Yüce Allah genel gerçeği açıklıyor;
şirkin ve müşrikliğin -ya da zulmün ve
zalimlerin- son aşamadaki akıbetlerini
tanımlıyor. Buna göre kısa görüşlü
gözlerin yakın vadede gördükleri kurtuluşun ve
başarının önemi yoktur. Bu kısa vadeli
başarı sonu yıkıma ve felâkete varan bir
mühlet tanımadan, bir "meydan verme"den ibarettir.
Kim yüce Allah'dan daha doğru sözlü olabilir ki?
Burada müşriklerin başarısız
olacaklarının bir kanıtı olarak Mahşer ve
hesap verme günündeki durumları şu canlı, somut
ve duygulandırıcı sahne
aracılığı ile gözler önüne seriliyor:
"O gün onların tümünü bir yere toplarız da
sonra Allah'a ortak koşanlara `Hani nerede Allah'ın
ortakları olduklarını sandıklarınız?'
diye sorarız.
Sonra bu müşrikliklerinin `Vallahi, ey Rabbimiz, biz müşrik
değildik' demelerinden başka bir akıbeti olmaz.
Kendileri aleyhinde nasıl yalan söylediklerini ve uydurma
ilâhları tarafından nasıl yüzüstü bırakıldıklarını
görüyor musun?
Hem müşriklik hem yüce Allah'a ortak koşulan
şeyler ve hem de müşrikler türlü türlüdür. Mesele
günümüzde şirk, put ve müşrik kelimelerini duyan
insanlara göründüğü gibi basit değildir. Günümüzde
bu kelimeleri duyan kimseler sadece vaktiyle heykellere, taşlara,
ağaçlara, yıldızlara, ateşe ya da başka
nesnelere tapmış olan eski milletleri düşünürler.
Bu basit düşünceye göre şirkin, müşrikliğin
tek biçimi budur.
"Şirk" özü itibarı ile ilâhlığın
özelliklerinden birini yüce Allah'dan başka bir
varlığa yakıştırmaktır. İster
bu yakıştırma o varlığın iradesinin
evrenin olayları ve gidişatı üzerinde etkili olduğuna
inanılması, ister ibadet amaçları ve adakları
Allah dışındaki o varlığa sunma biçiminde
ve isterse hayatın kurumlarını düzenlemek amacı
ile yine Allah dışındaki kaynaktan yasa ve mesaj
almak şeklinde olsun, fark etmez. Bunların hepsi
ayrı birer "şirk" türüdür; hepsi de farklı
türdeki müşriklerce benimsenen çeşitli düzmece
ilâhlardır.
Kur'an-ı Kerim, bütün bunları "şirk"
teriminin kapsamına alır; Kıyamet sahnelerini bütün
bu şirk, müşrik ve put türlerini içerecek bir çeşitlilikte
sunar; bir tek şirk türünü anlatmakla yetinmez, sadece bu
türlerden birine "müşriklik"
sıfatını yakıştırmakla kalmaz,
farklı müşrikler arasında gerek dünyadaki ve
gerekse Ahiretteki akıbetleri ve cezaları
bakımından ayırım yapmaz.
Eski Araplar arasında müşrikliğin bütün bu
türleri geçerli idi. Onlar aslında yüce Allah'ın
yaratıkları olan bazı varlıkların
olayları ve kaderleri yönlendirmede katkıları,
payları olduğuna inanırlardı. Onlara göre
söz konusu varlıklar bu etkilerini yüce Allah katında
sahip oldukları zorlayıcı aracılık (şefaat)
yetkisi aracılığı ile ya da bizzat sahip
oldukları eziyet verme ve etkileme güçleri yolu ile veya bu
yolların ikisi aracılığı ile gösterirlerdi.
Meselâ meleklerin aracılık yetkisine sahip
olduklarına, cin'lerin ya doğrudan doğruya ya da
kahinler ve büyücüler aracılığı ile
olaylara yön verebildiklerine, ölmüş atalarının
ruhlarının da her iki yöntemle geleceklerini ve
hayatlarını etkilediklerine inanıyorlardı.
Bunların hepsini birer putla simgelerler, bu putların söz
konusu varlıkların ruhlarını
taşıdıklarını ileri sürerlerdi. Yine
onların inançlarına göre kahinler bu putların sözcüleri
idiler, onlar adına bazı şeyleri helâl, bazı
şeyleri haram; kimi şeyleri serbest ve kimi şeyleri
de yasak ilân ederlerdi. Aslında bu helâlleri ve haramları
koyanlar kâhinlerin sözde, put sözcülerinin kendileri idi...
