O |
En´am
|
O |
|
105- Kimileri sana "Sen bir yerden ders almışsın
" desinler ve bilenlere de iyice anlatalım diye
ayetlerimizi çeşitli açılardan açıklıyoruz.
106- Rabbinden sana gelen vahye uy, O'ndan başka ilâh
yoktur, O'na ortak koşanlardan yüz çevir.
107- Allah dileseydi, onlar O'na ortak koşmazlardı.
Biz seni onların başına korucu, bekçi dikmedik;
sen onların vekili, davranışlarının
sorumlusu da değilsin.
Yüce Allah evrensel kanıtları, bugüne kadar
Araplarca bilinmeyen bir düzeyde açıklamaktadır.
Çünkü bu, kendi toplumlarından kaynaklanmayan bir açıklamadır.
Nitekim tüm insan topluluklarının
yaşadığı ortamlardan da kaynaklanmıyordur.
Dolayısıyla bu açıklama, toplumda birbirine
karşıt iki sonucun ortaya çıkmasına neden
oluyordu:
Doğru yolu bulmak istemeyenler. Bir şeyler öğrenmek
isteğinde olmayanlar.
Gerçeği bulmak için çaba sarfetmeyenler; kendilerinden
biri olan Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)'in ortaya attığı
bu derece yüksek düzeyli açıklamaların
kaynağına açıklık getirmeye çalışacaklardı.
Böyle bir şeyin olmadığını bildikleri
halde, birtakım şeyler uyduracaklardı. Çünkü,
gerek peygamberlikten önce, gerekse peygamberlikten sonra Hz.
Peygamberin (salât ve selâm üzerine olsun) yaşayışının
onlarda bilinmeyen bir tarafı söz konusu değildi. Buna
rağmen; "Ey
Muhammed, sen bunları Ehl-i Kitabın yanında okudun,
onlardan öğrendin" diyorlardı.
Halbuki Ehl-i Kitap'tan hiç kimse böylesine erişilmez düzeyde
bir açıklama yapamazdı. Ehl-i Kitabın sahip
olduğu kitaplar, o gün ellerindeydi. Bugün de elimizdedir
bu kitaplar. Ellerindeki o kitaplarla şu yüce Kur'an arasındaki
fark ise çok büyüktür. Ellerinde bulunan bu kitaplara
peygamberlere ve krallara ilişkin tarihsel olarak
kanıtlanmamış efsane ve hurafeler
bulaşmıştır. Yine bu kitaplar, bilinmeyen
insanların ortaya attığı birtakım
rivayetlerden ibarettir. Bu söylediklerimiz daha çok eski ahit (Tevrat)
için geçerlidir. Yeni ahide gelince (inciller) bunlarda
İsa'nın talebelerinin İsa'dan onlarca sene sonra
rivayet ettiklerden öteye geçmiyor. Bunları da zaman geçtikçe
kilise konseyleri tahrif etmiş, değiştirmiş ve
birtakım tadilatlarda bulunmuştur. Hatta güzel ahlâka
ilişkin öğütler, psikolojik direktifler bile,
tahriften, eklemeden ve unutulmaktan kurtulamamıştır.
İşte o gün Ehl-i Kitabın yanında bulunan
kitaplar. Bugün de aynı kitaplara sahiptirler. Bütün
bunlar nerde, şu ulu Kur'an nerede? Ancak cahiliye dönemindeki
müşrikler bunu söyleyebiliyorlardı. Fakat bundan daha
garibi, çağımızda "oryantalist"lerin ve
"kendini müslüman zanneden" birtakım cahiliye
mensubunun "bilim", "araştırma" ve
"inceleme" adına bu tür sözler söylemesidir. Kuşkusuz
böyle bir şeyi müsteşriklerden başkası ileri
süremez.
Gerçekten bilenlere gelince; evrende yer alan ayetlerin bu
şekilde açıklanması, onları hakkı açıklamaya
ve kabullenmeye yöneltir:
"Ve bilenlere de iyice anlatalım diye ayetlerimizi
çeşitli açılardan açıklıyoruz."
Ardından gerçekleri gören ve bilenler ile gerçeği
bilmeyen körler arasındaki farklılık
vurgulanıyor.
Hz. Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik
yüce bir emir yer alıyor... Yüce Allah ayetleri açıklamışken
ve ona karşı insanları iki grubu bölünmüşken,
kendisine vahyedilene uymasına, müşriklerden yüz
çevirmesine, onlara katılmamasına, saçma sapan sözler
söylemelerine aldırış etmemesine,
yalanlamalarını, inatlarını ve karşı
çıkışlarını dert edinmemesine
ilişkin Hz. Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun)
yönelik ulu bir emir yer alıyor. O'nun yolu, Rabbinden
kendisine vahyedilene uymaktır. Tüm hayatını ve
kendisine uyanların hayatlarını vahyin
esaslarına göre düzenlemektir. O müşriklerden sorumlu
değildir. O, kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'ın
vahyine uyar, kullardan ona ne?..
"Rabbinden sana gelen vahye uy. O'ndan başka ilâh
yoktur, O'na ortak koşanlardan yüz çevir..."
Şayet yüce Allah, onların doğru yolu
bulmalarını zorunlu kılsaydı, kuşkusuz
onları doğru yola zorlardı ve şayet daha
baştan melekler gibi doğru yoldan başka bir
şey bilmez bir şekilde yaratmak isteseydi, kuşku
yok ki, yaratırdı. Ancak yüce Allah, insanı hem
doğruluğa, hem de kötülüğe eğilimli bir
yetenek sahibi olarak yaratmıştır. O'nu, yolunu
kendi kendine seçmek, sonuçta da seçtiğinin
karşılığını almak üzere serbest bırakmıştır.
Ancak tüm bunlar, evrendeki her şey gibi mutlak iradenin
sınırları içinde meydana gelmektedir. Ancak bu
irade, insanı doğru yola ya da sapıklığa
zorlamaz. Yüce Allah'ın insanı bu şekilde
yaratması, sadece O'nun bildiği bir hikmetin
gereğidir ve Allah'ın takdir ettiği şekliyle
varlık bütününün içindeki rolünü, bu yetenekleri ve
uygulamalarıyla yerine getirmesi içindir.
"Allah dileseydi O'na şirk koşmazlardı."
Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) onların
yaptıklarından sorumlu değildir. O insanların
kalplerine vekil değildir. Kalplerin üzerindeki egemenlik
Allah'ındır.
"Biz seni onlara koruyucu yapmadık, onların
vekili de değilsin. "
Hz. Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun) yönelik bu
direktif, onun ilgi alanını ve hareket
hesabını belirlemektedir. Aynı şekilde onun
halifelerinin ve yeryüzünün her tarafında tüm nesillerde
yer alan davetçilerin de hareket sahalarını
çizmektedir.
Dava adamı, gönlünü, eğilimini ve
davranışını, gönüllerini doğruluğun
kanıtlarına ve imanın işaretlerin açmayanların
davaya karşı çıkışlarına
bağlamamalıdır. Gönlünü onlardan koparmalı,ilgisini
ve hareketini gerçekleri duyup kabul edenlere yöneltmelidir.
Bunlar, oluşumlarını girdikleri dinin temeline
dayandırmak zorundadırlar. Bu temel inançtır..
Aynı şekilde varlık bütünü ve hayata ilişkin
eksiksiz derin düşüncelerini de bu inanç temeline dayandırmaları
gerekmektedir. Yine ahlâk yapılarını, hayat
tarzlarını ve küçük toplumlarının
yapısını bu temele dayandırmaları
zorunludur. Bütün bunlar da bir çabayı gerektirmektedir.
Hatta sadece bunlar için çaba sarfetmek gerekmektedir. Diğer
tarafta yer alanlara gelince; davet ve tebliğ
yapıldıktan sonra anların cezası, onları,
oldukları halde bırakmak ve yüz çevirmektir. Hak gelişme
kaydedince, yüce Allah bu konudaki evrensel yasalarını
işletir. Hakkı batılın üzerine salar, hak onu
parça parça eder. Bir de bakılır ki, batıl diye
bir şey kalmaz ortalıkta. Gerçek şekliyle hak
varolunca, batılın işi artık kolaydır.
Ömrü de artık bitmek üzeredir.
Müşriklerden yüz çevirmesine ilişkin Peygamber'e (salât
ve selâm üzerine olsun) yönelik direktifle beraber, bu yüz
çevirmenin müminlere yakışır bir edep, bir vakar
ve bir üstünlük içerisinde olmasını öngören
müminlere yönelik bir emir yer almaktadır. Müslümanlara,
müşrikleri yüce Allah'a sövmeye zorlamamak için, müşriklerin
tanrılarına sövmemeleri emredilmektedir. Çünkü müşrikler
yüce Allah'ın kaderini ve makamının ululuğunu
kavrayamıyorlar. Bu yüzden müminlerin onların
değersiz, aşağılık ve zavallı
tanrılarına sövmeleri, onların ulu Allah'a sövmelerine
neden olabilir.
|
|
O |
|
O |
|