O |
En´am
|
O |
|
ALİMLER BİLE BİLE İNKÂR EDİYORLAR
33- Onların .sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz.
Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler
Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
Cahiliye döneminin müşrik Arapları ve özellikle
Peygamberimizin çağrısına karşı dikilen
Kureyşliler zümresi Peygamberimizin doğruluğundan
zerrece kuşku duymuyorlardı. Çünkü O'nu yıllardan
beri dürüst ve güvenilir bir kişi olarak
tanıyorlardı. Peygamberliğinden önceki, aralarında
geçen uzun hayatı boyunca bir tek yalanını görmüş
değillerdi. Peygamberimizin çağrısına yönelik
muhalefet akımına liderlik eden Kureyşli ileri
gelenler de öyle idi. Onlarda Peygamberimizin gerçek peygamber
olduğundan, şu Kur'an'ın insan sözü olmadığından,
insanların böyle bir kitap ortaya koyamayacaklarından
asla kuşku duymuyorlardı.
Fakat buna rağmen Peygamberimizi onaylamaya
yanaşmıyorlar, bu yeni dine girmeyi reddediyorlardı.
Bu olumsuz tutumlarının sebebi Peygamberimizi
yalancı saymaları değildi, fakat O'nun çağrısını
siyasi nüfuzları ve sosyal konumları açısından
tehlikeli görmeleri idi. Bu sebepten ötürü yüce Allah'ın
ayetlerini yalanlamayı ve öteden beri sürdürdükleri müşrikliğe
bağlı kalmayı
kararlaştırmışlardı.
Nitekim elimizde bulunan çok sayıda belge, Kureyşli
ileri gelenlerin bu olumsuz tutumunun gerçek sebeplerini açıkladığı
gibi onların Kur'an-ı Kerim hakkındaki asıl düşüncelerini
de açığa vurmaktadır:
Bu konuda İbni İshak, Muhammed b. Müslim b.
Şihab Zehriye dayanarak şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir gece Ebu Sufyan b. Harb, Ebu Cehil b. Hişam ve
Zuhreoğulları'nın yandaşı Ahnes b.
Şurayk b. Amr b. Vehb Sakabe Peygamberimizi dinlemeye
gittiler. Peygamberimiz o sırada gece namazı
kılıyordu. Adamların herbiri kendine bir yer seçerek
oradan Peygamberimizi dinlemeye koyuldu. Hiçbiri diğerinin
yerini bilmiyordu. Bütün gece Peygamberimizi dinlediler. Sabah
olunca yerlerinden ayrıldılar. Yolda buluşunca
"Eğer cahillerden biri seni görse içine kuşku düşmesine
sebep olacaksınız" diyerek birbirlerini suçladılar.
Sonra çekip gittiler.
Ertesi gece olunca herbiri yine bir önceki geceki yerine gelip
yerleşti. Sabaha kadar Peygamberimizi dinlediler.
Ortalık ağarınca yerlerinden ayrıldılar.
Yine yolda karşılaştıklarında
birbirlerine bir gece önceki sözlerinin benzerlerini
söyledikten sonra çekip gittiler.
Fakat üçüncü gece yine herkes bir gece önceki yerine gelip
yerleşti. Yine sabaha kadar Peygamberimizi dinlediler. Gün ağarınca
saklandıkları yerden ayrıldılar. Yolda
karşılaştıklarında birbirlerine `Artık
bir daha gelmeyeceğimize dair sözleşmeden
ayrılmayalım' dediler ve bu konuda birbirlerine kesin söz
verip öyle ayrıldılar.
Ertesi sabah Ahnes b. Şurayk, bastonunu eline alarak Ebu
Sufyan b. Harb'in evine gitti, Ebu Sufyan'a `Ey Ebu Hanzele,
Muhammed'in ağzından işittikleri hakkında ne düşündüğünü
bana söyle' dedi. Ebu Sufyan da ona `Ey F:bu Salebe, O onun ağzından
duyduğum sözlerin bazılarını anladım, ne
demek istediklerini kavradım, bazılarının ne
demek istediklerini, ne anlama geldiklerini anlayamadım' diye
cevap verdi. Bunun üzerine Ahnes de Ebu Sufyan'a `Adına and
içtiğin kutsal varlık hakkı için ben de aynen
öyle oldum' karşılığını verdi.
