Yukardaki ayetlerde bu alaycıların ve
yalanlayıcıların inatla ve serkeşlikle gerçeğe
sırt döndükleri, cahillikten ve serkeşlikten
kaynaklanan birtakım öneriler ileri sürdükleri, yüce
Allah'ın bu önerileri kabul etmeyişinin O'nun rahmetini
ve toleransını kanıtladığı
anlatılıyordu. Bunun arkasından gelen
Peygamberimize sesleniş üslubundaki bu değişik
bakış açısının arkasında şu
iki belirgin amaç yatar:
Birinci amaç, Peygamberimizi teselli etmek, sırt
çevirenlerin inadının ve
yalanlayıcıların serkeşliğinin kalbine
çöreklendirdiği burukluğu dağıtmak, yüce
Allah'ın söz konusu peygamber alaycılarını ve
yalanlayıcılarını hiçbir zaman cezasız
bırakmadığını, böylelerini cezalandırmanın
her zaman geçerliliğini korumuş bir ilâhi gelenek olduğunu
yüreğinde pekiştirmek, bunun yanısıra
uğradığı yüz çevirmenin ve yalanlamanın
"hakka çağrı" tarihinde ilk defa görülen
bir istisna olmadığının
ferahlandırıcı duygusunu içinde tazelemektir.
Çünkü daha önceki peygamberlerin başlarına da
aynı şeyler gelmişti. Fakat sonunda yüce Allah'ın
ayetlerini yalanlayanlar hak ettikleri sonuçla karşılaşmışlar,
alay konusu ettikleri gerçek tarafından kıskıvrak
kuşatılmışlar, böylece son aşamada hak
batıla ve gerçek eğriliğe galip gelmiştir.
İkinci amaç, yalanlayıcı ve alaya
alıcı Arapların kalblerini eski
yalanlayıcıların ve alaya alıcıların
toplu-kırım sahneleri ile yüzyüze getirmek, alaycılıkta
ve yalanlamakta ısrar ettikleri takdirde kendilerini bekleyen
bu sahneleri hatıralarında canlandırmaktır.
Çünkü yüce Allah tarihin daha önceki dönemlerinde onlardan
çok daha güçlü çok daha nüfuzlu, çok daha zengin ve
müreffeh toplumları kitlesel cezalara çarptırmıştı.
Nitekim bu gerçekçi ve korkunç tehditleri ile kalbleri
ürperten bu ayetlerin başında yüce Allah onlara bu
gerçeği duyuruyor.
İkinci ayetin seslendirdiği ilâhi direktif işte
bu uyarıcılığın mesajıdır.
Okuyoruz:
"Onlara de ki; `Dünyayı geziniz de peygamberleri
yalanlayanların sonu nice oldu' görünüz."
Bilgi toplama, ibret alma, yerinde inceleme amacı ile dünyada
geziye çıkmak; böylece yüce Allah'ın olaylarda ve
pratik gelişmelerde somutlaşmış, elle tutulur
kalıntılarda tescil edilmiş geleneğini
tanımak; bu tarihi kalıntıların sembolize
ettiği olayların ve kurbanlarının
maceralarına dair yörede anlatılan ve tarih
kitaplarına geçen belgelerle bütünleştirmek; türü
ve amacı bu olan, bu bilinçle yapılan bir gezgincilik,
bunlar tümü ile o günün Arapları için yeni şeylerdi.
Bu durum bize İslâm sisteminin onlara ne büyük bir aşama
katettirdiğini, onları cahiliye düzeyinden alarak bu
yüksek bilinç, düşünce, görüş ve mantalite düzeyine
çıkarırken kendilerine ne kadar uzun bir uygarlık
yolu aldırdığını gösterir.
Eski Araplar ticaret, geçim kaynağı sağlama,
avlanma ve hayvan sürüsü gütme amacı ile geziye çıkarlar,
oradan-oraya yer değiştirirlerdi. Buna
karşılık bilgi toplama ya da pedagojik amaçlı
gezi onlar için yepyeni bir şeydi. Daha önce bu yolda
hiçbir deneyimleri olmamıştı. Fakat işte bu
yeni sistem, yani onları ellerinden tutup cahiliye
bataklığından çıkardıktan sonra
adım adım yürüterek sonunda ulaştıkları
yüce doruğa tırmandıran bu İslâm sistemi,
Arapların bakışlarını bu yeni gezi türüne
yöneltiyordu.
Bu konuya biraz daha derinliğine irdeleyince şunu görürüz.
Bu ve buna benzer ayetlerde insanlık tarihi belirli
sistematik yasalara göre yorumlanıyor; tarihin yorumunda sürekli
bir geleneğin izleri sürülüyor. Yüce Allah'ın izni
ile bu sürekli geleneğin sebepleri ne zaman gerçekleşirse
sonuçlarının da ortaya çıkacağı
belirtiliyor. İnsanlar hem bu sebepleri ve hem de bu
sebeplerin getirdiği sonuçları kavrayabilirler, bu
sebeplere ve onların bağımlı sonuçlarına
dayanarak düşüncelerini kurabilirler, bu sürecin aşamalarını
ve dönemlerini tanıyabilirler.
İşte tarihin olaylarını yorumlamaya yönelik
böylesine sistematik bir yaklaşım tarzı o
zamanın insanının düşünce düzeyi için
yepyeni bir yöntemdi. Çünkü o zamana kadar tarih diye ortaya
konabilen çalışmaların en ileri düzeydeki
örnekleri birtakım basit gözlemlerden ya da geçmişteki
olayların ve sosyal alışkanlıkların
birbirinden kopuk hikâyelerinden ibaretti. Bu gözlemleri,
olayları ve sosyal uygulamaları birbirine bağlayan
bir analiz ya da sentez yöntemi yoktu. Ne olaylar arasında
ne sebepler ile sonuçlar arasında ve ne de aşamalar ile
dönemler arasında anlamlı bir bağ kuruluyordu.
İşte Kur'an'ın bu tarihe bakış yöntemi
insanlığı bu ufka iletmeye, insanlık tarihinin
olaylarını sistematik bir açıdan
değerlendirmenin çığrını açmaya geldi.
Bu yaklaşım tarzı düşünce ve bilgi edinme
süreci boyunca ortaya çıkmış, doğal bir
aşama değildi, dediğimiz gibi kelimenin tam
anlamı ile yepyeni bir "çığır" idi.
İnsanlık tarihini doğru yoruma kavuşturacak
tek yöntem, bu çığırdan kaynaklanıyordu.
Arapların, Peygamberimizin çeyrek yüzyıllık
peygamberliği süresi içinde kaydetmiş oldukları
baş döndürücü gelişme ve gerçekleştirdikleri
korkunç aşama bazı gözlemcileri dehşetli bir
şaşkınlığa sürükler. Bu kısacık
dönem ekonomik yapıda ani ve çarpıcı bir
gelişmenin meydana gelmesine elverişli değildir.
Eğer bu gözlemciler dikkatlerini sırf ekonomik faktörler
üzerine yoğunlaştırma saplantısından
vazgeçerek Peygamberimizin getirdiği, her şeyi bilen ve
her şeyin içyüzünden haberdar olan yüce Allah'ın
katından getirdiği bu yeni sistemin
sırrını araştırmaya yönelseler içine
düştükleri dehşet ve şaşkınlık
dağılırdı.
Çünkü onların gözlerini kamaştıran mucize bu
sistemin yapısında saklıdır, materyalist
akımın çağdaş putu, düzmece ilâhı
olarak empoze edilen ekonomi faktörünün etki alanında
ısrarla aradıkları bu sır, bu sistemin
özünde yatar.
Yoksa o günün Arap Yarımadası'nda sözü edilen ani
ve çarpıcı ekonomik değişme hani nerede?
Peygamberimizin çeyrek yüzyıllık peygamberlik dönemi
içinde gerçekleşen yeni inanç sistemini, yönetim
sistemini, düşünce tarzını, ahlâk değerlerini,
bilgi birikimini ve sosyal pratiğini meydana getirecek çapta
köklü bir ekonomik gelişme orada meydana gelmiş
değil ki!
