151- De ki; "Geliniz, Rabbinizin neleri yasakladığını
size söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Ana-babaya karşı iyi davranınız. Yoksulluk
kaygısı ile evlâtlarınızı öldürmeyiniz.
Sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin
açığına da gizlisine de
yaklaşmayınız. Haklı bir gerekçe yokken
Allah'ın dokunulmaz saydığı cana
kıymayınız. İşte Allah, ola ki düşünürsünüz
diye size bu direktifleri veriyor.
152- Erginlik çağına erinceye kadar yetimin
malına sadece niyetlerin en iyisi ile
yaklaşınız. Ölçüde ve tartıda dürüst
olunuz. Biz hiç kimseye kapasitesini aşan bir yük
yüklemeyiz. Bir söz söylerken, söz konusu olan akrabanız
bile olsa, doğru konuşunuz. Allah'a verdiğiniz sözü
tutunuz. İşte Allah, ola ki düşünüp öğüt
alırsınız diye size bu direktifleri veriyor.
153- İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yola
uyunuz. Sakın sizi Allah'ın yolundan ayrı düşürecek
yollara girmeyiniz. İşte Allah, kötülüklerden sakınasınız
diye size bu direktifi veriyor.
Hayvan ve meyvelere ilişkin hüküm koymalardan,
cahiliyenin asılsız kuruntularından, düşünce
ve uygulamalarından söz edilmesi nedeniyle ayetlerin akışında
ele alınan bu direktiflere baktığımızda,
bunların dinin bir bütün olarak dayandığı
temeller olduğunu görürüz. Çünkü tevhitle birlikte
vicdan hayatının ardarda gelen nesilleriyle aile
hayatının karşılıklı
dayanışma ve birbirleriyle ilişkilerinde
temizliğin egemen olduğu toplumsal hayatın, çeşitli
güvencelerden oluşan hakları kapsayan insanlık
hayatının dayanağı Allah'a verilen sözle ilişkilidir.
Toplu Allah'ın birliği ilkesinden
başladığı gibi.
Bu direktiflerin sonuna baktığımızda, yüce
Allah'ın bunun kendisinin doğru yolu olduğunu,
bunun dışındakilerin insanları O'nun temel ve
biricik yolundan ayırdığını
belirttiğini görürüz.
Şu üç ayetin içerdiği bu konu ürpertici boyutları
olan bir konudur. Cahiliyeye kıyısından
değiniyormuş gibi beliren bir sorunun ardından
gelen, ancak bu ürpertici direktiflerle ilgisinin tanıklığıyla,
gerçekten bu dinin temel sorunudur.
"De ki; `Geliniz Rabbinizin neleri yasakladığını
size söyleyeyim.
De ki; Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını
anlatayım, sizin kendi kendinize O'nun haram
kıldığını ileri sürdüklerinizi değil.
Bunları size "Rabbiniz" haram
kılmıştır. Rabblık yetkisi sadece O'na
aittir çünkü. -Rabblık, otorite, eğitme, direktif
verme ve egemen olmak demektir- O halde bu yetki O'na özgüdür,
O'nun otoritesinin kapsamındadır. Çünkü haram kılan
kim ise "Rabb" O'dur. Oysa Rabb olması gereken
sadece Allah'dır:
"O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız."
İnanç yapısının dayanmak zorunda
olduğu, yükümlülük ve farzların dönük olduğu,
hak ve sorumlulukların kaynaklandığı temel...
Emir ve yasaklara, yükümlülük ve farzlara, düzen ve
sistemlere, kanun ve hükümlere girmeden önce yerleştirilmesi
gereken temel... Öncelikle insanlar, inanç noktasında
sadece O'nun ilahlığını kabul ettikleri gibi
hayatları üzerinde de sadece Allah'ın
Rabblığını tanımalıdırlar.
İlahlığında O'na hiç kimseyi ortak koşmamalıdırlar.
Aynı şekilde Rabblığında da hiç kimseyi
ortak koşmamalıdırlar. Sebepler ve takdirler dünyasında
şu evrenin işlerinde tek başına O'nun
tasarrufta bulunduğunu kabul etmelidirler. Kıyamet günü,
hesaplaşma ve cezalandırılmaları konusunda
sadece O'nun tasarrufta bulunacağını, aynı
şekilde hüküm ve şeriat aleminde kulların tüm işlerinde
tasarruf hakkının O'nda olduğunu kabul etmelidirler.
Bu kabullenme, vicdanı şirk pasından, aklı
hurafelerin tozundan, toplumu cahiliyenin geleneklerinden,
hayatı kulların kullara kulluğundan temizler,
arındırır.
Her çeşidiyle şirk, ilk etapta yasaklanır,
çünkü, diğer tüm haramlar ondan kaynaklanır. En
yoğun biçimde karşı çıkılması,
reddedilmesi gereken kötülük şirktir. Ta ki, insanlar,
Allah'dan başka ilâhlarının
olmadığını, O'nun dışında
kendileri için bir Rabb, O'ndan başka bir hükmedici ve
kanun koyucu olmadığını bilip kulluk
davranışlarıyla O'ndan başkasına yönelmesinler.
