GEÇMİŞ ÜMMETLER
42- Senden önceki birçok ümmetlere peygamberler gönderdik,
dinlemediler. Bunun üzerine ola ki, bize yalvarırlar diye
kendilerini sıkıntılara ve belâlara çarptırdık.
43- Bari sıkıntılarımız
başlarına gelince bize yalvarsalardı ya! Fakat
kalbleri katılaştı ve şeytan
yaptıkları her şeyi olara cazip gösterdi.
44- Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca
bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine açtık,
nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden
şımarıklığa
kapıldıklarında kendilerini ansızın,
kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya
düştü!
45- Böylece, alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun ki,
zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu k
urudu.
Bu yüce Allah'ın korkunç azabından bir örnekle karşılaştırmadır.
Tarihsel olgudan bir örnek. İnsanların ne şekilde
Allah'ın azabıyla karşı karşıya
kaldıklarını, bu azapla karşı
karşıya kalmalarının sonunun nasıl
olduğunu, yüce Allah'ın onlara nasıl fırsat
üstüne fırsat verdiğini, nasıl peş peşe
uyarıda bulunduğunu gözler önüne seren ve yorumlayan
bir örnek... Kendilerine bildirilenleri unuttukları,
şiddet onları yüce Allah'a inanmaya ve O'na boyun eğmeye
yöneltmediği, kendilerine verilen nimetler onları
şükretmeye ve fitneden sakınmaya sevk etmediği,
fıtratları bir daha düzelmeyecek kadar bozulduğu,
hayatları artık düzelmeyecek kadar kokuştuğu
zaman, onlar hakkındaki yüce Allah'ın sözü gerçekleşir
ve üzerlerine hiçbir yurdun kurtulmasının söz konusu
olmadığı yok edici azap indirilir.
"Senden önceki birçok ümmetlere peygamberler gönderdik,
dinlemediler. Bunun üzerine ola ki, bize yalvarırlar diye
kendilerini sıkıntılara ve belâlara çarptırdık."
"Bari sıkıntılarımız
başlarına gelince, bize yalvarsalardı ya! Fakat
kalpleri katılaştı ve şeytan
yaptıkları her şeyi onlara cazip gösterdi."
Daha insan yapısı tarih bilimi doğmadan,
Kur'an-ı Kerim'in insanlığa birçok olaylarını
haber verdiği bu ulusların çoğu,
insanlığın pratiğince bilinmektedir.
İnsanoğlunun yazıya geçirdiği tarih, sonradan
meydana gelmiş, daha yeni doğmuştur. Yaşı
küçüktür. İnsanın yeryüzündeki gerçek tarihinin
çok az bir kısmını kapsamaktadır. İnsan
yapısı olan bu tarih
-kısalığının yanında- yalan ve
yanılmalarla doludur. İnsanlık tarihini ortaya çıkaran
ve yönlendiren etkenlerin tümünü kuşatmaktan acizdir,
yetersizdir. Bu etkenlerin bazısı ruhların
derinliklerinde, bazısı da çok az bir kısmı görülebilen
gayb perdesinin ötesinde yer alabilir. Görülebilen bu kısmın
derlenmesinde, yorumunda, gerçeğin sahteden ayırd
edilmesinde -pek azı müstesna- insan hep yanılmıştır.
Herhangi bir insanın bilgi açısından insanlık
tarihini kuşattığını, tarihi bilimsel
olarak yorumlayabileceğini, aynı şekilde olabilecek
zorunlu sonuçları kesin şekilde
belirleyebileceğini iddia etmesi, bir insanın ortaya
atabileceği en büyük yalandır. İşin garip
tarafı bazısının böyle iddialarda bulunmasıdır,
bundan çok daha garibi de bazısının bu
iddiaları doğrulamasıdır. Bu iddiada bulunan
kişi şayet, birtakım olabilecek şeylerden söz
ettiğini, yoksa kesin şeylerden söz etmediğini söyleseydi
bu daha normal olacaktı. Artık iftiracı kendisini
doğrulayan aptallar bulunduğunda, neden iftira etmesin
ki?
Yüce Allah gerçeği söylüyor. Neyin olacağını
ve niçin olacağını o bilir. Rahmetinin ve
kullarına yönelik lütfunun sonucu olarak, sünnetinin ve
kaderinin ötesinde gizli sırların bir yönünü sakınmaları,
öğüt almaları ve tarihsel olguların gerisindeki
gizli etkenleri ve görülen nedenleri kavramaları için
kullarına anlatmaktadır. Böylece bu tarihsel olguyu
eksiksiz ve doğru bir şekilde yorumlayabilirler. Bu
bilginin ötesinde yüce Allah'ın değişmez
yasasına dayanarak olabilecek olaylar hakkında görüş
belirtebilirler. Bu yasayı, yüce Allah onlar için açığa
çıkarmıştır.
Bu ayetlerde değişik toplumlarda yinelenen bir örnek
tasvir edilmekte, gözler önüne serilmektedir. Kendilerine
peygamberler gelen ve peygamberleri yalanlayan bu toplumlar
sonuçta malları ve canları, durumları ve
konumları açısından Allah tarafından felâkete
ve sıkıntıya uğratılmaktadır. Bu felâket
ve sıkıntı, geçen ayetlerde söz konusu edilen
"Allah'ın azabı"nın düzeyinde değildir.
Yok etme ve yeryüzünden silme azabıyla eş düzeye ulaşamamıştır.
Kur'an-ı Kerim bu toplumlara ve
uğratıldıkları felâket ve sıkıntılara
Firavun ve kavminin ileri gelenlerinin hikâyesinde belirgin bir
örnek vermektedir.
"Andolsun ki, biz Firavunoğulları'nı, ola
ki akılları başlarına gelir diye,
yıllarca süren kuraklığa ve ürün kıtlığına
uğrattık." (A'raf suresi: 130)
-Onlar bir iyilikle karşılaşınca "Bu
kendimizden kaynaklanıyor" derler. Fakat eğer
başlarına bir kötülük gelecek olursa bunu Musa ile
arkadaşlarının uğursuzluğuna yorarlar.
Oysa onların kaderlerini belirleme yetkisi sırf
Allah'ın . tekelindedir, fakat çoğu bunu bilmiyor.
-Musa'ya "Bizi büyülemek üzerine ne mucize gösterirsen
göster, sana kesinlikle inanmayacağız" dediler.
-Biz de onlara, ayrı ayrı birer mucize olarak su
baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını,
kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de burun kıvırarak
günahkâr bir toplum oldular. A'raf: 131-133
Bu, ayetin işaret ettiği örneklerden bir tanesidir...
Kendilerine gelmeleri, vicdanlarını ve pratik
hayatlarını denetlemeleri için yüce Allah onları
felâket ve sıkıntıya
uğratmıştır. Şiddetin baskısı
altındà Allah'ın huzurunda eğilsinler, O'na boyun
eğsinler, inatlarından ve büyüklenmelerinden
vazgeçsinler, samimi kalplerle felâketi gidermesi için Allah'a
yalvarsınlar diye. Yüce Allah da felâketi giderip
üzerlerine rahmet kapılarını açsın diye.
Ancak onlar kendilerinden beklenen tavrı göstermiyorlar.
Şiddet akıllarını başlarına
getirmeye, gözlerini açmaya, taşlaşmış
kalplerini yumuşatmaya yetmiyor. Şeytan arkalarında
yer alıp içinde bulundukları sapıklık ve
serkeşliği süslü gösteriyor:
"Fakat kalbleri katılaştı ve şeytan
her şeyi onlara cazip gö
sterdi."
Şiddetin, Allah'a yöneltmediği kalp
taşlaşmıştır. İçinde şiddetin
sıkabileceği bir yumuşaklık kalmamış
demektir. Artık ölüdür bu kalp, şiddetin bir etkisi söz
konusu olamaz. İçindeki fıtri alıcı
cihazları iş görmez hale gelmiştir. Canlı gönülleri
algılamak ve karşılık vermek için uyaran, bu
uyarıcı iğneleme de etkili olamaz. Şiddet yüce
Allah tarafından kullara yönelik bir sınamadır.
Diri olanları uyandırır, gönlünün kapılarını
açar ve o'nu Rabbine döndürür. Bundan sonra o'na rahmet etmek
yüce Allah'ın üzerine aldığı rahmetin bir
parçasıdır. Ölülere gelince, bu onların
aleyhindedir. Hiçbir yararı olmaz O'na. Sadece mazeretini ve
bahanesini geçersiz kılar. Onun için bu, mutsuzluk kaynağı
olur. Azaba çarptırılmasına neden teşkil eder.
Yüce Allah'ın peygamberine -salât ve selâm üzerine
olsun- onun ardından ümmetine haberlerini anlattığı
bu toplumlar şiddetten hiçbir şekilde
yararlanmamışlar. Allah'ın huzurunda
eğilmemiş, şeytanın kendilerine çekici
gösterdiği karşı çıkışlarından
ve serkeşliklerinden dönmemişler. Burada yüce Allah
onlara süre tanıyor ve bolluk içinde kendilerini yavaş
yavaş acı sonlarına yaklaştırıyor:
"Onlar kendilerine yapılan uyarıları
unutunca bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine
açtık, nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden
şımarıklığa
kapıldıklarında kendilerini ansızın,
kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya
düştü.
Böylece alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun ki, zalimler
güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu.
Bolluk da şiddet gibi bir tür imtihandır. Aynı
zamanda şiddetin derecesinden daha zordur ve daha üstündür.
Yüce Allah kullarını şiddetle imtihana tabi
tuttuğu gibi bollukla da imtihan etmektedir. Emrine
uyanları ve isyan edenleri aynı düzeyde, hem bununla
hem de onunla denemektedir. Mü'min şiddetle
sınandığı zaman sabreder. Bollukla
sınandığı zaman da şükreder. Her halı
iyiliktir onun. Bir hadiste şöyle denmektedir: "Ne
güzel, mü'minin her halı iyilikten ibarettir. Ve bu durum
sadece mü'min için geçerlidir. Kendisine bolluk isabet ederse
şükreder, bu onun için iyiliktir. Bir sıkıntıyla
karşı karşıya kalırsa sabreder. Aynı
şekilde bu da "Onun için iyiliktir." (Müslim)
Peygamberi yalanlayan ve yüce Allah'ın burada onlara
ilişkin haberleri anlattığı bu toplumlara
gelince, kendilerine yapılan uyarıları
unuttuklarında ve yüce Allah onların yok
olacaklarını, bolluk ve sıkıntıyla
sınamanın onları Allah'a yakarmaya yöneltmeyeceğini
bildiğinden, her şeyin kapısını
üzerlerine açmış, böylece onları imtihandan
sonra yavaş yavaş sonlarına
yaklaştırmıştır.
"Bütün nimetlerin kapılarını yüzlerine
açtık."
İfade hiçbir engel veya kayıtla
karşılaşmaksızın coşan seller gibi
üzerlerine akan rızıkları, iyilikleri, nimetleri
ve egemenliği tasvir etmektedir. Tüm bunlara hiçbir
yorgunluk çekmeden emek sarf etmeden ve hatta en ufak bir çaba
bile göstermeden kavuşmuşlardır.
Bu olağan-üstü bir sahnedir. Kur'an'ın harikulâde
tasvir yöntemi uyarınca söz konusu olan durumu bir hareket
gibi gözler önüne getirmektedir.
"Nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden
şımarıklığa
kapıldıklarında..."
İyilikler ve rızıklar her taraftan bürümüştür
onları. Oyun ve eğlenceye daldılar. Ne şükrediyorlar
ne de öğüt alıyorlar. Kalpleri nimetleri vereni anmak,
ondan korkup sakınmak duygusundan soyutlanmış. Bütün
ilgilerini zevk ve sefaya özgü kıldılar ve tamamen
ihtiraslara teslim oldular. Oyun ve eğlenceye dalanların
adeti olduğu üzere yaşamlarını büyük
hedeflerden soyutladılar. Bu durumu, kalplerin ve ahlâkların
bozulmasından sonra, düzen ve sistemlerin bozulması
takip etti. Bunlar da, hayatın tümden bozulması gibi
doğal sonuçları doğurdular. Bu noktada,
değişmez yasanın uygulama zamanı geldi:
"Kendilerini ansızın kıskıvrak
yakalayıverdik de bütün ümitleri suya düştü."
Derin bir gaflet ve sarhoşluk içinde oldukları bir
sırada ansızın yakalanıverdiler. Bu yüzden
onlar son derece şaşkın durumdadırlar. Tüm
kurtuluş ümitleri suya düşmüştür. Ne tarafa
yöneleceklerini düşünmekten bile acizdirler. Bir de bakıyoruz
tek bir kişi kalmaksızın tümden yok oluvermişler:
"Zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu
kurudu."
Kavmin arkası, en sonda geleni anlamındadır. Bu
kesilince öncekiler zaten kesilmiş demektir. Burada
"zalimlerden maksat, müşriklerdir. Nitekim
Kur'an-ı Kerim genellikle şirki zulüm, müşrikleri
de zalimler olarak ifade etmektedir.
"...Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun..."
İlahi hikmet uyarınca kendilerine süre verilmesinin
ve kendilerine hazırlanan sağlam tuzağın
ardından zalimlerin -müşriklerin- köklerinin
kurutulmasının değerlendirilmesi konumundadır
bu ifade. Acaba burada bir nimetinden dolayı mı Allah'a
hamd edilmektedir? Evet, yeryüzünün zalimlerden temizlenmesi
nimetine karşılık olarak... Ya da bir rahmetten
dolayı mı hamd edilmektedir? Evet bu temizlik sayesinde
beliren kullarına yönelik rahmetinden dolayı hamd
edilmektedir Allah'a.
Yüce Allah bu kanun uyarınca Nuh (a.s) kavmini, Hud (a.s)
kavmini, Salih ve Lut (a.s) kavimlerini tıpkı
uygarlıklarının parlayıp yok
olmasının ardından Firavunlar'ı, Grek ve
Romalıları kıskıvrak yakaladığı
gibi yakalayıvermiştir. Bu nokta Allah'ın kaderine
ilişkin bilinmez bir sırdır. İşte görüldüğü
kadarıyla O'nun evrensel kanunu. Ve işte bilinen
tarihsel olaylara ilişkin ilahi yorum.
Bazı açılardan ileri düzeylerde olmasalar bile
bugünkü toplumların sahip olduklarından az olmayacak
şekilde, o toplumların uygarlıkları, yeryüzünde
kurulu düzenleri, yerleşik hayatları, bolluk ve
zenginlikleri vardı. Egemenlik, bolluk ve zenginliğe
dalmış, içinde bulundukları duruma
aldanmışlardı. Kendilerinin dışında
yüce Allah'ın zorluk ve refaha ilişkin evrensel
yasasından habersiz olanları da
aldatmışlardı.
Bu toplumlar, ortada bir ilahi kanunun
varlığını kavrayamıyorlardı. Yüce
Allah'ın bu kanun uyarınca onları yavaş
yavaş helake sürüklediğinin farkında
değillerdi. Bu yörüngede dönüp duranlar da göz alıcı
nimetlerin güzelliğine kapılmışlardı.
Yaşanılan bu bolluğu ve bu görkemli iktidarı,
gözlerinde büyütüyorlardı. Yüce Allah'ın bu
toplumlara süre tanımasına aldanıyorlardı.
Oysa bunlar Allah'a kulluk etmiyorlardı ya da O'nu
bilmiyorlardı. O'nun egemenliğine karşı çıkıyor,
ilahlık özelliklerini kendileri için iddia ediyorlardı.
Yeryüzünde bozgunculuğu
yaygınlaştırıyorlardı. Allah'ın
egemenliğine tecavüz ettikten sonra insanlara zulmediyorlardı.
Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunduğum
sırada yüce Allah'ın "Onlar kendilerine
yapılan uyarıları unutunca, bütün nimetlerin kapılarını
yüzlerine açtık." sözünün kanıtlarını
gözlerimle gördüm. Çünkü bu ayetin çizdiği tablo...
Nimetlerin ve rızıkların hesapsızca
akışı sahnesi burada olduğu kadar yeryüzünün
hiçbir yerinde somutlaşmamıştır.
Bu toplumun içinde bulundukları bollukla övünmelerini,
bunların "Beyaz adam"a özgü olduğunu düşünmelerini,
farklı renkten insanlara aşağılık bir büyüklenme,
iğrenç bir barbarlıkla muamele edişlerini görüyordum.
Irk ayırımının sembolü olacak kadar
yahudilerin tüm dünyada ifşa ettikleri Nazi ırkçılığıyla
mukayese edilmeyecek düzeyde yeryüzünün diğer
uluslarına karşı ırk ayırımı
yaptıklarını gördüm. Nazilerin yahudilere yaptıklarından
daha şiddetlisini, daha zorbacasını, Beyaz
Amerikalılar Zencilere karşı yapıyordu.
Özellikle de bunlar müslüman iseler...
Tüm bunları görüyor ve bu ayeti düşünüyordum.
Allah'ın evrensel kanununun gerçekleşmesini bekliyor,
neredeyse gafillere doğru adım
atışını görür gibi oluyordum.
"Nihayet sahip oldukları nimetler yüzünden
şımarıklığa
kapıldıklarında kendilerini ansızın
kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya
düştü."
"Böylece alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun ki,
zalimler güruhunun arkası kesildi, soyu kurudu."
Yüce Allah Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun-
gönderilişinden sonra kökten yok etme azabını
kaldırmışsa da geride birçok azap türü kalmıştır.
İnsanlık, -özellikle her şeyin kapıları
yüzlerine açılan toplumlar- geniş üretim imkânlarına
ve bol rızık ortamına rağmen bu azapların
birçoğunu tadmaktadır.
Psikolojik azap, ruhsal mutsuzluk, cinsel sapıklık ve
ahlâksal çöküntü gibi günümüzde toplumların
karşı karşıya kaldığı
hastalıklar üretime, refaha ve zenginliğe baskın
çıkacak gibi. Neredeyse hayatı bütünüyle uğursuzluk,
bunalım ve mutsuzluğun kıskacına sokacaklar.
Bunların yanında, şehvet ya da sapıkça eğilimler
karşılığı satılan devlet
sırları ve ulusal ihanet gibi siyasal ahlâk sorunlarına
işaret eden ön belirtiler. Evet bu belirtiler, hedefe varıncaya
kadar hiç yanılmazlar.
Bütün bunlar sadece yolun başlangıcadır.
Kuşkusuz Allah'ın peygamberi -salât ve selâm üzerine
olsun- doğruyu söylemektedir. Şöyle buyuruyor Hz.
Peygamber:
"Ona isyan etmesine rağmen yüce Allah'ın bir
kula dünya nimetlerinden sevdiği şeyleri verdiğini
görürsen, bu, O'nu yavaş yavaş sana
yaklaştırma amacı
na
yöneliktir" buyuruyor.
Ardından şu ayeti okuyor: "Onlar kendilerine
yapılan uyarıları unutunca bütün nimetlerin kapılarını
yüzlerine açtık, nihayet sahip oldukları yüzünden
şımarıklığa
kapıldıklarında kendilerini ansızın
kıskıvrak yakalayıverdik de bütün ümitleri suya
düştü. (İbn-i Cerir ve İbn-i Ebi Hatem)
Bununla beraber şu noktaya dikkat etmek lâzımdır.
Yüce Allah'ın batılı yok etmeye ilişkin
kanunu, yeryüzünde hakkın bir ümmet tarafından
yaşanması şartına bağlıdır.
Bundan sonra yüce Allah hakkı batılın üzerine
atar, onu paramparça eder. Dolayısıyla batıl yok
olup gider. O halde hak taraftarları tembelce oturup hiçbir
iş yapmadan hiçbir çaba göstermeden Allah'ın
kanununun gerçekleşeceğini beklememelidirler. Çünkü
onlar bu durumda hakkı temsil edemezler. Aynı zamanda
hakkın taraftarları da sayılamazlar. Onlar sadece
yerlerinde oturan uyuşuk tembellerdirler. Yeryüzünde Allah'ın
hakimiyetini yerleştirmek kendileri için ilahlığın
özelliklerini iddia edenlerin ilahi hakimiyeti gasp etmelerini
önleyen bir ümmet meydana gelmedikçe hak gerçekleşmez.
Başta gelen ve vazgeçilmez temel "hak" budur. "Eğer
Allah bazı insanların şerrini diğerleri
aracılığı ile savmasaydı, yeryüzünü
kargaşa kaplardı." (Bakara, 251)
Bundan sonra Kur'an'ın akışı Allah'a ortak
koşanları, kendi şahıslarına, işitme
ve görme organlarına, kalplerine yönelik Allah'ın
korkunç azabıyla karşı karşıya
getiriyor. Onlar bu azabı geri çevirmekten acizdirler.
Şayet yüce Allah işitme ve görme organlarını,
kalplerini işlevsiz hale getirecek olursa, bunları
kendilerine geri verebilecek Allah'dan başka bir ilâh da
bulamazlar.