Yüce Allah'ın yaratıcı olarak tekliği, mülkün
sahibi olarak tekliğini doğurmaktadır.
Dolayısıyle yaratmada ve mülkün sahibi olmada tek olan,
yarattıklarının rızkını vermede de
tektir. O, yarattıklarının
yaratıcısı ve sahibi olduğuna göre, hiç
kimsenin ortaklığının söz konusu olmadığı
mülkünden onları rızıklandırandır da.
İnsanların elde ettiği ve
yararlandığı her şey, yüce Allah'a özgü
olan bu mülktendir. Bu gerçekler; yaratma, mülk ve rızıklandırma
gerçekleri açığa kavuştuğu zaman beraberinde
de -zorunlu olarak ve kesinlikle- Rabblığın da O'na
ait olması gerçeğini getirir. Dolayısıyla
egemenlik, yönlendirme, boyun eğilen ve itaat edilen otorite,
kulların birleştikleri hayat düzenini belirleme gibi
Rabblığın özellikleri de O'na özgü kılınmış
olur. O halde itaat, boyun eğme ve teslim olma gibi tüm
anlamlarıyla birlikte kulluk, sadece O'na yönelik olmalıdır.
Cahiliye döneminde Araplar, bu evrenin ve insanların
yaratıcısının insanları, onun ötesinde
kulların yararlanabilecekleri bir mülkün söz konusu olmadığı
mülkünden, rızıklandıranın, yüce Allah olduğunu
inkâr etmiyorlardı. Materyalist Grek filozoflarından
oluşan küçük bir azınlık dışında
diğer cahiliye toplumlarında da bu gerçeklerin inkârı
söz konusu değildi. Dolayısıyla bugün eski
Yunan'da bilindiğinden daha fazla yaygınlık kazanan
bu materyalist ekoller mevcut değildi. Bu yüzden İslâm,
Arap cahiliyesinde, Allah'a yaklaşmak amacıyla
birtakım kulluk davranışlarıyla sahte
tanrılara ibadet etmek ve insanların hayatına hükmeden
yasa ve gelenekleri belirlemek için başvurulan merci
noktasında ortaya çıkan sapmanın
dışında bir durumla
karşılaşmamıştır. Daha doğrusu
günümüzde kimi insanların söylediği ya da bir bilgi,
hidayet ve aydınlatıcı kitaba
dayanmaksızın şımarıkça ileri sürdüğü
gibi, Allah'ın varlığına ilişkin bir inkâr
söz konusu değildi.
Doğrusu günümüzde Allah'ın
varlığını tartışma konusu
yapanların bir azınlık olduğu doğrudur.
Azınlık olmaya da devam edeceklerdir. Esas sapma,
cahiliyede olduğu şekliyledir. O da, hayata ilişkin
konularda yasalar edinmek için Allah'dan başkasına
başvurmaktır. İşte, hem Arap cahiliyesinin,
hem de diğer tüm cahiliye düzenlerinin dayandığı
geleneksel temel şirk budur.
Günümüzde Allah'ın varlığını
tartışma konusu yapan bu kural dışı
azınlık bilimsellik iddiasıyla ortaya
atılmasına rağmen, hiçbir şekilde "bilim"e
dayanmamaktadır. Çünkü insan bilgisi dahi böyle bir
inkârı açıklayamamaktadır. Ne bilimden, ne de
evrenin yapısından bir kanıt elde edememektedir. Bu
sadece bir pisliktir. Başlıca nedeni de kiliseden ve
dini hiçbir esasa dayanmaksızın O'nun adına
insanları köleleştirdikleri kilisenin
tanrısından kaçıştır. Ayrıca
Allah'ın varlığını tartışma
konusu yapanların fıtratlarında da bir eksiklik söz
konusudur. insan bünyesinin başlıca görevlerini yerine
getirememesi bundan kaynaklanmaktadır. Nitekim yapısal
bir değişikliğe uğramış kimi
yaratıklarda durum bundan ibarettir.
Bununla beraber -hayatın ortaya çıkışı
gibi- yaratılış ve ona egemen kader gerçeği,
Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın varlığını
isbat etmek için söz konusu edilmez. Çünkü O'nun varlığını
tartışma konusu yapmak Kur'an'ın ciddiyetine
yakışmaz, saçma bir durumdur. Sadece insanları
doğruluğa yöneltmek için söz konusu edilir bu
gerçekler. Böylece yüce Allah'ın ilâhlık,
Rabblık, yöneticilik ve hayatın tümüne egemenlik
noktasında birlenmesinin, ayrıca hiçbir şeyi ortak
koşmadan tek başına O'na kullukda
bulunmalarının zorunluluğu gibi insanlardan, bu gerçeklerin
gereklerini yerine getirmeleri istenmektedir.
Buna rağmen -hayatın ortaya çıktığı
gibi- yaratılış ve ona egemen kader gerçeği,
Allah'ın varlığını tartışma
konusu yapanların yüzüne kahredici bir kanıt olarak
çarpmaktadır. Buna karşılık, gösteriş
yapmaktan ve kimi zaman bunamanın sınırına
varan şımarıklıktan başka bir şey
gelmez ellerinden.
"İnsan Yalnızdır" ve "Çağdaş
Dünyada İnsan" kitaplarının yazarı
"Çağdaş
Dünyada Allah Tecelli Ediyor" kitabında yer alan "Kaçınılmaz
Sonuç" adlı makalesinde şunları söylemektedir:
"Acaba akıl sahibi bir kişi, akıl ve
hikmetten yoksun maddenin yalnızca tesadüfler sonucu kendi
kendine oluştuğunu düşünebilir mi? Böyle bir
şeyi aklına getirebilir mi? Buna inanması mümkün
mü? Ya da maddenin bu düzen ve kanunları meydana
getirdiği sonra da kendisine empoze ettiğini iddia
edebilir mi? Hiç kuşku yok ki, buna verilecek cevap olumsuz
olacaktır. Madde enerjiye dönüşürken ya da enerji
maddeye dönüşürken belirli kanunlara göre hareket
etmektedir. Üretilen madde de kendisinden önce var olan maddenin
uyduğu kanunlara uymaktadır."
"Kimya bilimi kimi maddelerin yok olmaya, ortadan kalkmaya
yüz tutmasının mahiyetini bize göstermektedir. Ancak
kimi madde büyük bir hızla yok olmaya yönelirken, diğer
bir kısmı da daha düşük bir hızla yok olmaya
yüz tutmaktadır. Buna göre madde sonsuz değildir. Bu
demektir ki, öncesiz de değildir. O halde bir
başlangıcı vardır. Kimya ve diğer bilimin
tanıklığıyla, maddenin
başlangıcının yavaş yavaş ya da
aşamalı olmadığı, aksine birden bire
olduğu ortaya çıkmaktadır. Hatta bilim, bu
maddelerin oluştukları sürenin sınırlarını
da belirleyebilir. Buradan anlaşılıyor ki, şu
maddi dünyanın yaratılmış olması bir
zorunluluktur ve yaratıldığından beri de
belirli evrensel yasa ve kurallara göre hareket etmektedir.
Burada tesadüf unsuruna yer yoktur.(Daha önce bilimin vardığı
tüm sonuçların zanna dayandığını açıklamıştık.
Biz bu sözleri İslâm'ın doğruluğuna bir
kanıt olsun diye aktarmıyoruz. Sadece bilime dayananlara,
onu delil kabul edenlere göstermek için anlatıyoruz.)
"Şu maddi dünya kendisini yaratmaktan ya da uyacağı
yasaları belirlemekten aciz olduğuna göre, yaratılış
olayının maddi varlığın
dışında bir güç tarafından gerçekleştirilmesi
kaçınılmaz olmaktadır. Aynı zamanda bütün
kanıtlar gösteriyor ki, bu yaratıcının
akıl ve hikmet sahibi biri olması da gerekmektedir.
Ancak özgür irade olmadığı sürece -tıp,
psikoterapi alanında olduğu gibi- akıl, maddi dünyada
birşey yapamaz. Özgür irade sahibi birinin de kendi başına
varolması gerekmektedir. Aklımızın kabul
etmemizi zorunlu gördüğü kesin ve mantıksal sonuca göre,
bu evrenin bir yaratıcısının olmasıyla
iş bitmiyor. Bu yaratıcının hikmet sahibi, her
şeyi bilen ve her şeye gücü yeten olması da
zorunludur. Bu evreni yaratıp düzenlemesi ve yönetmesi
için kaçınılmazdır bu. Bu
yaratıcının varlığı sürekli olmalıdır.
Varlığının kanıtları her taraftan görülebilmelidir.
Bundan dolayı makalenin başlangıcında
işaret ettiğimiz gibi şu evrenin
yaratıcısı ve yönlendiricisi olan Allah'ın
varlığına teslim olmaktan başka seçenek
yoktur."
Lord Ceilwent döneminden beri bilim, öylesine büyük
ilerlemeler kaydetmiştir ki, daha önce söylediklerini her
zamankinden daha çok onaylıyoruz: "Şayet derin düşünürsek,
bilim bizi Allah'a inanmaya zorlayacaktır."
Biyoloji bilgini Frank Allen adı geçen kitapta yer
alan "Evrenin Oluşumu Tesadüf Sonucu mu Yoksa Bir
Hedefe mi Yöneliktir" adlı makalesinde
şunları söylemektedir: .
"Çok defa söylemişlerdir: Şu maddi evrenin bir
yaratıcıya ihtiyacı yoktur. Ancak biz evrenin
varlığını kabul ettiğimiz zaman,
varlığını neyle açıklayacağız?
Bu soruya cevap olabilecek dört ihtimal bulunmaktadır:
a) Bu evren sadece vehim ve hayalden ibarettir. Ancak bu,
evrenin varlığına ilişkin kabul ettiğimiz
önermeye ters düşmektedir.
b) Bu evren kendi kendine yoktan var olmuştur.
c) Bu evren öncesizdir, var oluşunun bir
başlangıcı yoktur.
d) Evrenin bir yaratıcısı vardır.
Birinci ihtimal için önümüze bilinç ve duygularımızdan
başka engel çıkmıyor. Buna göre şu evreni
duyumsamamız, evrende olup biten olayları
algılamamız, gerçekle hiçbir ilgisi bulunmayan asılsız
kuruntudan başka birşey değildir. Nitekim Sir James
Jeans (Çağdaş İngiliz, tabiat ve matematik
bilgini. Arapça'ya da çevrilen "Kapalı Evren"
kitabının yazarıdır. Su görüşü ilk
defa kendisi ortaya atmamıştır. Eflatun
Felsefesi'nde de bu görüşe yer verilir. Yüz elli sene
boyunca Felsefi ekoller arasında bu konuda bir sürü tartışma
çıkmıştır. Özellikle,
"idealistlerle" "pozitivistler" arasında.
Halen de sürmektedir bu tartışma.) tabiat bilimlerine
ilişkin bu görüşü benimsemiştir. Ona göre
şu evrenin pratik bir varlığı söz konusu değildir.
Sadece zihinlerimizde beliren şekillerden ibarettir tüm
evren. Doğal olarak bu görüşten hareketle şunu söyleyebiliriz;
bütünüyle asılsız hayallerden oluşan bir evrende
yaşıyoruz. Örneğin, bindiğimiz,
dokunduğumuz şu trenler gerçekte, bir varlığı
söz konusu olmayan nehirleri, maddi olmayan köprüleri aşmaktadırlar...
Üzerinde tartışmaya, mücadele etmeye gerek yoktur.
. "İçinde yer alan madde ve enerji kaynaklarıyla
birlikte bu evrenin kendi kendine yoktan var olduğunu ileri süren
ikinci görüşe gelince; bu da gülünçlük ve ahmaklık
bakımından ikinciden geri kalmamaktadır. Üzerinde
düşünmeye ya da tartışmaya değmez."
Bu evrenin öncesiz olduğunu, oluşumunun bir
başlangıcının söz konusu olmadığını
ileri süren üçüncü görüş ise; ( Eskiden beri tüm
pozitivistlerin ve materyalistlerin görüşü budur. Hindu ve
Budistler de aynı görüştedirler.) şu evrenin bir
yaratıcısının bulunduğunu söyleyen
görüşe tek noktada (öncesizlik noktasında)
katılmaktadır. Bu durumda biz, ya öncesizlik sıfatını
ölü evrene nisbet edeceğiz, ya da diri ve
yaratıcı ilâha atfedeceğiz. Bu iki ihtimali kabul
etmek diğerlerinden daha fazla bir düşünsel zorluğa
neden olmamaktadır. Ancak "Termodinamik"
kanunları, evrende yer alan elementlerin aşamalı
olarak ısılarını kaybettiklerin göstermektedir.
Bu kaçınılmaz bir gidiştir. (Burada söz konusu
edilen te'kitli kesinlikler insan bilgisinin taşıdığı
mantığın sonuçlarıdır. Daha önce de
söylediğimiz gibi biz, İslâm'ın
doğruluğuna bilimsel kanunlar bulmanın peşinde
değiliz. Açıklamalarını doğrulayacak
kanıtlar bulmak için de böyle bir çaba içine girmeyiz.
(Nitekim "Termodinamik" kanunlar kesin kanunlar değildir.
Sadece evrenin yorumuna ilişkin bir teoridir. Yarın kimi
değişikliklere uğrayabilir. Temelden
yanlış olduğu da ortaya çıkabilir). Biz
sadece bilimi tanrılaştıranlara bu sonuçları
göstermek için alıntı yapıyoruz. İşte,
Julian Hauxley gibi büyük bir güvenle bağlandıkları
tanrılarının söyledikleri...) Gün gelecek, tüm
cisimler sıcaklık bakımından
sıfırın altında bir düzeye ulaşacaklardır.
O gün enerji kaynakları yok olacak, hayat tamamen imkânsız
hale gelecektir. Zamanla cisimlerin ısı derecesi
sıfıra ulaştığında bu durumun
meydana gelmesinden ve enerji kaynaklarının yok
olmasından kurtuluş mümkün olmayacaktır. Ancak
alev alev yanan güneş, parlayan yıldızlar ve hayat
türleriyle dolup taşan yeryüzü açıkça gösteriyor
ki, evrenin aslı ya da temeli belli bir başlangıç
anını zorunlu kılmaktadır. O halde evren
sonradan oluşmuştur. Bunun anlamı; evren için
öncesiz bir yaratıcının varlığı kaçınılmazdır.
Bu yaratıcı ezelidir. Bilgisi her şeyi
kapsamıştır, sınırsız güce
sahiptir. Bu evrenin onun elinden çıkmış bir sanat
ürünü olması gerekmektedir."
Yüce Allah her şeyin yaratıcısıdır.
O'ndan başka ilâh yoktur.
Kur'an'ın akışının burada
dayandığı temel; tek başına Allah'a
kulluk yapmanın zorunluluğu, hükmetme, eğitme,
direktif verme ve yönetme gibi tüm anlamlarıyla
Rabblığın sadece O'na özgü kılınmasının
gerekliliğidir.
"İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan
başka ilâh yoktur, her şeyin yaratıcısı
O'dur. O halde sırf O'na kulluk ediniz, her konuda
dayanılacak tek merci O'dur."
Yüce Allah'ın otoritesi sadece insanların üzerinde
geçerli değildir. O her şeyin üzerinde otorite
sahibidir. Çünkü her şeyin
yaratıcısıdır. İşte bu temelin açıklanmasında
güdülen amaç budur. Cahiliye döneminde müşrikler buna
karşı çıkmıyorlardı.. Ancak gereklerini
kabul etmiyorlardı. Bu da; sadece Allah'ın
egemenliğine boyun eğme ve itaat etme ve ortak
koşmaksızın yalnız ve yalnız O'nun
otoritesine uymadır.