Allah'a koşulan "ortak"lar onlardı!
Eski Araplar bu putlara tapınma, onlar adına kurban
kesme ve adak adama biçimindeki müşrikliği de
uyguluyorlardı. Aslında demin dediğimiz gibi bu
tapınmaları, kurbanları ve adakları
farkında olmayarak kâhinlere sunuyorlardı.
Bunların yanısıra eski İranlılar'a
özenerek yıldızlara da tapıyorlar,
yıldızların olayların yönlendirilmesinde etki
payları olduğuna, bu etkilerini yüce Allah'ın
etkisinin yanısıra gösterdiklerine inanıyorlar, bu
inançlarının sonucu olarak yıldızlara da
ibadet sunuyorlardı. (İşte bu surenin ilerdeki
ayetlerinde okuyacağımız İbrahim
kıssasının bir bölümü ile surenin ana konusu
arasındaki ilişki buradan kaynaklanır.)
Eski Araplar arasında, bunların yanısıra,
"şirk"in bir üçüncü türü de yaygın idi.
Bu şirk türünün sonucu olarak -kâhinleri ve kabile
şefleri aracılığı ile yüce Allah'ın
izninden kaynaklanmayan yasalar, değer yargıları ve
gelenekler ortaya atarlar ve günümüzün bazı kimseleri
gibi bu insan-ürünü hükümlerinin yüce Allah'ın
şeriati olduğunu iddia ederlerdi.
Ayetin canlandırdığı bu sahnede
-Mahşer toplantısı ve hesap verme sahnesinde- müşrikliğin
hangi türüne kapılmış olursa olsun bütün müşriklere
kapıldıkları düzmece ilâhlara ilişkin
şu soru yöneltiliyor: "Hani, nerede şimdi O
ortaklar?" Hiç birinin izi-eseri yok ortada. Şimdi
bağlılarının ve kapıldıkları
dehşeti ve ne de çarpılacakları azabı
giderebiliyorlar. Tekrarlıyoruz:
"O gün onların tümünü bir yere toplarız da
sonra Allah'a ortak koşanlara `Hani, nerede Allah'ın
ortakları olduklarını
sandıklarınız?' diye sorarız."
Sahne son derece somut ve canlıdır, Mahşer
toplantısı kesinlikle gerçekleşecektir ve müşriklere
o büyük, o dramatik soru sorulacaktır:
"Hani, nerede Allah'ın ortakları
olduklarını sandıklarınız?"
İşte bu noktada dehşet etkisini gösterir.
Burada fıtrat dünyada yüzünü örtmüş olan pas
tabakasından arınır. Bu noktada -aslında hiçbir
zaman gerçek anlamı ile varolmamış olan- ilâh
ortakları fıtrattan ve hafızadan silinir. O zaman
eski müşrikler şirkin ve ilâh ortaklarının
hiçbir zaman varolmamış olduğunun bilincine
varırlar. Bütün bunlar ne gerçekte ve ne de pratikte
hiçbir zaman varolmamışlardı. İşte o
noktada eski müşrikler arınırlar,
akılları başlarına gelir, altının
ateş potasında pişme işlemi sonucunda
yabancı unsurlardan, cüruftan ve pastan arınması
gibi bir olay yaşanır. Tekrarlıyoruz:
"Sonra bu müşriklerin `Vallahi, ey Rabbimiz, biz müşrik
değildik' demelerinden başka bir akıbetleri
olamaz"
Bu arınma işleminin meydana çıkardığı
ya da arınma işleminin belirmesine zemin sağlayan
gerçek müşriklerin geçmişlerinden tümü ile kopmaları,
yüce Allah'ın ortaksız ilâhlığını
onaylamaları ve dünya hayatı boyunca benimsedikleri müşriklikten
soyunmalarıdır. Fakat orada gerçeği kabul etmek ve
batıldan arınmak fayda sağlamaz. O halde bu sözlerinde
somutlaşan arınma aslında bir belâ; bir acı
sınavdır, yoksa bir kurtuluş değildir.
İş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştır.
O gün amel günü değil, amellere karşılık biçildiği
gündür. O gün geçmişin sözlere döküldüğü
gündür, yoksa geçmişi geri getirme günü değildir.
Bundan dolayı yüce Allah, müşriklerin durumunu
Peygamberimize hayret bildiren bir üslup ile anlatıyor.
Adamlar söz konusu düzmece ilâh ortaklarını yüce
Allah'a eş koştukları gün kendi aleyhlerine, öz
yararlarına karşı yalan uydurmuşlardır.
Çünkü aslında bu düzmece ortakların yüce Allah ile
herhangi bir ortaklıkları söz konusu değil. Bugün
hayallerinde uydurdukları düzmeceler ortadan kayboldu. Kendi
iftiraları ortadan kaybolunca da gerçeği itiraf
ettiler. Tekrarlıyoruz:
"Kendileri aleyhinde nasıl yalan söylediklerini ve
uydurma ilâhları tarafından nasıl yüzüstü bırakıldıklarını
görüyor musun?"
Uydurdukları yalan kendi aleyhlerine işledi, kendi
özlerine zarar verdi. Onlar yüce Allah'a ortak koştukları
gün kendi özlerini aldattılar, öz benliklerini kandırdılar
da yüce Allah'a karşı böyle bir iftira düzdüler. Mahşer
ve hesap günü gelince de bu düzmeceleri, bu hayali yakıştırmaları
kendilerini yüzüstü bırakıp kayıplara
karıştı!
Bu yorum, müşriklerin Kıyamet günü yüce
Allah'ın huzurunda "Biz müşrik değildik"
diye yemin etmelerinin ve kendi öz benliklerine karşı
yalan söylemelerinin ne anlama geldiğini açıklayan, içime
sindirebildiğim bir yorumdu. Yoksa müşrikler bazı
tefsir kitaplarında ileri sürüldüğü gibi -Kıyamet
günü yüce Allah'ın karşısında yalan söylemeye,
Allah'ın huzurunda bilerek, yalan yere yemin etmeye cesaret
edemezler. Onlar Kıyamet günü yüce Allah'dan bir söz bile
saklayamazlar.
O halde o günün tüyler ürpertici dehşeti
karşısında fıtratın arınması, böylece
asılsız batılın müşriklerin duygu
aleminde hiçbir iz bırakmaksızın silinip
kaybolması söz konusudur, arkasından onların dünyada
kendi öz benliklerine karşı düzdükleri ve Kıyamet
günü ne duygu dünyalarında ve ne de gerçekte gölgesi
bile kalmayacak olan bu yalanları ile ilgili olarak yüce
Allah'ın hayretine tanık oluyoruz.
Bizim bu söylediğimiz bir yorumdur. Hiç kuşkusuz sözlerinden
ne kasd ettiğini en iyi bilen Allah'dır.
MÜŞRİKLER
Daha sonraki ayetlerde bir grup müşrikin durumu
anlatılıyor, arkasından kıyamet sahnelerinden
birindeki akıbetleri tasvir ediliyor. Dünya hayatındaki
durumları şöyle. İdrakleri dumura
uğramış, fıtratları çarpıtılmış
olarak inatçı ve burun kıvıran bir eda içinde
Kur'an'ı dinliyorlar. Bu nasipsizlik ve inatçılık
içinde Peygamberimiz ile tartışmaya girişerek
Kur'an-ı Kerim'in eski dönemlerden kalma bir masal yığını
olduğunu iddia ediyorlar, onu hem kendileri dinlemekten kaçınıyor
ve hem de başkasının dinlemesine engel oluyorlar.
Dünyadaki durumları bir sayfada bu şekilde tasvir
edildikten sonra öbür sayfaya geçiliyor. Bu sayfada onlar için
acıklı ve ızdıraplı bir sahne
canlandırılıyor. Adamlar cehennem ateşinin
yanı başında durdurulmuşlar, hiçbir tarafa doğru
adım atmalarına izin verilmiyor. Ateş tüyler
ürpertici akıbetlerinin dehşet saçan somut sembolü
olarak karşılarında çıtırdıyor!
Onlar ise çaresizlikten birbirlerine abanmış,
pişmanlıktan dizlerinin dermanı kesilmiş
durumda tekrar dünyaya gönderilmeyi ve o andaki akıbetlerinden
daha iyisine ermelerini sağlayacak daha iyi bir konuma
kavuşmayı temenni ederler. Fakat bu arzuları
horlayıcı ve alçaltıcı bir dille
reddediliyor. Okuyoruz: