Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ortak koştukları
sahte tanrılar ve şeytanlar malları üzerindeki bu
tür uygulamaları kendilerine çekici gösterdikleri gibi öz
çocuklarını öldürmeyi de onlara çekici göstermişlerdir.
Bu durum, kimi zaman rızık korkusu (-ya da esirlik ve
kız babası olmaktan dolayı utanç duyma duygusu)-
ile kız çocukları diri diri toprağa gömmek, kimi
zaman da erkek çocukları sahte tanrılara adamak
şeklinde meydana geliyordu. Nitekim Abdulmuttalip'in
şayet Allah, kendisini koruyacak ve saldırılarda
yardım edecek on erkek çocuk verecek olursa, birini kesmeyi
adadığına ilişkin rivayetler vardır.
Bu ve ötekini emredenin cahiliye geleneği olduğu açıktır.
Bu geleneği insanlar yine insanlar için koymuşlardır.
Burada anılan şeytanlar, kâhinlerden, tapmak
bekçilerinden ve başkanlardan oluşan insanlar ve
vesveseci cinlerden oluşan şeytanlardır.
Bunların arasında sıkı bir
yardımlaşma ve dostluk vardır.
Ayet bu çekici göstermenin arka planında gizli hedefi
şöyle açıklamaktadır:
"Fıtratlarını
yozlaştırsınlar ve hem de dinlerini bozsunlar diye..."
Onları yok etmeyi, dinlerini bozmayı ve ondan
kaynaklanacak net bir düşünceye dayanmayacakları
şekilde karmaşık hale getirmeyi amaçlamışlardır.
Bu yok oluş, öncelikle öz çocuklarını
öldürmelerinde somutlaşmaktadır. Son olarak sosyal
hayatın tümden bozulmasında ve insanların yolunu
yitirmiş sürülere dönüşüp keyfi arzuları ve çıkarları
uyarınca diledikleri gibi güden bozguncu çobanların
eline düşmelerinde somutlaşmaktadır. Öyle ki,
canları, çocukları ve malları hakkında ölüm
ve yok olma hükmünü verebilecek duruma gelirler. Bu
şaşkın koyunlar boyun eğmekten başka seçenek
bulamazlar. Çünkü din, inanç -ve bunlara ilişkin
konulardaki karmaşık düşünceler- tüm ağırlıkları
ve derinlikleri ile birlikte, yine bu düşüncelerden
kaynaklanan toplumsal geleneklerle bir dayanışma içine
girerler. Böylece son derece açık dine bağlanan ve tüm
işlerini kalıcı ölçüye göre düzenleyenlerin dışında
hiç kimsenin karşı duramadığı ezici bir
baskı meydana gelmiş olur.
Bu kapalı ve karmaşık düşünceler ve
bunlardan kaynaklanan dayanılmaz baskısıyla
kitleleri ezen şu toplumsal gelenekler, sırf eski
cahiliye toplumların= da bilinen şekliye
sınırlı değildir. Çağdaş cahiliyede
daha açık bir şekilde görebiliyoruz bugün.
İnsanların hayatında korkunç bir ağırlık
olan ve kimsenin bir kaçış yolu
bulamadığı gelenekler, töreler...
İnsanların bir zorunluluk olarak gördükleri ve kimi
zaman altından çıkılmaz harcamalarda
bulundukları, hayatlarını ve değer
yargılarını yiyip bitiren, ahlâklarını
ve yaşayışlarını altüst eden, bununla
beraber boyun eğmekten başka bir şey
yapamadıkları şu moda ve törenler... Sabah, öğleden
sonra ve akşam modaları... Kısa, dar ve gülünç
giysiler... Çeşitli süsleme, güzelleştirme ve makyaj
yöntemleri... Daha nice aşağılatıcı kölelikler...
Tüm bunları kim yapıyor? Kimdir bunların
arkasında? Bunların arkasında moda evleri bulunuyor.
Üretici firmalar yer alıyor. Faizini almak için paralarını
sanayiye yatıran banker kuruluşları ve bankalar yer
alıyor. Dünyaya hükmetmek için insanlığı
mahvetmeye çalışan yahudiler vardır bunların
arkasında. Ancak bunlar görülen silahlar ve ortada
ordularla bulunmuyorlar. Kendilerinin geliştirdiği düşünceler
ve değerler, yerleştirdikleri görüşler ve kültürlerle
meydanda yer alıyorlar. Sonra da bunları toplumsal örf
adı altında baskı aracı olarak insanların
üzerine salıyorlar. Onlar, egemen düzende, sosyal
kurumlarda ve birbirine girmiş dalları ve kökleri ile
birlikte karmaşık hale gelmesinden dolayı
insanların tartışma konusu yapmadıkları
toplumsal geleneklerde temsil edilmedikleri sürece görüşlerin
tek başına yeterli olmayacağını
biliyorlar.