Mutlak şekliyle tevhid, başta gelen temeldir.
İbadet, ahlâk ve davranışlardan hiçbiri O'nun
yerini tutamaz. Bu nedenle direktifler öncelikle bu temel ilkenin
belirlenmesiyle başlamaktadır:
"O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız."
Sıralanan direktiflerin hemen başında yasaklanan
şirkle neyin kastedildiğini öğrenmemiz için bu
direktiflerin öncesine bir göz atmamız gerekmektedir.
Ayetlerin akışı bütünüyle belli bir sorun
üzerinde odaklaşmaktadır. Kanun koyma ve uygulama
yetkisini elinde bulundurma sorunu... Bir ayet önce de tanıklık
yapma çağrısı yer almıştı. Onu da
bu arada hatırlamanın yararı vardır:
"De ki; Allah'ın bu yasakları koyduğuna
şahitlik edecek tanıklarınızı getiriniz
bakalım. "Eğer onlar bu yolda şahitlik
ederlerse sakın şahitliklerini onaylama. Ayetlerimizi
yalanlayanların, ahirete inanmayanların ve Rabblerine eş
koşanların keyfi arzularına uyma."
Bu ayeti ve geçen sayfalarda bu ayet hakkında
yaptığımız açıklamaları yinelemek
zorundayız. Çünkü burada Kur'an'ın
akışının hemen başta
yasakladığı şirkten neyi kastettiğini
ancak bu şekilde kavrayabiliriz. Şirk, inanç noktasında
olduğu gibi hakimiyet noktasında da gerçekleşebilir.
İşte Kur'an'ın konuya ilişkin
akışı ve işte uygun ortam.
Biz bu hatırlatmayı sürekli yapmak zorundayız
çünkü, şeytanların dini temel kavramlarından
uzaklaştırmaya yönelik çabaları -üzülerek
belirtelim ki- meyvesini vermiştir. Hakimiyet sorunu inançtaki
yerinden koparılmış, duygularda itikadi temeliyle
bir ilgisi kalmamıştır. Bu nedenle İslâm hakkında
oldukça duyarlı olan kimseler bile, kulluk
davranışlarını düzeltmek, ahlâkî
çözülmeye karşı çıkmak, ya da yasalara
karşı gelenlere muhalefet etmekten söz ediyorlar. Ancak
hakimiyetin temelinden ve bu sorunun İslâm inancındaki
yerinden hiç söz etmiyorlar. İkinci planda,
ayrıntı konumundaki kötülüklere savaş açarlarken,
en büyük kötülüğe karşı hiçbir şey
yapmıyorlar. Hayatın tevhitten başka bir esasa
dayanması, yani yüce Allah'ın hakimiyette birlenmemesi
esasına dayanması kötülüğüne karşı
harekete geçmiyorlar.
Yüce Allah herhangi bir direktif vermeden önce, hiçbir
şeyin kendisine ortak koşulmaması direktifini
veriyor. Kur'an'ın akışında yeri geldikçe de
tüm direktiflerden önce yasaklanan şirkten neyin
kastedildiğini belirtiyor. Bireyin temeline dayanarak
basiretle Allah'a bağlandığı bir ilkedir bu.
Bu sayede toplum, tüm bağların en sonunda döndüğü
kalıcı bir ölçüye ve insan hayatına hükmeden başlıca
değerlere bağlanır. Artık şehvet ve
ihtiras rüzgârlarının baskınından ve
şehvet ve ihtiraslara göre değişen insan ürünü
kavramlara esir olmaz.
"Ana-babaya karşı iyi davranınız.
Yoksulluk korkusuyla evlâtlarınızı öldürmeyiniz.
Sizin de onların da rızkını biz veririz."
Allah'a bağlandıktan ve tek bir yöne yöneldikten
sonra, ardarda gelen nesilleriyle aile bağı gelir.
Kuşkusuz yüce Allah, babalardan ve oğullardan daha çok
insanlara karşı merhametli olduğunu biliyor. Bu yüzden
evlâtlarına babalarına iyi davranmayı, babalara da
evlâtlarına merhamet etmeyi tavsiye etmiştir. Bu
tavsiyeyi de biricik ilâhlığını tanımaya
ve yegâne Rabblığıyla ilişkili olmaya
bağlamıştır. Onlara şöyle demiştir:
Rızkınızı vermek bana aittir. O halde
yaşlandıklarında anne ve babaya karşı, küçüklük
dönemlerinde de çocuklara karşı
sıkılmasınlar. Fakirlik ve muhtaç olmaktan korkmasınlar.
Çünkü hepsini birden rızıklandıran
Allah'dır.
"Kötülüklerin açığına da gizlisine de
yaklaşmayınız."
