Kuşkusuz bu bahçeleri ilk defa yaratan yüce Allah, hayatı
da ölüden çıkarmıştır. Bu bahçelerden bazısı
insanların oturaklar ve duvarlarla
hazırladıkları, çardaklarla oluşturduklarıdır.
Bazısı da çöllerde kendi kendine -Allah'ın
takdiri uyarınca- insan yardımı ve düzenlemesi
söz konusu olmaksızın yeşermektedir.
Değişik renk, tat ve şekilleriyle ekinleri ve
hurmaları var eden Allah'dır. Birbirine benzeyen ve
benzemeyen çeşitli türden, zeytin ve nar yaratan O'dur.
Bütün bu hayvanları yaratan, bazısını yerden
yüksek olan uzun ayakları nedeniyle ağırlık
taşıyıcısı binek hayvanı kılan
O'dur. Yere yakın küçük boyluları da yününden ve kıllarından
yaygı için yararlanılan türden kılmıştır.
Yeryüzünde hayatı yaygınlaştıran, bu
şekilde türlere ayıran ve insanın yeryüzündeki
hayatını gereklerine uygun kılan yüce Allah'dır.
O halde bunca kanıta ve gerçeğe karşın,
insanlar nasıl olur da gidip ekinler, hayvanlar ve mallar
konusunda Allah'dan başkasının hükmüne başvurabiliyorlar?
Kur'an'ın ifade yöntemi, insanların hayatı
üzerindeki hakimiyet noktasında yüce Allah'ın
birlenmesinin zorunluluğuna bir kanıt olması için
tek başına yüce Allah'ın insanlara
bahşettiği rızık gerçeğini sık
sık gözler önüne sermektedir. Çünkü tek başına
yaratan, yarattıklarının rızkını
veren ve onları koruyan kimse, tartışmasız
olarak Rabblığın, hakimiyetin ve otoritenin O'na
ait olması gerekendir:
Burada ayetlerin akışı ekin, meyve verme,
hayvanlar ve bu vesileyle Allah'ın nimetlerinin
oluşturduğu sahneler üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Daha önce ilâhlık sorunu tartışılırken,
üzerinde yoğunlaştığı bu etkenleri
şimdi de hakimiyet sorununda kullanmaktadır. Böylece
İslâm inancında ilâhlık ve hakimiyet
sorunlarının aslında aynı şey
oldukları gerçeğine işaret etmektedir.
Ayet, ekinler ve meyveleri söz konusu ederken, şöyle
demektedir:
"Bu ağaçlar ürün verdiklerinde meyvalarından
yiyiniz ve hasat günü haklarını veriniz, fakat israf
etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."
Ayette yer alan hasat günü haklarını verme
direktifi, bu ayetin Medine'de nazil olduğuna ilişkin
bazı rivayetlere neden olmuştur. Ancak biz surenin
tanıtımında, "Bu ayet Mekke'de nazil
olmuştur. Çünkü Mekke'de nazil olan bölümünün akışı
içinde bu ayet olmaksızın bütünlük sağlanamaz.
Dolayısıyla bu ayetin indirilişi Medine'ye
ertelenecek olursa ayetin öncesi ile sonrası arasında
bir kopukluk meydana gelecektir. Bununla beraber, hasat günü
hakkını veririz direktifiyle zekâtın
kastedilmiş olması kesin değildir. Çünkü ayete
ilişkin bazı rivayetlerde burada amaçlananın
sınırları belirsiz sadaka olduğu ifade
edilmektedir. Oysa belirlenmiş oranlarıyla birlikte zekât,
hicretin ikinci senesinde Peygamberimizin -salât ve selâm
üzerine olsun- uygulaması (sünneti) ile belirlenmiştir"
demiştik:
sözü
sadaka vermeye dönük olabileceği gibi, yemeye de dönük
olabilir. Rivayetlerde müslümanların mallarını
dağıtmada israf edercesine vardıkları
anlatılır. Bu yüzden yüce Allah: "İsraf
etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez" buyurmuştur.
Hayvanlar söz konusu edilirken şu ifadeye
başvurulmaktadır:
"Allah'ın size verdiği rızıklardan
yiyiniz ve şeytanın izinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin
açık düşmanınızdır."
Amaç, bu rızıkları verenin ve onları
yaratanın yüce Allah olduğunu belirtmektedir. Oysa
şeytanlar hiçbir şey yaratamazlar. O halde onlara ne
oluyor ki Allah'ın verdiği rızıklar konusunda
şeytanlara uyuyorlar? Bir de şeytanın onlara açıktan
açığa düşman olduğu vurgulanmaktadır. Açıktan
açığa düşman olduğu halde, nasıl olur
da onun adımlarını takip edebilirler?
Sonra ayetlerin akışı, son derece ince bir
tavırla cahiliyenin gizli kuruntularını
sıraladığı, aydınlattığı,
birer birer, parça parça gözler önüne serdiği bir
karşılamaya başlıyor. Bu sayede, bir nedene
dayandırılması ve savunulması mümkün olmayan
oldukça tutarsız, ahmakça düşünceleri gün yüzüne
çıkmaktadır. Kuşkusuz bu düşüncelerin açığa
çıktığını ve bunların ne bilimsel
ne doğru yoldan ne de aydınlatıcı bir kitaptan
kaynaklanan dayanağının
olmadığını gören kişi kendi kendine
utanacaktır: