İrademiz ve takdirimiz doğrultusunda her peygambere
kimilerini düşman yaptık. Bu düşman, insanlardan
ve cinlerden oluşan şeytanlardır.
Şeytanlık; azdırmak, saptırmak ve kötülüğe
yönlendirmektir ki, insanlar için geçerli olduğu gibi
cinler için de geçerli bir sıfattır. Cinlerden
azgınlık yapan, kötülüğe ve
sapıklığa yöneltenler şeytan diye
nitelendirildikleri gibi, azgınlaşan, insanları kötülüğe
ve sapıklığa yönelten insanlar da şeytan diye
nitelendirilirler. Ayrıca kötü huylu, inatçı ve
zararlı olan hayvanlar da bu şekilde nitelendirilirler.
Nitekim: "Siyah köpek şeytandır" denmektedir.
Yüce Allah'ın her peygambere düşman
olmalarını takdir ettiği -insanlardan ve cinlerden
oluşan- bu şeytanlar, birbirlerine vahyettikleri (fısıldadıkları)
yaldızlı sözlerle bazısı
bazısını aldatmaktadır. Valıyin
anlamlarından biri; sözün bir canlıdan diğer bir
canlıya içsel bir etkenle aktarılmasıdır. Bu
şeytanlardan bazısı bazısını
kandırıp birbirlerini azgınlığa,
sapıklığa, kötülüğe ve günaha teşvik
ederler.
İnsanlardan oluşan şeytanların durumu bizce
bilinmektedir. Yeryüzünde yaptıklarını görmek
her zaman mümkündür. Bunların örnekleri her peygambere ve
peygamberin beraberindeki gerçeğe ve müminlere karşı
takındıkları düşmanca tavrın numuneleri
bilinmektedir. İnsanlar bunları her zaman görebilirler.
Cinlerden şeytanlara -ayrıca tüm cinlere- gelince;
bunlar Allah'a özgü gaybın kapsamına girmektedirler.
Kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği gaybın
anahtarları katında bulunan Allah'ın
bildirdiklerinden başka hiçbir şey bilmiyoruz bu konuda.
Şu evrende insandan ve yeryüzünde bilinen diğer
canlı türlerden ve cinslerden farklı
yaratıkların varlığı prensibi açısından...
Prensip açısından biz, "Allah'ın bunlar
hakkında söylediklerine inandığımızı,
açıkladığı sınırlar dahilinde haber
verdiklerini doğruladığımızı söylüyoruz.
Bu konuda yüce Allah'ın bildirdiği gerçekleri inkâr
etmek için "bilim"i kalkan edenlere gelince; doğrusu
bunların neye dayandıklarını anlamakta güçlük
çekiyoruz. Çünkü beşeri bilimler, dünya gezegeninde yer
alan tüm canlı türlerini kuşattığı
iddiasında değildir. Hem bu bilimler, diğer gök
cisimlerinde neler bulunduğunu bilme imkânına sahip
değildir. Bu konuda tüm söyleyeceği, yeryüzündeki
hayat türünün bazı gezegenlerde ve yıldızlarda
olabileceği veya olamayacağı
varsayımlarını ileri sürmektir. Dolayısıyla
bu varsayımlar ispatlansa bile, diğer bir hayat türünün,
başka bir canlı çeşidinin evrenin bir başka köşesinde
yaşıyor olabilecekleri düşüncesini çürütemez.
Çünkü `bilim' bu konuda herhangi bir şey bilememektedir. O
halde herhangi birinin "bilim" adına bu
değişik canlı alemlerin
varlığını inkâr etmesi despotluktur, küstahlıktır.
Tıpkı insanların kimisi gibi, bir
kısmı şeytanlık yapan, kötülük ve sapıklığa
teşvik eden -iblis ve soyu gibi- ve cin diye
adlandırılan bu topluluğun mahiyeti açısından...
Evet cin adı verilen bu topluluğun mahiyeti açısından,
Allah'dan ve O'nun Peygamberinden (salât ve selâm üzerine olsun)
gelen doğru haberlerden başka bir şey bilmiyoruz.
Bu topluluğun dumansız ateşten
yaratıldığını ve bunların yeryüzünde
olduğu kadar yerin içinde ve dışında
yaşama gücüyle donatıldığını, bu
alanlarda insanlardan daha çabuk hareket etme yeteneğine
sahip olduklarını, salih müminleri olduğu kadar
azdırıcı şeytanlarının olduğunu,
bunlar Ademoğulları'nı görebildikleri halde
insanların onları oldukları şekilde göremeyeceğini
-zaten insanları görüp de insanların göremediği
daha nice yaratıklar var- aynı şekilde
bunların şeytanlarının insanoğluna,
yoldan çıkarmak ve saptırmak için musallat olduğunu
biliyoruz. Bunlar bilmediğimiz bir yöntemle insanlara
vesveseler ve çeşitli kötü düşünceler aşılama
gücüne sahiptirler. Allah'ı anan müminler üzerinde bu
şeytanların bir egemenliği söz konusu değildir.
Mümin Allah'ı andığı zaman şeytan ortaya
çıkar ve birtakım vesveseler verir. Allah'ı
anmakla mümin, şeytanın zayıf hilesinden çok daha
güçlü bir konuma gelir. Cinler alemi tıpkı
insanlık alemi gibi Allah'ın huzurunda toplanıp
yaptıklarından dolayı sorgulanacaklardır.
Onlar da tıpkı insanlar gibi cennete veya cehenneme
gideceklerdir. Cinler meleklerle
karşılaştırıldıkları zaman, hiçbir
gücü ve etkinliği bulunmayan son derece zayıf bir
topluluk olarak belirirler.
İşte bu ayetten anlıyoruz ki yüce Allah,
insanlardan ve cinlerden şeytanları her peygambere düşman
kılmıştır...
Kuşkusuz yüce Allah -dileseydi- böyle bir şey
yapmamalarını sağlayabilirdi. İnsanları
azdırmamalarım, kötülüğe teşvik
etmemelerini, peygamberlere düşmanlık
yapmamalarını, müminlere eziyet etmemelerini ve
insanları Allah'ın yolundan
saptırmamalarını sağlardı. Yüce Allah
onları hidayete zorlayabilirdi. Ya da doğru yola yönelmeleri
durumunda onları doğru yola iletebilirdi. Ya da
onları peygamberlere, gerçeğe ve ona inananlara
karşı çıkmaktan aciz bırakabilirdi. Ancak yüce
Allah bu kadarlık ve serbestliği onlara
bırakmıştır. Allah'ın iradesinin
öngördüğü ve O'nun kaderinin belirlediği oranda
Allah'ın dostlarına eziyet etmelerine izin
vermiştir. Ayrıca yüce Allah, dostlarını düşmanlarının
işkenceleriyle sınamayı takdir etmiştir.
Tıpkı düşmanlarını kendilerine
verdiği serbestlik ve güç oranında
sınadığı gibi. Dolayısıyla bunlar,
Allah'ın takdir ettiğinin dışında O'nun
dostlarına işkence, eziyet yapamazlar.
"Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı."
Bu açıklamalardan hangi sonuçları çıkarabiliriz?
a) Öncelikle, tüm peygamberlere düşman konumunda
olanların, peygamberlere uyanlara baskı yapıp
işkence edenlerin "şeytanlar" olduğunu,
insanlardan ve cinlerden şeytanlar olduğunu
anlıyoruz. Aynı zamanda (insanlardan ve cinlerden
oluşan) bu şeytanların tek bir görevi yerine
getirdiklerini, hep birlikte insanları azdırma, yoldan
çıkarma ve Allah'ın dostlarına düşmanlık
yapma görevini üstlenirken bazısının
bazısını kandırıp
saptırdığını da anlıyoruz.
b) İkinci olarak, bu şeytanların
saydığımız durumların hiçbirinde
herhangi bir şey yapmadıklarını, kişisel
güçleriyle peygamberle düşmanlık ve onlara uyanlara
eziyet yapamadıklarını anlıyoruz. Onlar,
Allah'ın kontrolü altındadırlar. Allah
dostlarını arındırmak, kalplerini temizlemek
ve kendilerine emanet edilen gerçeği savunmada dirençlerini,
sabırlarını denemek gibi dilediği bir şey
için bu şeytanlar aracılığıyla
dostlarını sınamaktadır. Sınavı
başarıyla geçtiklerinde yüce Allah, onlardan tabi
tuttuğu denemeyi kaldırır. Bu düşmanları
onlardan uzaklaştırır. Bu düşmanlar,
Allah'ın takdir ettiğinin ötesinde onlara herhangi bir
eziyet verme gücünden yoksundurlar. Sonuçta Allah'ın düşmanları
omuzlarına günahlarını eksiksiz bir şekilde
taşır durumda, büyük bir zaaf içinde rezil olarak
O'na dönerler.
"Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı."
c) Üçüncü olarak, insanlardan ve cinlerden
şeytanların şeytanlık yapmalarını
-ki onları verdiği serbestlik ve güç oranında
sınamaktadır- ve bir müddet dostlarına eziyet
etmelerini gerektiren yüce Allah'ın özgür hikmeti olduğunu
anlıyoruz. Yüce Allah böylece dostlarını
denemektedir; acaba sabrediyorlar mı? Batıl üzerlerine
çullandığı ve etraflarını
sardığı zaman sahip oldukları gerçekte
diretiyorlar mı? Kendilerine pay çıkarmaktan kurtulup,
gerek zorlukta, gerek darlıkta, gerek tasada, gerek
kıvançta bir defada kendilerini Allah için feda ediyorlar mı,
bunu görsünler. Yoksa yüce Allah, tüm bu olanların
olmamasına kadirdir.
d) Dördüncü olarak, insanlardan ve cinlerden
şeytanların, onların kurduğu tuzakların
ve müminlere verdikleri eziyetlerin kendilerine özgü bir
güçten kaynaklanmadığını ve yüce Allah'ın
onların eliyle gerçekleşmesini dilediği şeyin
dışında herhangi bir şey
yapamayacaklarını anlıyoruz. Bütün bunları
takdir edenin, meydana gelmesine izin verenin yüce Rabbi olduğunu
bilen bir mümine yakışan, görünüşteki güçleri
ve haksız egemenlikleri ne kadar görkemli de olsa
şeytanları (düşmanları) önemsiz görmesidir.
İşte bu noktada Allah'ın yüce elçisine yönelik
şu direktif yer alıyor:
"Onları asılsız uydurduklarıyla
başbaşa bırak."
Onları yalanlarıyla başbaşa bırak.
Onları arkadan yakalamaya kadirim ben. Onların
cezaları hazırlanmıştır.
e) Burada şeytanların sınanması ve müminlerin
denenmesi dışında, diğer bir hikmet de söz
konusudur. Yüce Allah bu düşmanlığın, bu
fısıldaşmanın, bu sözlü gurur ve aldatmanın
bir başka hikmete yönelik olmasını
dilemiştir: "Ahirete inanmayanların kalpleri bu
yaldızlı uydurmalara kansın, onlardan
hoşlansın ve işledikleri kötülükleri işlemeye
devam etsinler diye." Yani ahirete inanmayanların
kalpleri bu aldatmalara ve fısıldamalara yönelsin
diye... Çünkü bunlar tüm ilgilerini dünyayla sınırlandırmışlardır.
Bunlar, bu dünyada şeytanların tüm peygamberlere
tuzaklar kurduklarını, her peygamberin takipçilerine
eziyetler verdiklerini ve bazısının
diğerlerinin söz ve davranışlarını süslü
gösterdiklerini görüyorlar ve yalancı
yaldızlarına, aldatıcı güçlerine kanıp
şeytanlara boyun eğiyorlar. Sonra da bu
fısıldamaların gölgesinde ve bunlara kulak
vermelerinden dolayı yaptıkları günah, kötülük,
fuhuş ve bozgunculuğu işliyorlar.
Bu, yüce Allah'ın böyle olmasını dilediği
ve bu şekilde takdir ettiği bir şeydir, ötesindeki
arınma ve denemeden dolayı... Herkese
yapabileceğini yapma fırsatı verilmesi ve
cezasını adilce ve ölçülere göre hak etmesi için...
Sonra... Hayatın kötülüklerinin savmakla temizlenmesi,
kesin ayrılıkla hakkın iyice ortaya çıkması,
iyiliğin sabırla belirginleşmesi ve
şeytanların kıyamet günü günahlarını
eksiksiz yüklenmeleri için... Ve her işin Allah'ın
iradesi doğrultusunda meydana gelmesi için; hem düşmanlarının
hem de dostlarının işi... Allah'ın iradesi böyle.
O, ne dilerse yapar.
Bir açıdan insanlardan ve cinlerden şeytanların
diğer açıdan tüm peygamberlerin ve takipçilerinin
arasındaki çatışmaya, üçüncü bir açıdan
da Allah'ın her şeye egemen iradesine ve yürürlükteki
kaderine ilişkin Kur'an-ı Kerim'in çizdiği bu
sahne... Evet bu sahne her yönüyle bir miktar üzerinde durmamızı
gerektirecek önemdedir!
Bu savaşta tüm şer güçler biraraya geliyor...
İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar...
Dayanışma ve uyum içinde belirlenmiş bir plan
uygulamak için biraraya geliyorlar. Kararlaştırılan
plan, peygamberlerin mesajlarında somutlaşan hakka düşmanlık
ve savaş açmak... Yöntemleri de belirlenmiştir bu
planın. "Bunlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı
sözler söylerler." Bazısı bazısına
aldatma ve saptırma yöntemlerini gösterir. Bu arada
kimileri de birbirlerini aldatırlar. Hakka ve
taraftarlarına savaş açmış her kötülük
kampında bu tür görüntülere her zaman rastlamak
mümkündür. Kuşkusuz şeytanlar aralarında
yardımlaşırlar. Aynı zamanda
sapıklıkta da bazısı bazısına
yardım eder. Zaten onlar hiçbir zaman birbirlerine doğru
yolu göstermezler. Ancak birbirlerine hakka karşı düşmanlık
beslemeyi, ona savaş açmayı, onunla uzun bir çatışmaya
tutuşmayı süslü gösterirler.
Fakat bu, tamamen başıboş bir tuzak
değildir. Allah'ın iradesi ve kaderi tarafından
kuşatılmıştır. Bu konuda şeytanlar,
Allah'ın dilediğinden ve kaderi doğrultusunda
meydana getirdiğinden başka bir şey yapamazlar. Bu
noktada tuzak -bunca görkemine ve evrensel şer güçlerinin
etrafında birikmesine rağmen bağlı ve kilitli
olarak beliriyor. Hiçbir bağ, hiçbir sınır
olmaksızın dilediği gibi serbestçe hareket edemez,
sorgusuz, takipsiz dilediği kişiye isabet edemez.
Nitekim tağutlar, kalplerini arzularına ve iradelerine
bağlamak için kendilerine kulluk yapan insanları böyle
bir korku ortamına atmak isterler. Asla!.. Onların
iradeleri Allah'ın dilemesine bağlıdır, güçleri
Allah'ın kaderiyle sınırlıdır.
İmtihanın sınırları içinde olmak üzere
Allah'ın dilediğinden başka O'nun dostlarına
bir zarar dokunduramazlar. Kuşkusuz her şey sonuçta
Allah'a dönecektir. Hak taraftarları, şeytanların
kararlaştırdıkları bir plan etrafında
biraraya gelişlerini canlandıran sahneye iyice dikkat
etmelidirler. Planın mahiyetini ve yöntemlerini öğrenmeleri
için bu gereklidir. Aynı şekilde yüce Allah'ın
iradesinin ve O'nun takdirinin şeytanların
plan(arını ve taktiklerini
kuşattığını gösteren sahnenin, hak
taraftarlarının gönüllerini bağlılık, güven
ve kesin inançla doldurması, kalplerini ve
bakışlarını üstün güce, yürürlükte olan
kadere ve varlık üzerindeki temel ve gerçek egemenliğe
yöneltmesi, hak taraftarlarının vicdanlarını
şeytanların istedikleri ya da istemedikleri şeylere
bağlılıktan kurtarması ve onların kendi içlerinde
ve hayatlarında inşa ettikleri gibi hakkı
insanların pratik hayatlarında inşa etmek için
yollarına devam etmeleri açısından da son derece
önemlidir. Şeytanların düşmanlığına
ve kurdukları tuzaklara gelince; onları da her şeyi
kuşatan iradeye ve yürürlükte olan kadere bıraksınlar.
"Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı.
Onları asılsız uydurduklarıyla
başbaşa bırak."
Şu anda, surenin geri kalan kısmının ele
aldığı ve surenin akışında sürekli
zihinlerin hazırlandığı soruna gelmiş
bulunuyoruz. Bu hazırlığın sonuncusu da büyük
akide davasına, geçen iki ayette yer alan uzun inanç savaşının
realitesine, bütün peygamberlerle insanlardan ve cinlerden
şeytanların arasındaki savaşta meydana gelen
her şeyin Allah'ın mutlak otoritesi ve kontrolü altında
olduğunun belirlenmesine, hidayet ve
sapıklığın kurallarına;
sapıklık ve hidayetin dayandığı ilâhi
yasalara ve geçen sayfalarda sunduğumuz konulara
ilişkin gerçeklerin ifade edilmesine yönelik olmuştu.
Şimdi tüm bu ön açıklamaların kendisine temel
oluşturduğu soruna gelmiş bulunuyoruz; üzerinde
Allah'ın adı anılarak ve anılmayarak kesilen
hayvanın helalliği ve haramlığı
sorununa... Bu sorun bir açıdan önemini, İslâm'ın
ilk ilkesini belirlemesinden almaktadır: Mutlak egemenlik
hakkının tek başına Allah'a ait olması ve
insanların böyle bir hak iddia etmekten ya da her ne
şekilde olursa olsun, böyle bir çaba içinde olmaktan
soyutlanması ilkesi... Sorun bu ilkeye ilişkin olunca,
ilkenin gerçekleşmesi ya da iptal edilmesi
bakımından olayın küçüğü de büyük
gibidir. Artık işin, kesilen bir hayvanın yenilip
veya yenilmemesine ya da kurulan bir devlete veya
yerleştirilen bir toplumsal düzene ilişkin
olmasına bakılmaz. İlke bakımından da bu
diğeri gibidir çünkü. Bu da diğeri gibi tek
başına Allah'ın ilâhlığını
tanımak ya da bu ilâhlığı reddetmek
anlamına gelmektedir.
Her münasebette açıklamak için Kur'an'ın ifade
metodu çok kere özellikle bu ilkeye dayanmaktadır.,Büyük
küçük her meseleye ilişkin hükümlerin öncesinde yeri
geldikçe bunu tekrarlamaktan usanmaz. Çünkü bu ilke inancın,
dinin ve İslâm'ın kendisidir. Bunun ötesinde din
olarak sadece uygulamalar ve ayrıntılar kalır. ,
Surenin bu bölümünde -sonuna kadar olduğu gibi- bu
ilkenin, cahiliye hükümlerinin ve geleneklerinin sunulması
münasebetiyle çeşitli şekillerde defalarca açıklandığını
göreceğiz. Burada cahiliyenin bu hüküm ve geleneklerinin
şirkle ve İslâm'a karşı büyüklük
taslamakla ilişkili olduğu, Allah'ın ilâhlığından
başka bir ilâhlık belirlemek noktasından
kaynaklandığı açıklanmaktadır.
Kur'an'ın çeşitli yöntemlere başvurarak bunca
sert hamleyle soruna eğilmesi ve sorunu bu kadar
sıkı sıkıya itikad, iman ve İslâm'ın
temeline bağlaması bu yüzdendir. HAKİMİYET
ALLAH'INDIR
Ayetlerin akışı -kesilen hayvanların helâl
ve haramlığı noktasında egemenlik merciini
belirlemeye bir giriş olması için- kulların tüm işlerinde
egemenlik merciini açıklamakla başlıyor. Kesilen
hayvanlar sorununda müşrikler Allah'a iftira ederek, O'nun
otoritesine tecavüze yeltenerek egemenlik hakkı iddia
ediyorlardı. Bu konuda ele alınan ayetlerin
akışından da anlayacağınız gibi
konuyu ele almak için uzun bir hazırlık
yapılmaktadır: