114- "Allah size ayrıntılı açıklamalar
içeren kitabı indirmişken ben O'nun
dışında bir hakeme mi başvurayım?
Kendilerine kitap verdiklerimiz, Kur'an'ın gerçeğe
dayalı olarak Allah tarafından indirildiğini
bilirler. O halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
"
115- Rabbinin sözü doğruluğun ve adaletin
doruğuna erdi. O'nun sözlerini hiçbir güç değiştiremez.
O her şeyi işitir ve bilir. "
116- "Eğer sen yeryüzünde yaşayan
insanların çoğuna uyacak olursan, bunlar seni
Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece
zanların, sanıların peşinde giderler,
sırf tahmin yürütürler. "
117- "Hiç kuşkusuz Rabbin kimin kendi yolundan
saptığını ve kimin doğru yolda
olduğunu herkesten iyi bilir. "
Tüm bu ön açıklamalar, pratik ve hazır olan
ayrıca kendisi için hazırlıklar yapılan bu
konuya girmeden önce yer almakta, ardından konuyu
doğrudan doğruya iman ya da küfür sorununa bağlamaktadır.
"Eğer Allah'ın ayetlerine
inanıyorsanız, O'nun adı anılarak kesilen
hayvanların etlerinden yiyiniz."
"Niçin Allah'ın adı anılarak kesilen
hayvanların etlerinden yemiyorsunuz? Oysa Allah, çaresizlik
sonucu yemek zorunda kaldıklarınız
dışında, size haram kıldığı
etleri ayrıntılı biçimde açıkladı..."
(En'am S
uresi:
118-119)
Tüm bu hazırlıklardan sonra sunulan helâl veya
haramlık konusu tamamlanmadan önce, emir, yasaklama, açıklama
ve azaba ilişkin kuvvetli etkenler içeren diğer
direktifler ve değerlendirmelerle iki bölüm birbirinden ayrılmaktadır:
"...Birçokları bilmeden keyfi arzularına uyarak
insanları yoldan çıkarırlar. Hiç kuşkusuz
Rabbin sınırı aşanları herkesten iyi
bilir."
"Günahın açığından da gizlisinden de
sakınınız. Günah işleyenler
yaptıkları günahın cezasını
çekeceklerdir."
Ardından yeniden helâl ve haram kılma konusundan söz
açılmakta ve konu doğrudan doğruya İslâm ve
şirk sorununa bağlanmaktadır:
"Allah'ın adı anılarak kesilmeyen
hayvanların etlerinden yemeyiniz. Çünkü bu, Allah'ın
yolundan sapmaktır. Şeytanlar dostlarına sizinle
tartışmalarını telkin ederler. Eğer
onlara uyarsanız, şüphesiz siz de müşrik
olursunuz."
Bundan sonra, söz içinde küfür ve imanın özelliğine
ilişkin diğer bir bölüm başlıyor. Sanki bu bölüm
helâl ve haram kılma işinin bir değerlendirmesi
olarak yer alıyor. Ayrıca bu sıralamada, bu ilgi
kurmada ve bu vurgulamada günlük hayatın problemlerindeki
yasama ve hakimiyet sorununa ilişkin İslâmî bakışın
mahiyeti somutlaşmaktadır.
"Allah size ayrıntılı açıklamalar içeren
kitabı indirmişken ben O'nun dışında bir
hakeme mi başvurayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz,
Kur'an'ın gerçeğe dayalı olarak Allah
tarafından indirildiğini bilirler. O halde sakın
kuşkuya kapılanlardan olma."
Bu, Peygamberin (salât ve selâm üzerine olsun) diliyle ifade
edilen red amaçlı bir sorudur. Genel anlamda herhangi bir
işte Allah'tan başka bir hakeme başvurmayı
reddetme amacına yöneliktir. Ayrıca tüm işler için
hakimiyet merciini belirleme ve bu merci bu hakta tartışmasız
birleme amacı güdülmektedir. Böylece hayatın herhangi
bir meselesinde hükmüne başvurmak için Allah'dan başka
birine yönelmenin mümkün olabileceği savı tümden
tuhaf karşılanarak reddedilmiş oluyor:
"Allah'ın dışında bir hakeme mi
başvurayım?"
Sonra... Bu reddin ve Allah'dan başkasını hakem
edinmeyi son derece çirkin ve garip bir olay olarak gözler
önüne seren koşulların ayrıntılarına geçiliyor.
Kuşkusuz yüce Allah hiçbir şeyi kapalı
bırakmamıştır. Kullarını hayatta
karşılaşacakları problemlere ilişkin hükümler
belirlemeleri için başka bir kaynağa muhtaç durumda bırakmamıştır.
"Allah size ayrıntılı açıklamalar içeren
kitabı indirmiştir..."
Bu kitap, insanların ayrılığa düştükleri
konularda aralarında adaletle hükmetmesi ve bu işlerde
Allah'ın hakimiyetini ve ilâhlığını
temsil etmesi için indirilmiştir. Sonra bu kitap, bir bütün
olarak tüm hayat düzeninin dayanacağı temel ilkeleri içerir
bir şekilde ayrıntılı olarak
indirilmiştir. Aynı zamanda bu kitap, ekonomik, bilimsel
ve top yekûn pratik durumları ne düzeyde olursa olsun,
insan topluluklarında yer etmesini istediği sorunlara
ilişkin ayrıntılı hükümleri de kapsamaktadır.
Bu ve öteki nedenlerden dolayı bu kitap, hayatın
herhangi bir probleminde Allah'dan başka birinin hükmüne
ihtiyaç bırakmamaktadır.
Yüce Allah'ın kitabı
aracılığıyla bildirdiği gerçek budur.
Bundan sonra dileyen, "insanlık büyük bir gelişme
gerçekleştirmiştir, artık bu kitaba ihtiyàcı
kalmamıştır" desin, ancak beraberinde bu dine
inanmadığını, kâfir olduğunu ve
alemlerin Rabbinin sözünü yalanladığını da
belirtsin. (Allah korusun).
Sonra çevrelerinde, herhangi bir işte Allah'dan
başkasını hakem edinmeyi çirkin ve garip bir durum
olarak ortaya koyan başka şartlar da söz konusudur. Kuşkusuz
daha önce kendilerine kitap verilenler, bu kitabın Allah
katından indirilmiş olduğunu bilirler. Onlar
kitabı iyi bilirler. Çünkü onlar kitap ehlidirler.
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, Kur'an'ın gerçeğe
dayalı olarak Allah tarafından indirildiğini
bilirler."
Kuşkusuz yüce Allah'ın müşriklere
bildirdiği bu şartlar, hem Mekke'de hem de Arap
Yarımadası'nda mevcuttu. Yüce Allah'ın gönüllerini
İslâm'a açtığı kimilerin
yaptığı gibi ehli kitap da, ister açıkça
belirtsin, ya da bazılarının yaptığı
gibi gizlesin, inkâr etsin farketmez. Her iki durumda da mesele
birdir. Bunu Allah bildiriyor ve doğru olan O'nun
bildirdiğidir. Buna göre kitap ehli, Kur'an'ın hak içerikli
olarak Allah katından indirilmiş olduğunu
bilmektedir. Bu kitabın içeriği hak olduğu gibi
Allah'dan indirilişi de haktır.
Kuşkusuz kendilerine kitap verilenler (yahudi ve
hristiyanlar) günümüzde de bu kitabın hak içerikli olarak
Allah katından indirilmiş olduğunu biliyorlar.
Aynı zamanda bu dinin gücünün, kendisini saran gerçekten
ve içerdiği haktan kaynaklandığını çok
iyi biliyorlar. Tüm bu bildiklerinden dolayı da bu dinle ve
bu kitapla kesintisiz bir savaşa girişiyorlar. Bu
savaşların en şiddetlisi ve en ağırı
da, hakimiyeti bu kitaptan kaynaklanan şeriattan alıp,
insan ürünü diğer kitaplardan kaynaklanan yasalara vermek
ve Allah'dan başkasını hakem pozisyonuna
getirmektir. Allah'ın kitabı yaşanmamış,
O'nun dini varlığını sürdürmemiş olsun
ki; bir zamanlar ilâhlığın tek başına
Allah'a ait olduğu, Allah'ın kitabından kaynaklanan
şeriatının egemen olduğu, diğer
yasaların katkılarının söz konusu olmadığı,
Allah'ın kitabının yanında (toplum sisteminin
ve yasamaya ilişkin temellerin ondan
alındığı ve tıpkı müslümanların
Allah'ın kitabına ve ayetlerine başvurduğu ve
şahit tuttuğu gibi, başvurulan ve içeriği
şahit gösterilen) başka kitaplara itibar
edilmediği ülkelerde, başka ilâhlıklar kurulsun!
Bütün bunların arkasında -siyonist ve haçlılardan
oluşan- ehli kitap vardır. Bunun gibi iğrenç
hedeflerin gerçekleşmesi için ortaya atılan her
sistemin ve her hükmün arkasında yer aldıkları
gibi.
