azap da benim
yetkimde değildir. Egemenlik ,Allah'ın tekelindedir. O
gerçeği açıklar ve O ayırd edici hükmü
verenlerin en hayırlısıdır. "
58- De ki; "Eğer bir an önce gerçekleşmesini
istediğiniz azap benim yetkimde olsaydı, aramızdaki
mesele çoktan çözümlenmiş olurdu. " Allah, zalimleri
herkesten iyi bilir.
Bu dalga, birçok yönden insan gönlünü "ilâhlık
gerçeği" ile yüzyüze getiren değişik
melodilerde somutlaşan duygulandırıcı
etkenleri bünyesinde toplamaktadır. Bu derin etkenler
arasında, Rabbinin kendisine vahyettiğini duyurması,
bunun dışında başka bir şey
yapamayacağını belirtmesi, ondan
başkasına uyamayacağını ve
başkalarından ilham alamayacağını
bildirmesi için peygamberimize yönelik şu tekrarlanan
melodi yer almaktadır:
"De
ki... De ki... De ki..."
Yüce Allah Peygamberine, müşriklerin Allah'dan
başka yalvardıkları, dolayısıyle Allah'a
eş koştukları kimselere kulluk yapmaktan Rabbi
tarafından alıkonduğunu belirtmesini emretmektedir.
Çünkü Resulullah (s.a.s) onların arzularına uymaktan
alıkonmuştur. Kuşkusuz onlar Allah'dan başka
dua ettiklerine, bir bilgiye ya da gerçeğe
dayanmaksızın arzularına uyarak dua etmektedirler.
Şayet Peygamber (Allah'ın selâmı üzerine olsun)
onların bu arzularına uyacak olursa, kuşkusuz
sapıtacaktır, doğru yolu bulması mümkün
olmayacaktır. Arzuları ne onu, ne de kendilerini
sapıklıktan başka bir şeye yöneltmeyecektir.
Yüce Allah, Peygamberine (Allah'ın selâmı üzerine
olsun) müşrikleri bu şekilde
karşılamasını ve daha önce bu surede
benzerini emrettiği gibi onlara karşı kesin
tavırlı olmasını emretmektedir. Yüce Allah
şöyle buyurmuştu:
-
De ki;
"En büyük şahitlik kiminkidir?" De ki; "Benimle
sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an, gerek sizi,
gerekse ulaştığı herkesi uyarayım diye
bana vahyedildi, sizler Allah ile birlikte başka ilâhlar
olduğuna mı şahadet ediyorsunuz?" De ki;
"Ben buna şahadet etmem". De ki; "O tek bir ilâhdır
ve ben sizin O'na koştuğunuz ortaklardan
uzağım." (En'am Suresi: 19)
Müşrikler, Resulullah'ı kendi dinlerine uymaya çağırıyorlardı.
Onlar da onun dinine uyacaklardı. Şayet
tanrılarına secde edecek olursa, onlar da onun
ilahına secde edeceklerdi. Bütün bunlar olabilirmiş
gibi! Şirk ile İslâm bir kalpte barınabilirmiş
gibi! Ve sanki Allah'a kulluk, O'ndan başkasına kulluk
yapmakla birlikte yerine gelebilecekmiş gibi! Oysa yüce
Allah, kullarından kulluğu sadece kendisine özgü kılmalarını
istemektedir. Herhangi bir şekilde ondan başkasına
kullukla karıştırdıkları zaman, kendisine
yönelik kulluklarını kabul etmeyeceğini
belirtmektedir.
Her ne kadar Resulullah (s.a.s) Allah'dan başka dua edilen
ve üstün tutulan herhangi bir şeye kulluk yapmaktan
alıkonuluyorsa da, 56. ayette geçen ellezine (= kimseler)
kelimesi üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Çünkü
ellezine ( = kimseler) kelimesi, akıl sahibi canlılar için
kullanılmaktadır. Şayet ayette putlar, heykeller ve
benzeri şeyler kastedilmiş olsaydı "ellezine"
(= kimseler) deyimi yerine, "Ma" (= şeyler) deyimi
kullanılacaktı. O halde "ellezine" ( =
kimseler) deyimiyle -put, heykel ve benzeri şeylerin
yanında- başka bir türün kastedilmiş olması
gerekmektedir. "Ellezine" (= kimseler) zamiri ile
akıl sahibi bir tür ifade edilmiş olsa gerektir. Ayetin
anlamında daha çok akıl sahipleri kastedildiğinden,
çoğunlukla da akıl sahiplerinin sıfatıyla
nitelendirilmiştir. Bu anlayış bir yandan realiteye,
öte yandan burada anlatılan İslâmî terimlere uygun
düşmektedir.
Realite açısından baktığımızda,
müşriklerin sadece putları ve heykelleri Allah'a ortak
koşmadıklarını görürüz. Bunların
yanında cin, melek ve insanları da ortak
koşuyorlardı. Onların fert ve toplum için kanun
koyma yetkisini tanımaktan başka bir şekilde
insanları Allah'a ortak koşmaları söz konusu değildi.
Bu insanlar birtakım kurallar belirliyor, gelenekler meydana
getiriyorlardı. Aralarındaki anlaşmazlıklarda
gelenek ve görüşlerine göre hükümler koyuyorlardı.
Bu noktada sorunun İslâmî terimler açısından
ele alınmasına geliyoruz. İslâm bunu şirk
kabul eder. İnsanların insanlara ilişkin konularda
hükümler koymasını ilâhlık, diğerlerinin
onlara yaklaşımını da Allah'a eş
koşma olarak nitelendirir. İslâm bunu da put ve
heykellere secde edilmesini yasakladığı gibi
yasaklamıştır. İslâm geleneğinde ikisi
de birdir; Allah'a ortak koşmak, O'nun benzerinin
olduğunu iddia etmektir.
Ardından ikinci mesaj yer almaktadır. Bu da birinci
mesaja bağlı ve onun bütünleyicisi konumundadır.
-
De ki;
"Ben Rabbimden gelen kesin bir delile dayanıyorum, siz
ise onu yalanladınız. Bir an önce gerçekleşmesini
istediğiniz azap da benim yetkimde değildir. Egemenlik
Allah'ın tekelindedir. O gerçeği açıklar ve O
ayırd edici hükmü verenlerin en bayırlısıdır."
Bu da yüce Allah'ın peygamberine, içindeki derin ve net
inancı, iç dünyasındaki açık kanıtı ve
Rabbine; O'nun varlığına, birliğine ve
kendisine yönelik vahyine ilişkin vicdanında yer eden
derin duyguyu, Rabblerini yalanlayan müşriklerin yüzüne
haykırmasını emretmesine ilişkindir. Bu da her
peygamberin Rabbinden edindiği bilinçtir. Bu bilinci şu
ifade veya benzeri ifadelerle dile getirmişlerdir.
Nuh (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bu bilinci;
"De ki; ey kavmim, Rabbimin katından bir delilim bulunsa
ve bana yine katından bir rahmet vermiş ancak bunlar
sizden gizlenmiş olsa, söyleyin bana, hoşlanmadığınız
halde zorla sizi bunlara mecbur mu ederiz?" (Hud, 28)
şeklinde ifade etmiştir.
Bu konuyla ilişkili olarak Salih (Allah'ın selâmı
üzerine olsun) şöyle demektedir:
"De ki; ey kavmim eğer Rabbimden bir belgem olur ve
bana rahmet eder de ben O'na baş kaldırırsam, söyleyin,
Allah'a karşı bana kim yardım eder? Bana
zararımı arttırmaktan başka bir şey
yapamazsınız... "(Hud Suresi: 63)
Bu bilinci, İbrahim (Allah'ın selâmı üzerine
olsun) şöyle dile getirmektedir:
- Kavmi onunla tar
tışmaya
girişti, bunun üzerine onlara dedi ki; "Allah beni doğru
yola iletmişken sizler, O'nun hakkında benimle
tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Ben
O'na koştuğunuz ortaklardan korkmam. Meğer ki,
Rabbim hakkımda bir şey dilemiş olsun. Rabbimin
bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Halâ düşünmüyor
musunuz?" (En'am Suresi: 80)
Yakup (Allah'ın selâmı üzerine olsun) da şöyle
dile getirmektedir bu bilinci:
"Müjdeci gelip gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca,
hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub, "Ben
size Allah katından bilmediğinizi biliyorum dememiş
miydim? dedi." (Yusuf Suresi: 96)
Bu, yüce Allah'ın gönüllerinde bu gerçeği ortaya
çıkardığı dostlarının kalplerinde
beliren "ilâhlık gerçeği"dir. Onu içlerinde
hazır buluyorlar. Bu açık gerçeği derinden
hissediyorlar. Gönüllerinde bu gerçeğe olan kesin inanç
coşmaktadır. Bu yüce Allah'ın peygamberine,
yalanlayan müşriklerin yüzüne karşı
haykırmasını emrettiği gerçektir. Bu müşrikler
peygamberin Rabbinden getirdiği gerçeği doğrulamak
için mucizeler istiyorlardı. Oysa peygamber bu gerçeği
gönlünün derinliklerinde tam ve açık olarak hissediyordu.
De ki; "Ben Rabbimden gelen kesin bir delile
dayanıyorum." Siz ise
onu
yalanladınız.
Aynı şekilde onun Allah tarafından gönderildiğini
doğrulamak için üzerlerine bir mucize ya da gökten bir
azap indirmesini istiyorlardı. Oysa peygamber (Allah'ın
selâmı üzerine olsun), peygamberlik ve peygamber gerçeğini
duyurmak ve bu gerçekle ilâhlık gerçeğini bütünüyle
birbirinden ayırmakla emr olunmuştu. Bir de meydana
gelmesini sabırsızlıkla istedikleri şeyin
elinden gelmediğini, bunun sadece yüce Allah'ın
yetkisinde olduğunu, çünkü kendisinin ilâh olmayıp,
sadece bir peygamber olduğunu bildirmesi emredilmişti.
Bir an önce gerçekleşmesini istediğiniz azap da
benim yetkimde değildir. Egemenlik Allah'ın
tekelindedir. O gerçeği açıklar ve O ayırd edici
hükmü verenlerin en hayırlısıdır."
Kuşkusuz mucize meydana gelip onlar da yalanladılar
mı, artık azaba uğramaları karara
bağlanmış bir hükümdür. Karar verip hükmetme
yetkisi de sadece Allah'a aittir. Çünkü gerçeği
anlatıp haber veren yalnızca O'dur. Hakka çağman
ile onu yalanlayan arasında hükmedecek de O'dur... Bu veya o
konuda yarâttıklarından birinin herhangi bir yetkisi söz
konusu değildir.
Bu şekilde peygamber, yüce Allah'ın
kullarının üzerine indirdiği herhangi bir musibet
olayında, bir müdahalesinin ve gücünün bulunmadığını
belirterek, kendini soyutlamış oluyor. Çünkü bu olay,
ilâhlığın alanına giren bir olaydır ve
O'nun özelliklerindendir. O ise tebliğ etmek ve uyarmak için
kendisine vahyedilen bir insandır, yoksa musibetler indirmek
ve hüküm vermek peygamberin yetkisinde değildir. Gerçeği
anlatıp haber veren yüce Allah olduğu gibi, bir konuyu
karara bağlayıp hükmeden de O'dur. Bundan sonra yüce
Allah'ın zatın ı ve özelliklerini kulların
kişiliklerinden kesinlikle tenzih ve soyutlamadan başka
bir şey söz konusu değildir.
Ardından yüce Allah peygamberine onların gönüllerine
ve akıllarına hitap etmesini, bu işin Allah
katından olduğuna ve O'nun özgür iradesine bağlı
olduğuna ilişkin güçlü kanıtlara onları yöneltmesini
emretmektedir. Şayet aralarında azap indirmek de olmak
üzere mucizeler meydana getirmek işi, bir insan olarak onun
yapabileceği bir şey olsaydı, bu kadar
ısrarlı oluşlarına dayanamaz onlara
karşılık verebilirdi. Ancak bu iş bütünüyle
sadece Allah'ın elinde olduğu için onlara yumuşak
davranıyor ve onlardan önce yaşamış kavimlere
yaptığı gibi, yalanlamaları durumunda yok
edici azabın geleceği hakkında mucizeleri
indirmiyor:
De ki; "Eğer bir an önce gerçekleşmesini
istediğiniz azap benim yetkimde olsaydı, aramızdaki
mesele çoktan çözümlenmiş olurdu." Allah zalimleri
herkesten iyi bilir.
Kuşkusuz sabırlı olmada, yumuşak davranmada
ve süre tanımada insanın gücü sınırlıdır.
Doğal olarak halım, güçlü ve ulu Allah'dan başkası,
isyan, azgınlık ve büyüklenme karşısında
insanlara yumuşak davranıp süre tanıyamaz.
Şüphesiz ulu Allah doğru söylüyor. Çünkü insan
kimi zaman canı boğaza dayandıracak kadar can
sıkıcı kimseler görür, sonra bakar ki, yüce
Allah onlara mülkünden büyük bir genişlik
bahşetmekte ve onları yedirip içirmektedir. Kimi zaman
üzerlerine bol yağmurlar indirmektedir. Her şeyin
kapısını açmıştır onlara.
İnsan, müşrikler kendisine yüzünü gözünü tanınmaz
hale sokacak kadar sert darbeler indirirken, Ebu Bekir'in
(Allah'ın selâmı üzerine olsun) söylediğinden
başka söyleyecek söz bulamıyor:
"Ya
Rabbim, ne kadar halimsin? Ya Rabbim, ne kadar halimsin?.. Kuşkusuz
bu yalnızca yüce Allah'ın ilmidir. Bilmedikleri bir yönden
yavaş yavaş onları sonlarına
yaklaştırmaktadır.
-Allah zalimleri herkesten iyi bilir.
Yüce Allah bilerek onlara süre tanımaktadır.
Onları bir süre için bekletmesinin bir hikmeti vardır.
İstediklerine karşılık verip ardından
üzerlerine acıklı bir azap indirileceği halde,
yavaştan almasının bir nedeni vardır.
GAYBIN ANAHTARI ALLAH KATINDADIR
Yüce Allah'ın zalimleri bilmesi münasebetiyle ve
"ilâhlık gerçeği"nin açıklamasına
yeniden dönülmesi esnasında bu gerçek, derin ve önemli
bir alanda belirginleşmektedir. Gizli, gayb alanında ve
yüce Allah'ın bu gaybı bütünüyle kuşatmış
bilgisinde ortaya çıkmaktadır bu gerçek. Bu bilginin eşsiz
bir tablosu çizilmektedir. Uzaktan bu bilginin boyutlarına
ve ufuklarına işaret eden uzun menzilli oklar gönderilmektedir: