Kuşkusuz bu din insanlığı akli
olgunluğa hazırlıyordu. Yüce Allah'ın insana
bağışladığı bu büyük cihazı,
işaretleri varlık bütününün aşamalarından,
hayatın değişik alanlarından ve
yaratılışın sırlarından
fışkıran gerçeğin kavranmasında eksiksiz
bir şekilde kullanmaya alıştırıyordu.
Nitekim Kur'an bu gerçeği ortaya çıkarmak, iyice
belirginleştirmek ve insanın
kavrayışını ona yöneltmek için gelmiştir.
Bütün bunlar, insanlığı gözle görülen maddi
harikaların zorlaması karşısında
boyunları büken, karşı çıkanları
kabullenmeye zorlayan somut mucizeler evresinden insan
anlayışını varlık bütünündeki ilahı
sanatın güzelliklerini düşünmeye yöneltme aşamasına
getirmeyi gerektiriyordu. Bu da bizzat bir harika, bir mucizedir.
Ancak varlığın dayandığı ve
temellerini yükselttiği sürekli bir mucize... Aynı
zamanda insanın kavrayışına Allah
katından gelen erişilmez kitapla hitap etmeyi
gerektiriyordu. Bu kitap, ifade bakımından, metot açısından
bir mucizedir. Eşsiz bir şekilde oluşturmaya çalıştığı
hareket halindeki, organik toplumsal yapısında bir
olağan-üstülük vardır. Bundan sonra hiçbir örnek
onun düzeyine ulaşamaz.
İnsanın kavrama yeteneği bu tür bir değişime,
bu boyutta bir ilerleme alışına ve insanlar
ilahı direktiflerin, Kur'an'ı kontrolün ve peygamberi eğitimin
ışığında beşeri
kavrayışlarıyla varlık bütününün sayfalarını
okumaya yönelene kadar bu iş uzun bir eğitim ve sürekli
bir yönlendirmeyi gerektirmişti. Bu sayfaları okuma
tarzı, bir anda gerçekleşen gaybi, realist ve
yapıcı bir okuma tarzıdır. Bu tarz, bir
kısım Yunan felsefesine ve hristiyan teolojisine egemen
soyut zihinsel düşüncelerin yöntemlerinden farklı,
bir de hem bu felsefelerin bir kısmında, hem de
bazı Hind, Mısır, Budist ve Mecusi felsefelerinde
yaygın somut ve maddi yöntemlerinden uzak, aynı zamanda
cahiliye döneminin Arap inançlarına egemen basit ve somut
metodun dışında bir tarzdır.
Bu eğitimin ve bu yönlendirmenin bir yönü peygamberin
görevinin ve şu iki ayetin belirttiği şekliyle
-nitekim surenin akışı içinde yeralan aşağıdaki
bölümde de belirtilecektir- peygamberlikteki rolünün gerçek
mahiyetinin açıklanmasında somutlaşmaktadır.
Peygamber bir insandır. Allah onu müjdelemesi ve uyarıda
bulunması için gönderir. O'nun görevi burada biter. Bundan
sonra insanların karşılık vermesi gelir. Bu
karşılık vermeyle birlikte yüce Allah takdir ve
irade fonksiyonunu yerine getirir. İş insanların
tavrına uygun verilen ilahi cezayla sonuçlânır. Kim
inanır ve imanı somutlaştıran iyi
davranışlarda bulunursa, gelecek için bir endişesi,
geçmiş için de bir üzüntüsü söz konusu değildir.
Çünkü geçmişi için bağışlanma ve
işlediği iyilikler için sevap vardır. Aynı
şekilde kim peygamberlerin getirdiği ve varlık
safhalarında dikkat çektiği Allah'ın ayetlerini
yalanlarsa, burada "fasıklıklarından
ötürü" şeklinde ifade edilen kâfirliklerinden
dolayı azaba çarpılırlar. Nitekim Kur'an-ı
Kerim'in birçok yerinde şirk ve küfür genellikle zulüm ve
fısk (yoldan çıkma) olarak ifade edilir.
Bir karmaşıklık, bir kapalılık söz
konusu olmayan açık ve sade bir düşünce... Peygambere,
görevine ve dindeki fonksiyonunun sınırına
ilişkin sağlam bir açıklama... Yüce Allah'ı
ilahlıkta ve ilahlığın özelliklerinden
birleyen, her şeyi Allah'ın iradesine ve kaderine
bağlayan, bundan sonra insana yöneliş ve yönelişin
sorumluluğunu yüklenme özgürlüğü tanıyan,
gayet net bir şekilde Allah'ın emirlerine itaat
edenlerle isyan edenlerin sonlarını açıklayan ve
cahiliye toplumlarında yaygın olduğu şekliyle
peygamberin tabiatına ve işlevine ilişkin
efsaneleri ve kapalı düşünceleri bertaraf eden bir düşünce...
Böylece insanlık zihinsel felsefelerin ve nesiller boyu
insanın kavrama yeteneğini boşu boşuna tüketen
teolojik tartışmaların
şaşkınlığına dalmaksızın
akli olgunluk aşamasına geliyor.
PEYGAMBERİN MAHİYETİ
Okuyacağımız bölüm -surenin akışı
içinde yeralan geçen bölümde kimi örneklerini sunduğumuz-
mucize istemeleri münasebetiyle müşrikleri
peygamberliğin gerçek mahiyeti ve peygamberin tabiatıyla
karşı karşıya getirmenin devamı
niteliğindedir. Hem Arap cahiliyesi hem de çevrelerindeki
toplumlar bu düşüncelerle boşu boşuna
oyalanıyorlardı. Bunların yüzünden risalet ve
nübüvvetin vahiy ve peygamberin gerçek mahiyetini unutup,
peygamberlik sihir ve kahinlikle, vahiy de cin ve cinnetle karıştırılmıştı.
Böylece bu toplumlar efsane, kuruntu ve sapıklıkların
girdabına dalmışlardı. İşte bu ders
peygamberlikler ve peygamberler konusunda -tüm insanlık
bazında- cahiliye düşüncelerinin düzeltilmesini ele
alan geçen konunun devamı mahiyetindedir. Nitekim bu tür
cahili düşüncelerin etkisiyle gaibten haber vermesi, olağan-üstü
şeyler meydana getirmesi ve cinlerle ilişkisi bulunan
kimselerin ve sihirbazların alışılagelen
numaraları yapması istenirdi peygamberden. Sonra gerçeği
batılın üzerine vurmak, batılı paramparça
edip yok etmek, insanları imanî düşünceye, onun açıklığına,
sadeliğine, doğruluğuna, realistliğine döndürmek,
peygamberlik ve peygamberin görüntüsünü tüm cahiliye
toplumlarında yaygınlık kazanan hurafelerden,
efsanelerden, kuruntu ve saplantılardan kurtarmak için
İslâm inancı gelmiştir. Aralarındaki inanç
ve doktrin farklılığına rağmen Arap müşriklerine
en yakın cahiliye toplumları yahudi ve
hıristiyanlardan oluşan ehl-i kitap idi. Bunlar
peygamberlik ve peygamberin görünümünü en kötü bir
şekilde çirkinleştirmede ortak tavır içindeydiler.
Peygamberlik ve peygamberin gerçek durumu açıklandıktan,
bunlar nübüvvet ve nebi olgularının görünümünü
bulandıran, asılsız kuruntu ve saplantılardan
arındırılmış bir şekilde
insanların dikkatlerine sunulduktan sonra Kur'an-ı Kerim
kendi tabiatının dışında kalan tüm
aldatmacalardan ve kendi gerçeğine sonradan
iliştirilmiş her türlü süsten soyutlanmış
inanç sistemini sunmaktadır. Buna göre Kur'an'ı
insanların ilgisine sunan peygamber -salât ve selâm
üzerine olsun- bir insandır. Allah'ın hazinelerine
sahip değildir. Gaybi bilemediği gibi "Ben bir
meleğim" de demez. O söylediklerini ve hareket tarzını
Rabbinden edinir. Rabbinin kendisine vahyettiğinin
dışında herhangi bir şeye uyamaz. O'nun çağrısını
benimsemezler, Allah katında insanların en
üstünüdürler. Peygamber de onların hak yolunda
kalıcı olmalarını sağlamak, onları yönlendirmek
ve yüce Allah'ın onlara yönelik olarak üzerine aldığı
rahmet ve bağışlamayı duyurmak zorundadır.
Aynı şekilde ahiret korkusuyla gönülleri titreyenleri
takva derecesine ulaştırmak için gerekli uyarıyı
yapmak da peygamberin görevidir. Görevi bu iki hususta sınırlıdır.
Nitekim gerçek konumu da "insan olma" ve "vahiy"
olmakla sınırlıdır. Bu şekilde
peygamberin düşüncelerde yer eden görevi ve gerçek konumu
bütünüyle düzeltilmiş oluyor. Sonra, bu düzeltme ve uyarı
sayesinde, yol ayırımında suçluların yolu
iyice belli olmuş, hak ve batıl açığa
kavuşmuş, peygamberin tabiatı ve
peygamberliğin gerçek mahiyeti etrafındaki
kapalılık ve vehim giderilmiş oluyor. Hidayet ve
sapıklığın çevresindeki kapalılık
giderildiği, mü'minlerle mü'min olmayanlar arasındaki
ayrılık son derece aydınlık bir ortamda ve
katışıksız bir inançla tamamlandığı
gibi.
Bu gerçeklere ilişkin olarak yapılan açıklama
sırasında ayetlerin akışı ilahlık
gerçeğinin bir yönünü, gerek peygamberin, gerekse -itaat
edeni ve isyan edeniyle- tüm insanların bu gerçekle
ilgisini gözler önüne sermekte, hem hidayet hem de bu
gerçekten sapmanın tabiatından söz etmektedir. Buna
göre bu gerçeğe ilişkin olarak doğru yolda olmak
basirettir. Ondan sapmak ise körlüktür. Yüce Allah, tevbe
ettikleri, bundan sonra da doğru yolda hareket ettikleri
zaman kullarına yönelik olarak tevbede somutlaşan
rahmeti ve bilmeden işledikleri günahları
bağışlamayı üzerine almıştır.
Yüce Allah suçluların yolunun belli olmasını
dilemektedir. Bundan sonra inanan bir kanıta dayanarak
inansın, sapıtan da bir kanıta dayanarak
sapıtsın. İnsanlar asılsız hurafelerin ve
sanıların baskısından uzak bir açıklıkla
konumlarını belirlesinler...