Yüce Allah, aileyi ve -tüm toplum gibi- ailenin dayandığı
temizlik, arınmışlık ve iffet temelini koruma
direktifini verirken kötülüklerin gizlisine de açığına
da yaklaşmayı yasaklamaktadır. Bu yasaklama bütünüyle
öncesindeki direktife ve diğer tüm direktiflerin dayandığı
ilk tavsiyeye bağlıdır.
Kuşkusuz ailenin ayakta kalması, toplumun düzenli
bir hayat sürdürmesi, gizlisiyle, açığıyla
fuhuş bataklığında mümkün değildir.
Aile ve toplumun ayakta kalabilmesi için temizlik, arınmışlık
ve iffet duygularının egemen olması kaçınılmazdır.
Bu yüzden kötülüğün yaygınlaşmasını
isteyenler, aile temellerinin sarsılmasını ve
toplumun yıkılmasını isteyenlerdir.
Her ne kadar bazen zina eylemine özgü kılınsa da
her türlü aşırılık -yani haddi aşma
eylemi- fuhuştur. Ancak genel sanıya göre, burada
kastedilen anlam zina eylemidir. Çünkü konu bizzat yasakların
sıralanmasıdır. Bu da onlardan biri
sayılır kuşkusuz. Yoksa cana kıymak, yetim
malını yemek fuhuştur, haddi aşmadır.
Allah'a ortak koşmak en büyük fuhuştur. Ayette geçen
fuhuş -kötülük- deyimini zina eylemine özgü kılmak
hem akışın tabiatına, hem de çoğul
kipinin yapısına dâha uygun düşmektedir. Çünkü
zina suçunun işlenmesine ön ayak olan bazı
davranışlar ve koşulların herbiri bizzat
fuhuştur. Örneğin süslenmek, açılıp saçılmak,
erkek kadın karışık yaşamak, şehvet
dolu sözler, işaretler, davranışlar ve gülüşmeler,
aldatmalar, çekici davranışlar ve tahrikler... Evet
bunların tümü en son kötülüğü kuşatan kötülüklerdir,
haddi aşmalardır. Gizlisiyle, açığıyla
hepsi de fuhuştur. Kimisi vicdanlarda depreşir, kimisi
uzuvlardan belirir. Kimisi gizlidir, örtülüdür, kimisi açık
ve ortadadır. Fertlerin vicdanlarını
lekelemelerinin, değerlerini küçük düşürmelerinin
yanında tümü de ailenin dayanaklarını parçalamakta,
toplumun bünyesini kemirmektedirler. Anne baba ve çocuklara ilişkin
direktiflerden sonra söz konusu edilmelerinin nedeni budur.
Bu kötülükler ayartıcı ve çekici özelliklere
sahip olduklarından "yaklaşmayınız"
ifadesi kullanılmıştır. Kötülüğe neden
olan bu araçlara engel olmak ve insan iradesini zayıf düşüren
çekicilikten sakındırmak için sırf yaklaşmak
bile yasaklanmıştır. Kasıtlı olmayân ilk
bakıştan sonraki ikinci bakışın haram
kılınmasının nedeni budur. Bu nedenle
kadın erkek arasındaki zorunlu
karışıklık zorunluluk sınırları
içinde mübah sayılmıştır. Yolda koku yaymak
şeklinde de olsa- süslenmek bu yüzden yasaklanmıştır.
Kışkırtıcı davranışlar, tahrik
edici gülüşmeler ve şehvet dolu işaretler
tertemiz İslâmi hayatta yasaktır. Bu din insanları
fitneye salıp, sonra da sinirlerine direnme
baskısını yüklemez. Bu din, müeyyideler
belirleyip, cezalar tayin etmeden önce, korunma yöntemlerini
belirler. Bu din, vicdanları, bilinçleri, duyguları ve
organları korur. Rabbin yarattıklarını
herkesten daha iyi bilir. O latiftir, her şeyden
haberdardır.
Ayrıca şehvetleri insanlara çekici gösteren
sözlerle, fotoğraflarla, hikâyelerle, filmlerle, kadın-erkek
karışık partilerle ve diğer reklam ve
propaganda araçlarıyla şehevi içgüdüleri başıboş
bırakanların bu dine, toplumsal hayata ve aile
ortamına karşı ne tür duygular beslediklerini de
öğreniyoruz.
"Haklı bir gerekçe yokken Allah'ın dokunulmaz
saydığı cana kıymayın."
Kur'an'ın akışı içinde bu üç kötülüğün
peş peşe yasaklanmasına çokça rastlanır.
Şirk, zina ve cana kıyma... Bunun nedeni her üçünün
de gerçekte öldürme eylemi olmalarıdır. Birinci suç,
fıtratı öldürme suçudur. İkincisi toplumu
öldürme suçudur. Üçüncüsü de tek bir kişiyi öldürme
eylemidir. Çünkü tevhid doğrultusunda yaşamayan
fıtrat, ölü demektir. (En'am Suresi, 122. ayetin tefsirine
bkz.) Kötülüğün yaygınlaştığı
bir toplum ölü bir toplumdur. Eninde sonunda yok olmaya
mahkûmdur. Yunan uygarlığı, Roma
uygarlığı ve eski İran
uygarlığı bu gerçeğin tarihsel
tanıklarıdır. Batı uygarlığında
baş gösteren yıkılma ve yok olma belirtileri, bu tür
bozgunculukların kemirdiği milletlerin öldürme ve
ayaklanmaların yaygınlaştığı, yok
olma tehdidi altındaki toplumların beklenen sonunun
habercileri niteliğindedirler. Bu yüzden İslâm bu
suçların cezasını en yüksek ceza olarak belirlemiştir.
Çünkü İslâm, toplumu yok oluş etkenlerinden korumak
istemektedir.
Açlık korkusuyla çocukları öldürme daha önce
yasaklanmıştı. Şimdi de genel olarak cana
kıyma yasaklanmaktadır. Bu da tüm bireysel öldürme
eylemlerinin aslında insan türünün geneline karşı
işlenmiş bir suç olduğu duygusunu
uyandırmaktadır. Aşağıdaki ayet bu
anlamı destekler mahiyettedir. "Kim öldürülmüş
bir insana ya da yeryüzünde çıkarılmış
kargaşaya, bozguncu eyleme karşılık
olmaksızın bir cana kıyarsa, bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanı ölümden
kurtarır ise, bütün insanlara hayat sunmuş gibi
olur." (Maide Suresi: 32)
Buradaki saldırı doğrudan hayat hakkına yöneliktir.
Genel anlamıyla insan türüne karşı
işlenmiştir. Bu nedenle yüce Allah cana kıyma
yasağını bu temele dayandırmaktadır.
İslâm ülkesinde yaşayan müslüman kitlenin huzur ve
güveni, her ferdin özgürce çalışıp üretme hakkı,
haklı gerekçelere dayanmaksızın zedelenemez. Canà
kıymayı haklı kılan gerekçeye gelince, bunu
da yüce Allah şeriatında açıklamıştır.
Takdir ve yorumlara bırakmamıştır. Ancak,
bunları müslüman bir devletin kurulmasından ve bu
devletin İslâm hükmünü uygulayacak bir otoriteye sahip
olmasından sonra uygulanması için açıklamıştır.
Bu dinin oluşum ve hareket metodunun tabiatına
ilişkin tanımlamamız açısından bu
yaklaşım son derece önemlidir. Öyle ki toplumsal hayatın
bu temel kuralları, pratik bir gerekçe olmadan ayrıntılarıyla
ele alınmamaktadırlar.
Ayetlerin akışı haram kılınan
şeyleri ve yerine getirilmesi istenen yükümlükleri açıklamaya
başlamadan önce bu kısımla
aşağıdaki kısmı, Allah'ın
tavsiyesini, emir ve direktifini açıklamak suretiyle
birbirinden ayırıyor.
"İşte Allah, ola ki düşünürsünüz diye
size bu direktif
leri
veriyor."
Bu değerlendirme, her emir ve yasağı Allah'a
bağlamaya ilişkin Kur'an'ın sunuş yöntemi
uyarınca yer almaktadır. Amaç; insanlar için emir ve
yasaklar koyan otoritenin tekliğini belirlemek, emir ve
yasaklar konusunda insanların vicdanlarına bir ölçü
yerleştiren otoriteyle emir ve yasakların kendileri
arasında bir bağ kurmaktadır.
Bu arada aklı kullanmaya yönelik bir işaret de yer
almaktadır. Çünkü akıl, insanların
şeriatına uymak suretiyle yalnızca bu otoriteye
kullukta bulunmalarını gerektirmektedir. Bu otoritenin,
yaratıcı, yarattıklarının
rızkını veren ve insan hayatında tasarrufta
bulunan bir otorite olduğu daha önce açıklanmıştı.
Bu ve o, birinci gruptaki, aynı şekilde ikinci
gruptaki benzerliğin üstünde yer almaktadırlar. Bu bir
ayette, diğeri diğer ayette yer almalarına
rağmen, aralarında bu ahenk sağlanmaktadır.
"Erginlik çağına erinceye kadar yetimin
malına sadece niyetlerin en iyisi ile
yaklaşınız."
Yetim, koruyucusu ve besleyicisi konumundaki babasını
kaybetmekle toplum içinde zayıf düşmüştür. Bu
yüzden, İslâm dininin toplumsal düzeninin temeli olarak
belirlediği toplumsal dayanışma ilkesi
uyarınca yetimin zayıflığı toplumun tümünü
ilgilendirir. Yetim cahiliye dönemindeki Arap toplumunda perişandı.
Kur'an-ı Kerim'de yer alan bu konudaki direktiflerin çokluğu,
çeşitliliği ve zaman zaman sertliği o toplumda
yetim haklarının ne kadar yaygın bir şekilde
çiğnendiğini göstermektedir. Öyle ki, yüce Allah,
yetime oldukça üstün bir konum belirlemiş ve bütün
insanlara yönelik mesajını O'na (Hz. Muhammed'e) emanet
etmekle varlık bütünü içindeki en onurlu görevi O'na
yüklemiştir. Yetimin gözetilmesini ve aşağıdaki
direktifte gördüğümüz şekilde korunmasını
gönderdiği bu dinin ilkelerinden
kılmıştır:
"Erginlik çağına erinceye kadar yetimin
malına sadece niyetlerin en iyisi ile
yaklaşınız."
Yetimin bakıcılığını üstlenen kişi
yetimin malına onun için yararlı olan en güzel yoldan
başka bir şekilde yaklaşamaz. Malını
koruyup geliştirmesi gerekir. Erginlik çağına
erince, yani malını koruyup en güzel bir şekilde
idare edecek kadar bedensel ve aklî erginliğe
ulaşınca malını eksiksiz ve gelişmiş
olarak kendisine teslim etmek zorunluluğu vardır. Böylece
topluma, hakkı eksiksiz olarak verilmiş yararlı bir
unsur katılmış olur.
Erginlik yaşına ya da bülûğ çağına
ilişkin fıkhî ihtilâflar mevcuttur. Abdurrahman b.
Zeyd ve imam Malik'e göre, ihtilam olmaya (rüya görmeye) başlamaktır.
Ebu Hanife'ye göre yirmibeş, Süddi'ye göre otuz yaştır.
Medineli bilginlerin görüşüne göre de (ihtilam olmaya)
rüya görmeye başlamanın yanında, bir
sınırlama olmaksızın erginliğin
belirmesidir.
"Ölçü ve tartıda dürüst olunuz. Biz hiç kimseye
kapasitesini aşan bir yük yüklemeyiz."
Bu insanlar arasındaki ticari
alışverişlerde araştırma gücü ve insaf
sınırları içinde gözönünde bulundurulması
gereken bir kuraldır. Ayetlerin akışı bu
kuralı da doğrudan inanca bağlamaktadır.
Çünkü bu dine göre, insanlar arası ilişkilerin inançla
güçlü bağları vardır. Bu direktifi veren,
emreden yüce Allah'dır. Bu yüzden ilâhlık ve kulluk
sorunuyla ilişkilidir. İnanca ilişkin
sorunların ve onun hayatın tüm yönleriyle olan ilişkilerinin
ele alındığı bir sahnede anılması da
bu gerçekten kaynaklanmaktadır.
Bu gün olduğu gibi, eskiden de cahiliye düzenleri
inançla ibadeti, ilâhî yasalarla insanlar arası
ilişkileri birbirinden ayırırlardı.
Kur'an-ı Kerim'in Şuayb peygamberin -selâm üzerine
olsun- kavmine ilişkin anlattıkları bu gerçeğe
işaret etmektedir:
"Ey Şuayb, babalarımızın kulluk
ettikleri ilâhları ve
mallarımız
üzerinde dilediğimiz tasarrufta bulunmayı terletmemizi
namazın mı sana emrediyor? dediler." (Hud Suresi:
87)
Bu nedenle Kur'an'ın akışı, mal, ticaret ve
alışverişte uygulanan kurallarla, sırf inanca
özgü olan bu sahneyi birbirine bağlamaktada. Amaç, bu
dinin tabiatına, inanç ve şeriat, ibadet ve insanlar
arası ilişkiler arasındaki birliğe işaret
etmek ve bunların dinin dayanakları olduğunu,
temelde birbirlerine bağlı olduklarını göstermektir.
"Bir söz söylerken, söz konusu olan akrabanız bile
olsa, doğru konuşunuz."
Burada İslâm -ilke olarak Allah'a bağladığı-
insan vicdanını, Allah inancının ve O'nun gözetiminin
yol göstericiliğiyle erişilmez bir düzeye
yükseltmektedir. Burası beşeri eksiklikten kaynaklanan
bir düşüş noktasıdır çünkü. Bu eksiklik,
kişiyi akrabalıkla yardımlaşma, bütünleşme
ve süreklilik duygusuna yöneltir. Çünkü her ferdin kendisi
eksik ve hayatı ecelle sınırlıdır. Oysa
akrabalığın gücünde eksikliği için bir
dayanak, akrabalığın genişliği ve
desteği ile varlığı için bir bütünlük söz
konusudur. Akrabalığın nesilden nesile sürmesi
kendisinin kalıcılığına bir güvence
konumundadır. Bu yüzden, akrabaların lehinde ya da
aleyhinde tanıklık yaparken ya da onlarla diğer
insanlar arasında hüküm verirken akrabalık duygusu
karşısında yenik düşer. İşte
burada, bu kaygan zeminde İslâm, insan vicdanının
elinden tutup, sadece Allah'a bağlanmanın ve sırf
O'nun gözetiminin yol göstericiliğiyle hak ve adalet sözünü
söylemesini sağlıyor. Akrabalık
yardımlaşmasındansa, O'nunla yetinmesini, hak
etmediği halde akrabalık hakkını gözetmektense;
Allah'dan korkmasını sağlıyor. Çünkü yüce
Allah, kişiye şah damarından daha
yakındır.
Bu nedenle, bu emir ve öncesinde yer alan direktifler üzerine
Allah'a verilen sözün hatırlanmasına ilişkin bir
değerlendirme yer alıyor:
"Allah'a verdiğiniz sözü tutunuz."
Allah'a verilen sözler arasında, akrabalar aleyhinde bile
olsa hak ve adaleti söylemek yer almaktadır. Ölçü ve tartıda
dürüst davranmak Allah'a verilen sözlerdendir. Onun için en
yararlı yolun dışında yetimin malına
yaklaşmamak da Allah'a verilen sözler arasındadır.
Haklı bir gerekçe olmadığı sürece insan canının
dokunulmazlığı da bu sözler arasında yer
almaktadır. Bütün bunların başında da O'na
hiçbir şeyi ortak koşmamak Allah'a verilen sözlerdendir.
Verilen en büyük söz budur. Bu söz insan fıtratından
alınmıştır.
Yaratılışının yaratıcısına
bağlı oluşu, hem kendi içine hem de çevresindeki
evrene egemen yasalardan hareketle O'nun varlığını
algılaması bunun kanıtıdır.
Yükümlülüklerin belirlenmesinden sonra gayet, uygun bir
şekilde Kur'an'ın değerlendirmesi yer alıyor:
"İşte Allah, ola ki, düşünüp öğüt
alırsınız diye bu direktifleri veriyor."
Düşünüp öğüt alma, gafletin, düşüncesizliğin
karşıtıdır. Anan bir kalp, unutkan
değildir. O Allah'a verdiği tüm sözleri hatırlar.
Bu sözlerle ilişkili direktiflerini de hatırlar ve
kesinlikle unutmaz.
İslâm inancının, Allah'ın birliğiyle
başlayıp Allah'a verilen sözlerle biten İslâm
şeriatının nerdeyse bir özeti konumundaki bu temel
ilkeler ve bunların öncesinde sözü edilen egemenlik ve
kanun koyma sorunu... Evet işte bu, Allah'ın doğru
yoludur... Ötesinde ana yoldan ayrı düşmüş
yollardan başka hiçbir şey bulunmayan Allah'ın
yolu...
"İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yola
uyunuz. Sakın sizi Allah'ın yolundan ayrı düşürecek
yollara girmeyiniz. İşte Allah, kötülüklerden sakınasınız
diye size bu direktifi veriyor."
Böylece
"Allah
size ayrıntılı açıklamalar içeren kitabı
indirmişken, ben O'nun dışında bir hakeme mi
başvurayım?" sözleriyle
başlayan ve surenin en uzun bölümü sayılan bu bölüm
de sona ermiş oldu. Bu derin ve etkin mesajla
tamamlandı...
Başlangıçta sonuç bölümünü hakimiyet ve kanun
koyma sorunu kaplamaktadır. Nitekim ekinler, hayvanlar,
kurbanlar ve adaklar gibi temel itikadî sorunlarda da bu durum
göze çarpmaktadır. Bunun da hakimiyet ve kanun koyma
sorunuyla ilişkili olduğunu göstermek için. Kur'an'ın
akışı bu konuya ayırmış ve
geniş boyutlarıyla inanç sorununu inceleyen ve o eşsiz
yöntemiyle ilâhlık ve kulluk konusunu ele alan surenin geri
kalan içeriğini bağlamıştır.
Tek yol vardır, Allah'ın yolu... Aynı
şekilde Allah'a götüren yol da bir tanedir. O da insanların,
yüce Allah'ı Rabblıkta birlemeleri, kulluk yapmak
suretiyle sadece O'nun hükümlerine uymaları, hakimiyetin
tek başına O'na ait olduğunu bilmeleri ve pratik
hayatlarında bu hakimiyete boyun eğmeleridir.
İşte Allah'ın belirlediği yol... Ve
işte O'na götüren yol... Bunun ötesinde takipçilerini
Allah'ın yolundan ayrı düşüren çeşitli
yollardan başka bir şey söz konusu değil.
"İşte Allah kötülüklerden sakınasınız
diye size bu direktifi veriyor."
Kuşkusuz takva inanç ve amelin dayanağıdır.
Kalpleri Allah'ın yoluna doğru sürükleyen takvadır.
Surenin son bölümünün ele aldığı ana
sorunun, hakimiyet ve kanun koyma ve bunların din ve inançla
ilişkileri sorununun konu içindeki akışı
kesintiye uğramıyor. Okuyacağımız yeni bölüm
de bu gerçeğin iyice belirginleşmesi için konunun
devam niteliğinde olup, aynı sorun üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu bölüm kanun koyma ve hakimiyet açısından
İslâm inancının temel ilkelerinden söz
etmektedir. Nitekim surenin birinci bölümü de inanç ve din açısından
aynı ilkelerden söz etmişti. Amaç, kanun koyma ve
hakimiyet sorununun aslında din ve inanç sorunu olduğunu
vurgulamaktır. Kur'an'ın bu gerçeği sunuş yöntemi
uyarınca her iki sorun aynı düzeyde belirmektedir.
Surenin ikinci bölümünde ayetlerin akışının
ele aldığı etken, işaret, sahne ve ifadelerin
birinci bölümün üzerinde yoğunlaştığı
etkenlerin, işaretlerin, sahne ve ifadelerin aynısı
olduğu göze çarpmaktadır:
İkinci bölüm;
1- Kitaplardan, peygamberlerden, vahiyden ve müşriklerin
istediği mucizelerden, söz etmektedir.
2- Mucizenin gerçekleşmesinden, buna rağmen müşriklerin
yalanlamasından sonra meydana gelen yok olma ve mahfolmadan söz
etmektedir.
3- Ahiretten ve oradaki hesaplaşma ve cezadan söz
etmektedir.
4- Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- ve kendileri
için hükümler koyan sahte Rabbleri bir olan gerçek Rabblerine
denk tutan kavmi arasındaki kesin ayrılıktan söz
etmektedir. Ayrıca Peygambere -salât ve selâm üzerine
olsun dininin gerçek mahiyetini açık, seçik ve net bir
şekilde duyurması direktifi verilmektedir.
5- Tüm alemler için geçerli olan tek bir Rabblıktan söz
etmektedir. Bir müminin bunun dışında bir Rabb
edinmesi doğru değildir.
6- Alemlerin Rabbinin her şeye sahip olduğundan, her
şeyi dilediği gibi evirip çevirdiğinden,
Allah'ın insanları dilediği gibi yeryüzüne yerleştirmesinden
aynı şekilde onlardan dilediğini dilediği
zaman yok etme gücüne sahip olduğundan söz etmektedir.
Bunlar, inanç gerçeğini kapsamlı boyutunda, ilâhlık,
kulluk ve bunların arasındaki ilgi boyutunda ele alan
surenin baş tarafında söz konusu edilen sorunların,
gerçeklerin, etkenlerin ve işaretlerin aynısı.
Kuşkusuz Kur'an-ı Kerim'le ve O'nun sunuş metoduyla
ilgilenenler için gayet açık bir anlamı vardır
bunun.
Surenin bu kısmında yer alan bu son bölüm Musa'nın
-selâm üzerine olsun kitabından söz etmekle başlıyor.
Bu da daha önce ele alınan Allah'ın doğru yoluna
ilişkin açıklamaların bütünleyicisi konumundadır.
"İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yola
uyunuz. Sakın sizi Allah'ın yolundan ayrı düşürecek
yollara girmeyiniz." Amaç, bu yolun daha önceden gelen
tüm peygamberlerin -selâm üzerlerine olsun- taşıdığı
mesajlar ve şeriatlardan bu yana sürüp geldiği
duygusunu uyandırmaktır. En yakın şeriat da
Musa'nın -selâm üzerine olsun- şeriatıdır. Yüce
Allah, O'na her şeyi ayrıntılı biçimde
içeren bir kitap vermiş ve ola ki kavmi ahirette gerçekleşecek
olan Allah'la buluşma olayına inanırlar diye bu
kitabı yol gösterici ve merhamet kaynağı
kılmıştır: "Sonra iyilik edenlere yönelik
nimetimiz tamama ersin, her şey ayrıntılı biçimde
açıklansın, doğru yol kılavuzu ve rahmet
olsun diye Musa'ya tevratı verdik. Ola ki, Rabblerinin
huzuruna çıkacaklarına inanırlar."
Ayetlerin akışı devam ediyor ve şu yeni ve
kutsal kitaptan söz ediyor. Musa'ya indirilen kitapla aynı
noktada birleşen bu kitap, onun bağlılarından
istenen inanç, şeriat ve takvanın
aynısını içermektedir. Buna uydukları sürece
insanların hem dünyada hem de ahirette Allah'ın
rahmetine kavuşmaları ümit edilir: "Bu Kur'an
bizim indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Ona uyunuz ve kötülüklerden
sakınınız ki, size merhamet edilsin."
Bu kitap, Araplar'ın mazeretlerini ortadan kaldırmak
için indirilmiştir. Ta ki, "yahudi ve hristiyanlara
indirildiği gibi, bize bir kitap indirilmedi. Şayet
onlara geldiği gibi bize de bir kitap gelmiş
olsaydı, onlardan daha çok doğru yolda olurduk"
demesinler. İşte bu kitap onlara indirilmiş ve
mazeretlerini geçersiz kılmıştır.
Dolayısıyla yalanlayanlar acı azabı hak
etmişlerdir:
-Onu size indirdik ki, "Bizden önceki iki ümmete
(yahudiler ile hristiyanlara) kitap indirildi ve biz onların
okuduklarından habersiz kaldık" diyemeyesiniz.
-Yine diyemeyesiniz ki "Eğer bize de kitap
indirilseydi, doğru yola onlardan daha sıkı
sarılırdık." Çünkü size de Rabbinizden açık
belge, doğru yol kılavuzu ve rahmet geldi. Allah'ın
ayetlerini yalanlayıp onlara yüz çevirenlerden daha zalim
kim olabilir? Ayetlerimize yüz çevirenleri, bu yüz
çevirmelerinden ötürü azapların en kötüsüne çarptıracağız.
Bu kitabın inmesiyle mazeretleri ortadan kalkmış
oldu. Buna rağmen onlar halâ ortak koşmaya ve
Allah'ın kitabı ellerinde olduğu ve içinde
uydurduklarını kanıtlayâcak bir şey
bulunmadığı halde, kendi kafalarından
birtakım hükümler koyup bunların Allah'ın hükmü
olduğunu ileri sürmeye devam ediyorlar. Halâ bu kitabı
onaylamak ve ona uymak için mucizeler, harikalar istemeye devam
ediyorlar. Oysa şayet istedikleri mucizelerin tümü ya da
bir kısmı gelecek olsa, en son hüküm de verilmiş
olacak.
-Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rabbinin
gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi
bekliyorlar? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha
önce iman etmemiş ya da imanı doğrultusunda bir
hayır kazanamamış olan kimseye o günkü imanı
bir fayda sağlamaz. Onlara de ki; "Bekleyin
bakalım, biz de bekliyoruz."
Sorun bu aşamaya gelince yüce Allah, Peygamberi -salât
ve selâm üzerine olsun- ile inanç ve şeriat
noktasında Allah'ın birliği esasına dayanmayan
diğer milletleri birbirinden ayırmakta ve onların
işini kendi üzerine almaktadır. Rahmeti ve adaleti
doğrultusunda onları hesaba çekecek ve cezalarını
verecek O'dur:
-Dinlerinin öngördüğü inanç ve ümmet birliğini
parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile senin
hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a
kalmıştır. Allah onlara ilerde
yaptıklarının akıbetini bildirecektir.
-Kim Allah'ın huzuruna bir iyilikle varırsa kendisine
on katı verilir. Kim Allah'ın huzuruna bir kötülük
ile varırsa, sadece onun dengi olan cezaya çarptırılır.
Ne iyilik edenlere, ne kötülük işleyenlere
haksızlık edilmez.
Bu noktada, bölümün son mesajı yer alıyor. Bu,
aynı zamanda surenin de son mesajıdır. Ancak, son
derece yumuşak, tatlı, aynı şekilde kesin ve
kararlı bir tonda bu dinde yer alan inanca ilişkin gerçeklerin
en derin olanlarını; mutlak tevhidi,
katışıksız kulluğu, ahiretin
ciddiliğini, dünyadaki sorumluluk ve sınamanın
bireyselliğini, her şeyin üzerindeki Rabblığında
ve kullarını mülkünde dilediği gibi ortaksız
ve sorgusuz bir şekilde hafif kılmasında
somutlaşan Allah'ın otoritesini özetlemektedir. Ayrıca,
bu uzayıp giden tesbihler, -Allah'ı eksikliklerden
tenzih etmeler, uzak saymalar- ilâhlık gerçeğinin göz
kamaştırıcı bir tablosunu çizmektedir. Bu
gerçek, en samimi, en saf ve en temiz kalpte, Allah'ın
peygamberinin kalbinde belirginleşmektedir. Bu
belirginleşme öylesine erişilmez bir düzeydedir ki,
O'na Kur'an'ın ifadesinden başkasının tasvir
etmesi mümkün değildir:
De ki; "Rabbim beni doğru yola, insanların tüm
ihtiyaçlarına cevap veren dine, Allah'ın birliğine
inanan ve O'na ortak koşanlardan olmayan İbrahim'in inanç
sistemine iletti."
-De ki; "Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve
ölümüm, tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir."
-"O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi.
Ben müslümanların ilkiyim.
-De ki, "Allah her şeyin Rabbi iken, ben O'ndan
başka bir ilâh mı arayayım? Herkesin
işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine
aittir. Hiç kimse başkasının kötülüğünün
sorumluluğunu taşımaz. Sonunda Rabbinize döneceksiniz.
O size anlaşmazlığa düştüğünüz
meselelerin içyüzünü bildirecektir."
-Sizi yeryüzünde halife yapan ve verdiği nimetler
hakkında sınavdan geçirmek için bazılarınızın
derecesini diğer bazılarınızdan üstün kılan
O'dur. Hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması
gecikmesizdir, aynı zamanda O
bağışlayıcı ve merhametlidir. (En'am:
161-165)
Ayetleri ayrıntılı bir şekilde ele almak
üzere bu kadar özetlemeyle yetiniyoruz.