Bir süre sonra Ahnes, Ebu Sufyan'ın yanından çıkarak
Ebu Cehil ile görüşmeye gitti. Evine varınca kendisine
`Ya Ebul Hakem, Muhammed'in ağzından işittiklerin
hakkında ne düşündüğünün bana söyle' dedi.
Ebu Cehil Ahnes'in bu sorusuna şu cevabı verdi; `Biz Abdülmenaf
oğulları ile şeref ve soyluluk alanında sürekli
yarıştık. Onlar yemek yedirdiler, biz de yedirdik.
Onlar yerdiler, biz de verdik, Onlar yük altına girdiler,
biz de girdik. Bu yarışta diz üstü yere kapaklandığımızda
bile kafa kafaya gelen iki yarış atı gibi
birbirimize denk idik. Şimdi onlar ortaya çıkmış,
"Bizden bir Peygamber çıktı, kendisine gökten
vahiy geliyor" diyorlar. Bu konuda onlara nasıl
yetişebilir, onlarla nasıl boy ölçüşebiliriz? Bu
yüzden vallahi, Muhammed'e ne inanır ve ne de onu
onaylarız, bu husustaki kararımız kesindir.
"Bunun üzerine Ahnes ayağa kalkarak Ebu Cehil'in
yanından çıktı, gitti."
Öte yandan İbni Cerir, Esbat kanalı ile Seyd'den
"Onların sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz.
Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler
Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar" ayeti hakkında
şöyle bir olay naklediyor.
"Bedir Savaşı günü Ahnes b. Şurayk,
yandaşları olan Zühreoğulları'na dedi ki; `Ey
Zühreoğulları, Muhammed sizin kız
kardeşinizin oğludur, yeğeninizdir. Bu yüzden yeğeninizi
savunmak öncelikle size düşer. Eğer o bir peygamber
ise bugün O'nunla niçin savaşacaksınız. Eğer
bir yalancı ise O'nu yalancılıktan vazgeçirmekte
en çok siz haklısınız. Bekleyiniz, Ebu Cehil ile
buluşup görüşeyim. Eğer Muhammed bu savaşta
galip gelirse evlerinize sağ olarak dönersiniz. Eğer
yenilecek olursa kabileniz size bir şey yapamayacaktır.
İşte o gün bu adama Ahnes adı verildi, daha
önceki adı Ubeyy idi.
Ahnes, Ebu Cehil ile buluşunca ikisi bir kenara çekilip
baş başa kaldılar. Bunun üzerine Ebu Cehil'e `Ey
Ebul Hakem, söyle bana bakayım, Muhammed doğru mu söylüyor,
yoksa yalancının biri midir? Burada senden ve benden
başka söylediklerimizi duyabilecek hiçbir Kureyşli yok'
dedi. Ebu Cehil, Ahnes'e şu
karşılığı verdi; `Yazıklar olsun
sana! Vallahi, Muhammed doğru söylüyor. O hiç yalan
söylemiş değildir. Fakat eğer
Kusayoğulları sancağın, hacılara su
sağlama ve onları ağırlama
imtiyazlarının yanında şimdi de
peygamberliği elde ederlerse geride kalan Kureyşliler'e
başka ne kalır ki? `İşte aslında onlar
seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah'ın
ayetlerini inkâr ediyorlar' ayeti bunu anlatmak istiyor."
Burada şu noktaya dikkat etmeliyiz: Bu sure bir Mekke
suresi olduğu gibi bu ayetin de Mekke inişli olduğu
kuşkusuzdur. Oysa şimdi okuduğumuz olay Bedir
Savaşı günü Medine'de meydana gelmiştir. İlk
bakışta okuduğumuz olayla bu ayet arasında
ilişki kurmakta güçlük çekebilir, hatta böyle bir ilişki
kurma girişimini garip karşılayabiliriz. Fakat
tefsir bilginlerinin şöyle bir anlatım geleneği
vardır: Onlar eğer bir ayetten söz eder de `Bu ayet,
bunu anlatmak istiyor" derlerse bu ifade, anlatılan
olay:n söz konusu ayetin iniş sebebini
oluşturduğunu belirtmek istedikleri anlamına gelmez,
sadece ayetin anlamının olayın içeriği ile
uyuştuğu anlamını taşır; bu durumda
ayetin o olaydan önce ya da sonra inmiş olması göz
önüne alınmaz. işte eğer bu anlatım
geleneğinin bilirsek az önce okuduğumuz rivayeti garip
karşılamayız.
Tarihçi İbni İshak'ın Yezid b. Ziyad
kanalı ile Muhammed b. Kaab Kuredî'ye dayandırarak
bildirdiğine göre bir gün Kureyş kabilesinin şefi
Utbe b. Rebia kabile ileri gelenlerinin toplantı düzenledikleri
kulüpte şöyle dedi. O sırada Peygamberimiz Mescidde
yalnız başına oturuyordu:
"Ey Kureyşliler, şimdi kalkıp Muhammed'e
gideyim O'nunla konuşup kendisine bazı teklifler
sunayım ister misiniz? Belki bu tekliflerimin
bazılarını kabul eder, biz de O'na istediğini
veririz de yakamızı bırakır."
Bu olay Hz. Hamza'nın müslüman olduğu ve
Peygamberimizin sahabelerinin çoğaldığının
müşriklerce görüldüğü günlere rastlar. Kureyşli
ileri gelenlerinin kendisine oldu, ya Ebu Velid, git O'nunla
konuş diye karşılık vermeleri üzerine Utbe
kalkıp Peygamberimize gitti, yanına oturduktan sora
şunları söyledi:
"Ey kardeşim oğlu, ey yeğenim! Sen
aramızda aşiretçe kalabalık ve soyca üstünsün.
Bunu sen de biliyorsun. Ama sen kavminin başına büyük
bir iş açtın. Kavminin birliğini bozdun,
hayallerini sarstın, ilâhlarını ve dinlerini küçük
düşürdün atalarını kâfir ilân ettin.
Şimdi söyleyeceklerimi dinle ve üzerlerinde düşün.
Sana belki bazılarını kabul edebileceğin
birtakım teklifler sunacağım."
"Peygamberimizin "Söyle, ya Ebu Velid, seni
dinliyorum" şeklindeki
karşılığı üzerine Utbe sözlerine şöyle
devam etti:
"Ey kardeşim oğlu, eğer hu getirdiğin
yeni din aracılığı ile elde etmek
istediğin şey servet ise aramızda mal toplayıp
sana verelim, böylece en zenginimiz sen olursun. Eğer bu din
aracılığı ile elde etmek istediğin
şey itibar ve prestij ise seni başımıza efendi
yapalım, bundan böyle sensiz hiçbi r
şeye karar vermeyelim. Eğer bu din
aracılığı ile elde etmek istediğin
şey hükümdarlık ise seni üzerimize hükümdar yapalım.
Yok eğer bir cin çarpmasına uğradın da bu
dertten yakanı kurtaramıyorsan senin için doktor arayalım,
bu yolda gereken her masrafı yaparak seni bu çarpılmadan
kurtaralım. Çünkü insan bazı durumlarda kendisine
musallat olan cinden gerekli tedaviyi görmedikçe yakasını
kurtaramaz."
Peygamberimiz, Utbe'nin sözlerini sonuna kadar dinledi. Utbe
sözlerinin sonuna gelince kendisine "Tamam mı, ya Ebu
Velid'?" diye sordu. Adam "Evet, tamam" deyince
Peygamberimiz "Şimdi de sen beni dinle" dedi.
Utbe'nin "Tamam, seni dinliyorum" demesi üzerine
Peygamberimiz "Besmele" çekerek "Fussilet suresini
şu şekilde okumaya başladı:
"Ha, Mim. Bu Rahman ve Rahim olan Allah katından
indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri ayrıntılı
olarak açıklanmış, Arapça okunan bir kitaptır.
Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir.
Fakat çoğunluğu ona yüz çevirdi, onların
kulakları işitmiyor... (Fussilet Suresi: 1-4)
Peygamberimiz sureyi ona okumaya devam etti. Utbe ayetleri
dinlerken kulak kesildi, ellerini arkaya götürerek dirseklerini
yere dayadı ve sırtını avuçlarına
dayayarak dinlemeye koyuldu. Peygamberimiz suredeki secde ayetine
gelince okumayı keserek secdeye vardı. Arkasından
Utbe'ye dönerek "Ya Ebu Velid. işiteceklerini
işittin, artık ne yapacağına kendin karar
ver" dedi.
Bunun üzerine Utbe kalkıp arkadaşlarının
yanına gitti. Arkadaşları onu görünce
birbirlerine "Allah'a yemin ederiz ki, Ebu Velid giderken taşıdığından
farklı bir yüz ifadesi ile geri döndü" dediler.
Yanlarına gelip oturunca arkadaşları "Ya Ebu
Velid, anlat bakalım, ne oldu'?" Utbe de onlara
şunları söyledi:
"Olup-bitenler şöyle. Öyle sözler işittim ki,
vallahi, şimdiye kadar böylesini hiç duymamıştım.
Vallahi, işittiklerim ne büyücü sözleri ne şiir ve
ne de kâhin tekerlemeleri idi. Ey Kureyşliler beni dinleyin
ve sözümden dışarı çıkmayın. Bu
adamı bırakın, istediğini yapsın,
işine karışmayın, vallahi o kendisinden
dinlediğim sözleri ortalığı k esinlikle
çalkalandıracaktır. Eğer Araplar
karşısında yenik düşerse başkaları
aracılığı ile O'nun ününü almış
olursunuz. Yok, eğer, Araplar'a karşı üstünlük
sağlarsa O'nun egemenliği sizin egemenliğinin,
O'nun üstünlüğü sizin üstünlüğünüzdür.
Böylece O'nun aracılığı ile en bahtiyar
insanlar olursunuz."
Kureyş ileri gelenleri bu sözleri işitince Utbe'ye
"Ya Ebu Velid, Muhammed seni dili ile büyüledi"
dediler. Bunun üzerine Utbe de onlara "Benim görüşüm
budur, siz neyi uygun görüyorsanız onu
yapınız" diye karşılık verdi.
Bağavî'nin Cabir b. Abdullah'a dayandırarak
tefsirinde naklettiğine (Bu hadisin rivayet zincirinin bir
halkasını oluşturan Abdullah Kindi Kufi
hakkında İbn-i Kesir "Biraz
Zayıftır" diyor.) göre Peygamberimiz, Utbe'ye
"Fussilet suresini okurken sıra "Eğer onlar
yüz çevirirler ise de ki; `Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başlarına
gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma
karşı uyardım." Ayetine gelince Utbe, eli
ile Peygamberimizin ağzını kapattı ve
kendisinden merhamet dileğinde bulundu. Sonra da kalkıp
ailesinin yanına döndü, Kureyşlilerin arasına çıkmadı,
onlardan saklandı... Bir sure sonra kendisine bu olaydan söz
açtıklarında "Elim ile ağzını
kapattım, kendisinden merhamet dileyerek okumayı
durdurmasını istedim. Çünkü Muhammed bir söz
söylediğinde yalan söylemeyeceğini biliyordum, bu yüzden
başınıza azap inecek diye korktum" dedi.
Öte yandan yani tarihçi İbn-i İshak bu konuda
şöyle bir olay anlatıyor:.
- Bir defasında Kureyşli ileri gelenlerden
oluşmuş bir heyet Velid b. Muğıre'nin
yanına gitti. Velid, gelen heyetin yaşça büyüğü
idi. O sırada hac mevsimine girilmek üzere idi. Velid, Kureyşli
ileri gelenlere şöyle dedi.
"Ey Kureyşliler, hac mevsimine girmek üzereyiz. Bu
mevsimde birçok Arap heyeti ülkenize gelecek. Hepsi şu
arkadaşınızın (Muhammed'in) meselesini
duymuştur. O'nun hakkında ortak bir görüşte
birleşin, farklı sözler söyleyip birbirinizi
yalanlamayın, birbirlerinizin sözlerini çürütmeyin.
Bunun üzerine Kureyş ileri gelenleri kendisine "Ey
Ebu Abd-i Şems, sözü sana bırakıyoruz, bizim
adımıza bir görüş belirle, biz de hep onu söyleyelim"
dediler. Velid "Hayır, siz söyleyin, ben sizi
dinliyorum" dedi. Kureyşli ileri gelenler "O
(Muhammed) bir kahindir! deriz." dediler. Velid
"Hayır, olmaz. Vallahi, o bir kahin değildir.
Kahinleri gördük. O'nun sözleri kahinlerin uyaklı
tekerlemelerine benzemiyor" dedi. Kureyşliler "O
bir delidir.' deriz." dediler. Velid "O bir deli
değildir. Deliliği gördük, ne olduğunu biliyoruz.
O'nda delilerin ne hırlamalarından ne çırpınmalarından
ve ne de kuruntularından eser yok." dedi.
Kureyşliler "Peki `O bir şairdir' diyelim."
dediler. Velid "Hayır, olmaz. O bir şair
değildir. Şiiri recezi ile, hezeci ile,
karıdası ile, Makbudası ile Mebsutası ile,
kısacası bütün aruz kalıpları ile biliyoruz,
O'nun sözleri şiir değildir." dedi. Kureyşli
ileri gelenler "O halde `O bir büyücüdür' deriz."
dediler. Velid "Hayır, o bir büyücü değildir. Büyücüleri
ve büyücülüğü gördük, ne olduğunu biliyoruz.
O'nun yaptığı işin ne üfürükçülükle ve
ne de iplik düğümleyip çözmekle ilgisi yok." dedi.
Bunun üzerine Kureyşli ileri gelenler "Ey Ebu Abdüşşems,
peki sen söyle, ne diyelim?" dediler. Velid onlara şu
cevabı verdi:
Vallahi, O'nun sözünde acayip bir tad var. Kökü hurma ağacıdır,
dallarında hurmà taneleri sarkıyor. O sözler hakkında
eğer bu tür bir şey söylerseniz, söylediğinizin
asılsız olduğu mutlaka anlaşılır.
Onun hakkında söyleyebileceğiniz en kabul edilebilir
şey O'nun büyücü olduğudur. `O'nun getirdiği sözler
evlâdı babasından, kardeşi kardeşten,
karıyı kocadan ve insanları aşiretlerinden
ayıran büyüleyici sözlerdir' dersiniz."
Kureyşli ileri gelenler Velid'in yanından bu kararla
ayrıldılar. Arkasından hacca gelen kervanların
yollarına adamlarını koydular, bu adamlar
yanlarından geçen herkesi Peygamberimiz hakkında
uyarıyorlar, herkese bu
kararlaştırdıkları suçlamayı
hatırlatıyorlardı."
Bu arada İbn-i Cerir'in İbn-i Abdülâla, Muhammed b.
Savra, Muammer ve Ubbade b. Mansur kanalı ile İkrime'ye
dayandırarak bildirdiğine göre bir gün Velid b. Muğıre,
Peygamberimize geldi, Peygamberimiz kendisine Kur'an okuyunca adam
biraz yumuşar gibi oldu. Ebu Cehil b. Hişam bunu haber
alınca Velid'e gelip kendisine "Amca, kavmin sana vermek
üzere aralarında mal toplamak istiyorlar" dedi. Velid
"Niçin?" diye sorunca Ebu Cehil "sana verecekler.
Çünkü sen Muhammed'e varmış ve ileri sürdüğü
görüşe karşı çıkmışsın"
dedi... Böylece Ebu Cehil, Velid'in en çok gururlanacağı
damarına basarak onu pohpohlamak istiyordu. Velid
"Kureyşliler, benim en zenginleri olduğumu
bilirler" deyince Ebu Cehil "Muhammed hakkında
öyle bir söz söyle ki, kavmin O'nun söylediklerine karşı
olduğunu, kendisinden hoşlanmadığını
bilsin" dedi. Bunun üzerine Velid şunları söyledi:
"O'nun hakkında ne söyleyeyim ki? Vâllahi,
içinizden hiç kimse şiirden benim kadar anlamaz;
şiirin recez'ini, kasidesini, cin tekerlemelerini benim kadar
iyi bileniniz yoktur. Vallahi, Muhammed'in söyledikleri bunlardan
hiçbiri-ne benzemiyor. Vallahi, söylediklerinde acayip bir tad
var, karşı durulmaz bir çekicilik taşıyor söyledikleri;
altında kalan sözleri ezerek üste çıkan ve
üzerlerine çıkılamayan bir güç taşıyor
O'nun sözleri..."