Bunlar şeytanların işidir... İnsanlardan ve
cinlerden oluşan şeytanların... Bu, değişen
görünüm ve şekillerine rağmen, kökleri ve kaynakları
aynı, temelleri ve kuralları benzeşen cahiliyedir...
Biz Kur'an-ı okuduğumuzda onun sadece geçmişte
yaşanmış cahiliye toplumlarının hikâyecilerini
aktardığını anlıyorsak, onu çarpıtmış
oluruz. Oysa Kur'an hayatın sürdüğü tüm çağlarda
yaşanan her türlü cahiliye düzeninden söz etmekte, her
zaman için bozulmuş realiteyi ele alıp Allah'ın
doğru yoluna yöneltmektedir.
Komplonun ürkütücü boyutlarda olmasına, realitenin
baskısına rağmen, Kur'an'ın
akışı cahiliyeyi küçümsemekte ve bu dış
görünümün örttüğü büyük gerçeği ortaya çıkarmaktadır.
Dolayısıyla şu şeytanlar ve dostları
Allah'ın kontrolü ve otoritesi altındadırlar.
Onlar işledikleri şeyleri kişisel güçleriyle yapmıyorlar.
Ancak uzun ipin kendilerine bırakılmış az bir
tarafı ile Allah'ın iradesi ve takdiriyle
yapıyorlar. Tabii ki, yüce Allah'ın
kullarının sınanmasına ilişkin hikmetini
gerçekleştirmek için. Şayet yüce Allah yapmalarını
istemese hiçbir şey yapamazlar. Ancak yüce Allah denemek
için bunların yapılmasını istiyor.
Dolayısıyla bu konuda peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- ve müminlere bir sorumluluk söz konusu değildir.
O halde yollarına devam edip şeytanları, Allah'a yönelik
iftiraları ve komplolarıyla Allah'a
bırakmalıdırlar.
"Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde
onları asılsız uydurmaları ile
başbaşà bırak."
Bunların "bu düşünceler ve uygulamaları
biz kendimiz belirledik" demeye cesaret edemediklerini
belirtmemiz gerekir. Tersine Allah'a iftira ederek bu hükümleri
Allah'ın belirlediğini iddia ediyorlardı.
İddialarına göre, bu düşünce ve uygulamaları
İbrahim ve İsmail'in (selâm üzerlerine olsun)
şeriatından almışlardı.
Çağdaş cahiliyenin şeytanları da bugün
aynı şeyi yapıyorlar. Bunların çoğunluğu
ateist komünistler gibi kafa tutamıyor,
dolayısıyla Allah'ın varlığını
kökten inkâr edip dini açıkça reddetmeye yeltenmiyorlar.
Arap cahiliyesindeki şeytanların
sığındıkları yöntemin aynısına
sığınıyorlar. Dine saygılı
olduklarını söylüyorlar ve insanlar için koydukları
kanunların temelde bu dine dayandığını
ileri sürüyorlar. Kuşkusuz bu ateist komünistlerin
yönteminden daha aşağılık ve daha iğrenç
bir yöntemdir. Böyle bir şey, son derece karmaşık
olmakla ve aslında İslâm'la hiçbir ilgisi bulunmamakla
beraber henüz ruhların derinliklerinde yaşayan dinsel
duyguyu uyuşturmaktır. Kuşkusuz İslâm son
derece açık,. pratik ve realist bir hayat sistemidir. Bu
duygunun kapalı ve karmaşık bir tarafı yoktur.
Ayrıca fıtri dinsel enerji cahiliye kalıpları
içinde sönüp gider ama, İslâmda değil... Bu da
komploların en iğrenci, yöntemlerin en çirkinidir kuşkusuz.
Sonra bu dini koruduklarını sanan birtakım
kişiler gelip, İslâm gerçeğinin yanında
oldukça önemsiz olan yanlışlıklara
karşı koymak uğruna emeklerini harcarlar. Bu
konuda, Allah'ın ilâhlığını ve
otoritesini tümden ele geçiren müşrik cahiliye sistemleri
fazla ilgilendirmemektedir onları. Böylece bu ahmakça
gayretleriyle bu müşrik cahiliye sistemlerine İslâm
süsünü vermiş oluyorlar. Bu sistemlerin gerçek dinin esasına
dayandığına, sadece bu tür basit konularda ayrı
düştüğüne ilişkin oldukça téhlikeli ve fiili
bir tanıklık yapmış oluyorlar.
Bu gayretkeşler, cahiliye rejimlerinin iyice
yerleşmesi ve tehlikelerden uzaklaşması
uğrunda rollerini başarıyla oynuyorlar. Din
simsarlarının karmaşık hale getirdiği
bozuk dini araçlar da aynı rolü üstlenmişlerdir. Oysa
İslâm bu simsarları veya kâhin ve tapınak bekçilerini
hiçbir zaman kabul etmemiştir.