Ayetlerin akışı, bu kitabi yüce Allah'ın
ayrıntılı olarak indirdiğini ve kitap ehlinin
bu kitabın Allah katından hak içerikli olarak indirilmiş
olduğunu bildiklerini açıklarken, Hz. Peygambere (salât
ve selâm üzerine olsun) dahası kendisine inananlara yönelmekte,
müşriklerin tarafından gördükleri yalanlama ve tartışmanın
ve kimi kitap ehlinin tarafından gördükleri gizleme ve
inkârın ağırlığını
hafifletmektedir:
"O halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma."
Hz. Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) ne kuşkuya
düşmüştü ne de tereddüt etmişti. Yüce Allah
kendisine:
"Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden
önce indirdiğimiz kitapları okuyanlara sor.
Kuşkusuz sana Rabbinden gerçek gelmiştir, sakın
kuşkuya kapılanlardan olma" (Yunus Suresi: 194)
ayetini indirdiği zaman, Hz. Peygamberin "Ne
kuşkuya kapılırım ne de sorarım" buyurduğu
rivayet edilmektedir.
Ancak bu ve benzeri direktifler, gerçek üzerinde kalıcı
kılma amaçlı uyarılar Peygamberimizin (salât ve
selâm üzerine olsun) ve beraberindeki müslüman ümmetin karşı
karşıya kaldığı tuzakların,
sıkıntıların, yalanlama ve inkârın
boyutlarını, ayrıca bu direktif ve destekle hem ona
hem de müslümànlara yönelik Allah'ın rahmetinin büyüklüğünü
göstermektedir.
Ayetlerin akışı bu yönde devam ediyor ve Allah'ın
kesin sözünün tamamlandığını, hileleri
hangi düzeyde olursa olsun, yaratıkların
davranışlarının bunu
değiştiremeyeceğini belirtiyor.
"Rabbinin sözü doğruluğun ve adaletin
doruğuna erdi. O'nun sözlerini hiçbir güç değiştiremez.
O her şeyi işitir ve bilir."
Söyleyip belirlediklerindeki doğruluk,
yasalaştırıp hükmettiklerindeki adalet bakımından
Allah'ın sözleri eksiksizdir. Bundan sonra, inanç, düşünce,
temel ilke, değer ve ölçü hakkında herhangi birinin söz
söylemesine gerek kalmamıştır. Şeriat, hüküm,
gelenek ve görenek noktasında hiç kimsenin bir şeyler
söylemeye hakkı yoktur. Allah'ın hükmünün bozulması
söz konusu değildir. Kimsenin korumasına ihtiyacı
yoktur O'nun.
"O her şeyi işitir ve bilir."
O, kullarının söylediklerini işitir ve bu sözlerinin
ardındaki niyetlerini de bilir. Ayrıca onların
yararına olana ve İslah edecek şeyleri de bilir.
Yüce Allah'ın indirdiği kitabın "hak"
içerikli olduğu belirtilirken bir de insanların
benimsedikleri ve yararlı gördükleri şeylerin
kesinliği söz konusu olmayan zanna uymaktan başka bir
şey olmadığı, bunun ise sadece
sapıklıkla sonuçlanacak bir tutum olduğu
belirtilmektedir. Bir de insanların bu biricik ve kesin
kaynağa başvurmaları durumu müstesna hiçbir zaman
gerçeği söylemeyecekleri, onu gösteremeyecekleri
vurgulanmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber, sayıları
ne kadar çok olursa olsun, insanların kendi kendilerine
belirleyip gösterdikleri bir şeye uymaktan
sakındırılmaktadır. Çünkü sapıklığın
takipçileri ne kadar çok olursa olsun, cahiliye aynı
cahiliyedir.
"Eğer sen yeryüzünde yaşayan insanların
çoğuna uyacak olursan, bunlar seni Allah'ın yolundan
saptırırlar. Onlar sadece zanların,
sanıların peşinden giderler, sırf tahmin yürütürler."
Yeryüzünde yaşayanların -tıpkı günümüz
gibi- çoğunluğu cahiliye mensubuydu. Tüm işlerinde
Allah'ı hakem yapmıyorlardı. Allah'ın
kitabında bildirdiği şeriatı bütünüyle
kanun edinmiyorlardı. Düşüncelerini ve fikirlerini,
düşünce ve hayat metodlarını Allah'ın yol göstericiliğinden
ve direktiflerinden almıyorlardı. Bu yüzden -tıpkı
günümüz gibi- cahiliye sapıklığına
dalınışlardı. Gerçeğe dayanan, gerçekten
alınan bir görüş ileri sürmeleri, bir söz
söylemeleri mümkün değildi. Kendilerine uyanı,
yollarını, takip edeni sapıklıktan başka
bir şeye yöneltmezlerdi. Tıpkı günümüzde olduğu
gibi kesin bilgiyi bırakıp zan ve sezgilere
uyuyorlardı. Oysa zan ve sezgi olsa olsa sapıklıkla
sonuçlanırdı. Bu nedenle Allah'ın yolundan
sapmaması için yüce Allah peygamberini onlara uymaktan,
onları takip etmekten sakındırıyor, hem de bu
şekilde genel bir ifadeyle. Ayetlerin akışında
ele alınacağı gibi, söz konusu edilen konunun bazı
kesilen hayvanların helâl ya da haram oluşuyla ilgili
olmasına rağmen.
Ardından, şu doğru yoldadır, şu da
sapıklıktadır diye kullar hakkında hüküm
verenin tek başına yüce Allah olduğu
belirtilmektedir. Çünkü kulların gerçek mahiyetini sadece
yüce Allah bilebilir, neyin hidayet, neyin sapıklık
olduğunu ancak O belirleyebilir:
"Hiç kuşkusuz Rabbin kimin kendi yolundan
saptığını ve kimin doğru yolda
olduğunu herkesten iyi bilir."
İnsanların düşünceleri, değerleri,
ölçüleri, davranışları ve hareketleri üzerinde
egemen olacak temel bir kuralın varlığı
zorunludur. Bütün bunlardan hangisinin gerçek hangisinin batıl
olduğunu belirlemek için temel bir kural kaçınılmazdır.
Böylece sorun, insanların değişken
arzularının ve kanıtlanmış bir bilgiye
dayanmayan çıkarlarının sorunu olmaktan çıkar.
Sonra tüm bu sorunlar için ölçüler koyan ve insanların
kullar hakkındaki hükmüne başvurdukları,
değer yargılarını aldıkları bir
mercinin bulunması zorunludur.
İşte burada yüce Allah ölçü koymaya, insanları
buna göre, değerlendirmeye, kimin doğru yolda, kimin de
sapık yolda olduğunu belirlemede sadece kendisinin hak
sahibi ve yetkili olduğunu belirtmektedir.
Kuşkusuz değişken yargıları
doğrultusunda bu hükümleri belirleyecek olan
"toplumun" kendisi değildir. 'Toplumsal
yapının ve maddi dayanaklarının
değişmesiyle değer ve hükümleri değişen
toplum bu konuda söz sahibi değildir. Çünkü tarıma
dayalı toplumun değer yargıları ve ahlâk
kuralları ayrı, sanayi toplumunun değer
yargıları ve ahlâk kuralları ayrı
olacaktır. Kapitalist burjuva toplumu için ayrı
değer yargıları ve ahlâk kuralları
olduğu gibi, sosyalist ya da komünist toplum için de farklı
değer yargıları ve ahlâk kuralları söz
konusu olacaktır. Ardından bu toplumların
yargılarına uygun şekilde insanların
davranışları için farklı ölçüler konacaktır.
İslâm bu esası tanımaz ve onaylamaz. İslâm
kendine özgü bir değer yargısı tayin eder. Onu da
yüce Allah belirlemiştir. Aynı zamanda bu değer
yargısı toplum biçimlerinin değişmesiyle
değişmeyen bir esastır. Bu değer
yargısı dışına çıkan toplumun
İslâm literatüründe adı bellidir. Bu toplum İslâm
dışı, cahilî bir toplumdur. Allah'a ortak koşan
bir toplumdur. Çünkü bu toplum değer yargıları,
ölçüler, düşünceler, ahlâk kuralları, düzen ve
sistemler hakkında Allah'ın bildirdiklerinin
dışında Allah'tan başka -insanlardan-
birtakım kimselere yetki tanımaktadır. İslâm'ın
toplumlar, değer yargıları ve ahlâk kuralları
için tanıdığı tek bölünme şekli budur.
İslâmî olma ya da İslâm dışı olma...
Ya İslâm ya da tüm şekil ve görünümleriyle
cahiliye...
HELÂI, VE HARAM
Birtakım açıklamalar içeren bu uzun hazırlıktan
sonra yine bu açıklamalı uzun hazırlık bölümünün
yerleştirdiği temel kura(dan hareketle kesilen hayvanlar
sorunu ele alınmaktadır: