Bu ilahi sistem bu inançla insan fıtratına hitab
ederken başvurduğu yöntemlerin bir yanını
oluşturmaktadır. Bu da geçen bölümde, onun öncesinde
ve surenin akışı içinde sonradan ele alınacak
bölümlerde açıklananların diğer yanına
eklenmektedir.
Orada canlılar alemindeki ilahî tedbirin ve düzenlemenin
eserleri ve Allah'ın bilgisinin,
kuşatıcılığı ve
kapsayıcılığıyla insan
fıtratına hitap edilmişti. Burada ise Allah'ın
korkunç azabı ve insan fıtratının gönülleri
derinden sarsan dehşet verici şekillerinden biri
karşısındaki konumu ile hitap ediliyor. Bu esnada
şirkin birikintileri ortadan kalkıyor. Fıtrat, gerçek
Rabbini bilmek ve aynı zamanda, O'nu birlemek gibi temel
özelliklerini örten bu birikintilerden soyutlanıyor.
"De ki; Eğer başınıza Allah'ın
azabı kıyamet ile yüzyüze gelseniz, doğru
konuşacaksanız söyleyin bakalım acaba (bu durumda)
Allah'dan başkasına mı yalvarırsınız?"
Bu, insan fıtratını dehşet düşüncesiyle
karşı karşıya bırakmaktır. Yüce
Allah'ın yeryüzündeki azabı, mahfolma, yok olup gitme
ya da Kıyametin beklenmediği bir sırada gelip
çatması düşüncesi... Fıtrat bu şekilde
uyarıldığı, bu dehşeti düşünmeye
başladığı zaman, bu düşüncenin gerçek
mahiyetini kavrar, -ki yüce Allah kavrayacağını
biliyordu- bu gerçek karşısında titremeye
başlar. Çünkü bu aynı zamanda kendi içinde gizli
olan gerçeği açığa çıkarmaktadır. Yüce
Allah bu gerçeğin fıtratın derinliklerinde gizli
olduğunu bildiğinden dolayı ona düşünce
yoluyla hitap etmektedir. Dolayısıyla fıtrat
sarsılıyor, titriyor ve üzerine çullanmış
birikintilerden kurtuluyor.
Yüce Allah onlara soruyor ve fıtratlarına yer eden
doğruyu ifade etmesi için kendi dilleriyle doğru cevap
vermelerini istiyor.
"Hayır, sırf O'na yalvarırsınız.
O da dilerse feryadınıza konu olan belayı
başınızdan aldırır, o zaman O'na
koştuğunuz ortakları unutursunuz."
Hayır sadece O'na yalvarırsınız.
Şirkinizi tümden unutursunuz. Çünkü bu esnada- korku, fıtratlarını
aslına döndürmüştür. Artık fıtrat
kurtuluş için sadece Allah'a yönelecektir. Herhangi birini
O'na ortak koştuğunu unutur. Hatta bu şirk
olayını da unutur. Çünkü fıtratın gerçek
Rabbini bilip tanıması özünde yer eden kalıcı
bir gerçektir. Şirk ise, yüzeysel ve alışılmadık
bir örtüdür. Yabancı etkenlerin ürünü bir olgudur. Fıtratın
üzerine çullanmış birikintilerde yer alan yüzeysel
bir örtüdür. Şiddetli bir korku sonucu insan
fıtratı sarsılınca üzerine çullanmış
cahiliyenin birikintileri birer birer dökülür, örtü uçuşur
gider. Fıtratın gerçek yapısı ortaya çıkar.
Artık yaratıcısına yönelik fıtri
hareketini ortaya koyar. Hiçbir müdahalesinin, hiçbir etkinliğinin
söz konusu olmadığı bu şiddetli korkuyu
gidermesi için O'na yalvarır.
Dehşet karşısında insan
fıtratının tavrı bundan ibarettir.
Kur'an'ın akışı da müşrikleri bu gerçekle
yüzyüze getiriyor. Yüce Allah'ın durumu ise,
Kur'an'ın akışında karşılaşma
anında açıklanmaktadır. Yüce Allah, yalvardıkları
şeyi gideriyor. -ancak dilerse eğer- Çünkü O'nun
iradesi serbesttir. Hiçbir şekilde bağlanamaz. Dilerse
onlara cevap verir, gidermesini istedikleri şeyin tümünü
ya da bir kısmını giderir. Aynı şekilde
şayet dilerse takdiri, hikmeti ve bilgisi uyarınca
onlara karşılık vermez.
Çeşitli etkenlerin sonucu ortaya çıkan sapmalar
nedeniyle kimi zaman baş gösteren ve insanın özünde
gizli bulunan, gerçek Rabbine yönelişi ve O'nu
birleyişi gerçeğini örten şirk
karşısında fıtratın tutumu bu olursa,
acaba dinsizlik ve Allah'ın varlığını
temelden inkâr etme karşısındaki tavrı ne
olacaktır?
Ateistlik mücadelesini bu şekliyle sürdürenlerin buna
kesinlikle inandıklarını ileri sürmelerinde -daha
önce de söylediğimiz gibi- samimi oldukları konusunda
derin şüphelerimiz vardır. Allah tarafından
yaratılmış bir yaratığın,
oluşumunun planında bu mühür bulunduğu, her hücrede
ve her atomda somutlaşıp bünyesine karıştığı
halde yaratıcı elin mührünü tamamen silecek bir
duruma geleceğinden kuşku duyuyoruz.
Ancak, iğrenç eziyetlerden, kiliseyle girişilen
barbar çatışmalardan, baskı ve zulümden, kendisi
sapıkça zevklere daldığı halde, kilisenin,
insanların fıtri isteklerini inkâr etmesi gibi Avrupa'nın
uzun çağlar boyu yaşadığı bu
uğursuz tarih... Evet, en sonunda Avrupalıları
şaşkınlıktan ve iğrenç ortamdan kaçışın
ifadesi olarak bu ateistlik, Allah tanımazlık
akımına sürükleyen şey, işte bu tarihsel süreçtir.
Bu durum, yahudilerin bu tarihsel olguyu istismar etmelerine ve
hıristiyanları dinlerinden uzaklaşmaya sürüklemelerine
neden olmuştur. Amaç, rahatlıkla onları yönlendirmek,
kolaylıkla içlerinde çözülme ve bunalımı
yaygınlaştırmak ve "Talmud" ve "Siyon
protokollarının" deyimiyle -eşek gibi-
kullanmaktır. Yahudi, kiliseden kaçış sonucu
insanları ateistliğe sürüklemek için Avrupa'nın
şu uğursuz tarihini istismar etmenin
dışında amacına ulaşamazdı.
Yahudi doktrinlerinden biri olan komünizmde somutlaşan
dinsizliği, (ateizmi) yaygınlaştırmaya
ilişkin yarım yüzyıldan beridir devletin
sağladığı tüm imkânlarla sürdürülen zorlu
çabalar boşa çıkmıştır. Çünkü bizzat
Rus halkı halâ Allah inancına olan arzuyu
fıtratının derinliklerinde
taşımaktadır.
Kendisinden sonra devlet başkanı olan Kruşçev'in
nitelendirdiği gibi, bar-bar Stalin II. Dünya Savaşı
yıllarında kiliseyle anlaşmak ve önde gelen
piskoposlarını serbest bırakmak zorunda
kalmıştı. Çünkü savaşın
baskısı, O'nu Allah inancının insan
fıtratının temel özelliği olduğunu
kabullenmeye zorlamıştı. Kendi görüşü ve
çevresinde yer alan bir avuç iktidar sahiplerinin görüşü
ne olursa olsun.
Yahudiler -Haçlılar için kullandıkları `eşeklerin
yardımıyla- İslâmi inanç ve din olarak duyurulan
milletlerin ruhlarında dinsizlik akımını
yaygınlaştırma çabalarına
girişmişlerdir. Bununla beraber İslâm bu ulusların
gönüllerinde zaten silik ve soluk bir görünüm arz etmekteydi.
Kitaplar aracılığıyla
başlattıkları hakeret ve kahramanı
hakkında yüceltme ve yardım konusunda sarf ettikleri tüm
çabalara ve gerekse öncülük yaptığı akım
hakkın-da yazdıkları, tüm kitaplara rağmen
başarısızlığa
uğramıştır. Bu nedenle yeni
girişimlerinde, bu deneyiminden yararlanarak öncülük
hareketlerinde laiklik, Allah tanımazlık
bayrağını yükseltmeme yolunu seçmişlerdir.
Aksine bu tür girişimlerin üstünde İslâm bayrağını
yükseltmişlerdir. Böylece, Türkiye örneğin-de
olduğu gibi, fıtratla çatışmanın önüne
geçmiş oluyorlar. Sonra da bu bayrağın
altında istedikleri çirkefi, pisliği, ahlâki
çözülmeyi ve İslâm bölgesinde insanlığın
kökünü tümden kurutma yöntemlerini gerçekleştirmeye
koyulurlar.
Bununla beraber tüm bunların ötesinde kalıcılığını
sürdüren ibret, zamanın birikimleri üstünden silindiği
zaman fıtratın Rabbini iyice tanıması ve O'nu
birlemek suretiyle boyun eğmesidir. Çünkü korku sonucu
sarsıldığı zaman bu birikintiler birer birer dökülür,
fıtrat bütünüyle onlardan soyutlanır ve kendisini ilk
defa mü'min, itaatkâr ve sakınan bir kul olarak
yarattığı şekliyle yüce yaratıcısına
döner. Bütün bu tuzaklar içinde temelini sarsacak ve fıtratı
yüce yaratıcısına döndürecek bir hak haykırışı
yeterlidir. Yeryüzünde bu haykırışı gerçekleştirenler
bulunduğu sürece batıl kurtulamayacak ve ne kadar çaba
sarf etseler de yeryüzünden bu haykırış
silinmeyecekdir.