Ebu Cehil "Vallahi, O'nun hakkında
karşıtlık belirten bir söz söylemezsen kavmin
senden hoşnut olmaz" deyince Velid "O zaman beni
bırak da ne söyleyeceğimi düşüneyim" dedi.
Bir süre düşündükten sonra "Olsa olsa bu sözlerin
etkili bir büyü, diğer büyülerden daha etkileyici bir
büyü oldukları söylenebilir." dedi. Bunun üzerine
"Muddessir" süresinin "Benim ile şu
adamı yalnız bırak ki, ben onu tek başına
yarattım, ona uzun boylu mal verdim" diye
başlayıp "Üzerinde ondokuz korucu vardır' diye
biten bölümü indi. (Müddessir Suresi: 11-30)
Başka bir rivayete göre yukardaki olayın son
kısmı şöyledir; "Kureyş ileri gelenleri
`Eğer Velid dinini değiştirirse bütün Kureyşliler
dinlerini değiştirirler" dediler. Ebu Cehil `Ben
sizi onun derdinden kurtarırım" diyerek Velid'i görmeye
gitti, o da uzun uzun düşündükten sonra `Muhammed'in
sözleri etkili bir büyüdür. Baksanıza, bu sözler adamı
ailesinden, çocuğundan, efendilerinden ayrı düşürüyor"
dedi.
Bu tarihi belgeler açıkça kanıtlıyor ki, söz
konusu "yalanlayıcılar" Peygamberimizin
kendilerine yalan söylediğine, kendilerine duyurduğu
mesajların asılsız olduğuna
inanmıyorlardı. Müşriklikte ısrar etmelerinin
başka sebepleri vardı, bu
sebeplerin bir
kısmına bu belgelerde değiniliyor. Bunların da
ötesinde saklı duran asıl sebep ise ellerinde
bulundukları çalınmış otoritenin bu çağrı
aracılığı ile geri alınacağı
korkusudur. Bu otorite İslâm'ın temel ilkesini
oluşturan "lailâhe illellah (Allah'dan başka ilah
yoktur)." Şahadet cümleciğinin de belirttiği
üzere sırf yüce Allah'ın tekelindedir. Anadillerinin
kelimelerinin ne anlama geldiklerini iyi bilen müşrik
Araplar bu şahadet cümleciğinin içeriğine teslim
olmak istemiyorlardı. Bu cümlecik, kulların hayatı
üzerinde yüce Allah'ın otoritesi dışında
egemen olan bütün otoritelere karşı kesin bir
başkaldırı, tam bir "devrim"
niteliği taşıyordu. Hiç kuşkusuz yüce Allah
doğru söylüyor:
"Onların sözlerinin seni üzdüğünü
biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o
zalimler Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar."
Buradaki "zalimler" müşrikler
anlamındadır. Bilindiği gibi Kur'an'da bu terim çoğunlukla
bu anlamda kullanılır.
Bir önceki ayette Peygamberimizin gönlüne su serpilmişti;
kendisini, çağrısını belirten, kendisinin ve
getirdiği mesajın gerçeğe
dayandığını kanıtlayan ayetleri
yalanlayanların niçin böyle bir tavır
takındıklarının gerçek sebepleri açıklanmıştı.
Şimdi ki ayette ise aynı amaçla kendisine daha önceki
peygamber kardeşlerinin başlarına neler
geldiği hatırlatılıyor, onlara ilişkin
bazı haberler kendisine Kur'an aracılığı
ile verilmişti, ayrıca peygamberlerin
başlarına gelen belâlara sabrederek bu yolda ilerlemeye
devam ettikleri ve sonunda yüce Allah'dan gelen zaferin imdatlarına
yetiştiği vurgulanıyor. Bu hatırlatmanın
amacı, bu sürecin hakka çağrı misyonunun
değişmez geleneğini oluşturduğunun
peşin olarak bilinmesini sağlamaktır, bu süreci
hiçbir öneri isteğinin değiştiremeyeceğinin
bilincine varılmasını perçinlemektir; dâvetçiler
ne kadar eziyete, baskıya ve yalanlamaya uğrasalar da bu
sürecin adımlârının aceleye
getirilemeyeceğinin kesinliğini kavratmaktır.
Okuyoruz:
|
|
O |
|
O |
|