Kısacası eğer "Onlara de ki; `Dünyayı
geziniz de Peygamberleri yalanlayanların sonu nice oldu' görünüz"
ayetinin somutlaştırdığı
bakış açısı bu ayetler grubunun ilki olarak
okuduğumuz, "Onlardan önceki nice kuşakları
yok ettiğimizi görmediler mi? Oysa o kuşaklara size
vermemiş olduğumuz derecede geniş yerleşme ve
yaşama imkânları vermiş, gökten bol yağmurlar
yağdırmış, ayakları altından
nehirler akıtmıştık. Fakat işledikleri günahlar
yüzünden onları yok ederek arkalarından başka
kuşaklar ortaya çıkardık" ayetindeki
bakış açısı ile birlikte
değerlendirilirse ve bu bakış açıları
gerek bu surede ve gerekse Kur'an'ın başka yerlerinde
dile getirilen aynı anlamlı mesajlarla bütünleştirilirse
bu yeni sistemin insan düşüncesine olgunluk ve bütünlük
kazandıran orijinal bir cephesi ortaya çıkar. Bu sistem
Kıyamete kadar geçerli ve kalıcı olduğu gibi
kendine özgü, başkalarına benzemez bir sistemdir.
Önümüzdeki yüksek çağlayanlı ve korkunç imajlı
ayet dalgası yalanlamadan, sırt çevirmeden, alaya
almaktan söz etmenin arkasından geliyor. Bu alaya
almanın, yüz çevirmenin ve yalanlamanın arasında
ve sonunda korkunç bir tehdit yer alıyordu. Ayrıca
bakışlar ve kalbler bu alaycı
yalanlayıcıların toplu-kırım
sahnelerinden ibret almaya çevriliyordu. Bu yüksek çağlayanlı
dalga, aynı zamanda yalanlayıcılardan söz eden,
ilâhlık gerçeğini hem engin evrensel alanda hem de
derin boyutlu insanlık düzeyinde dikkatlere sunan giriş
dalgasının arkasından bu ilâhlık gerçeğini
başka alanlarda, yeni imajlar ve değişik mesajlar
eşliğinde bakışlarımızın
önüne getiriyor. Böylece hem giriş dalgasında ve hem
de bu dalgada yeralan yalanlama girişimi gayet çirkin, son
derece iğrenç bir tutum olarak karşımıza
dikiliyor.
Birinci ayet dalgasında ilâhlık gerçeği gökler
ile yeryüzünü yaratmada, karanlıklar ile
aydınlığı var etmekte, insanı çamurdan
meydana çıkarmakta, insanın kişisel yaşama süresi
anlamındaki ilk "ecel" ile insanın yeniden
dirilmesini simgeleyen ikinci "ecel"i belirlemede
somutlaştırılarak sunuluyordu. Bu arada yüce
Allah'ın ilâhlığının gökler ile
yeryüzünü kapsadığı, bilgisinin insanların
gizli açık bütün yönleri ile aşikâre-saklı bütün
davranışlarını içerdiği
vurgulanıyordu. Bütün bu gerçekler bize ne kuru bir
teolojik anlatım üslubu ile ve ne de reaksiyoner ve teorik
bir felsefi yaklaşımla anlatılıyordu.
Ayetlerin anlatımı bu gerçeklerin insan hayatına yönelik
vazgeçilmez sonuçlarını vurgulamayı amaçlıyordu.
Bu vazgeçilmez sonuçların başlıcaları
şunlardı: İnsanın tüm varlığı
ile ortaksız yüce Allah'a teslim olması, O'na hiçbir
şeyi denk tutmaması, Allah'ın birliğinde
kuşkuya yer vermemesi; ilâhlık otoritesinin hem evreni
ve hem de gizli açık yönleri ile insanlık
hayatının bütününü kapsadığını
onaylaması; bu ilkelerin doğal sonucu olarak yüce
Allah'ın evrensel gelişmelere egemen olduğu
nasıl kabul ediliyorsa insan hayatına ilişkin
gelişmelerde de O'nun ortaksız egemenliğinin kabul
edilmesi.
Okuyacağımız yüksek çağlayanlı ayet
dalgasına gelince, burada da ilâhlık gerçeği mülkte,
egemenlikte, etkinlikte, rızık vericilikte, gözeticilikte,
kudrette, karşı konulmaz güçte, yarar ve zarar
dokundurmada somutlaşmış olarak gözler önüne
serilmesi amaçlanıyor. Bu ayetlerin üslubu da ne kuru
teolojik tartışma ve ne de reaksiyoner ve teorik felsefi
yaklaşım yöntemidir. Bu ayetlerde de bu gerçeklerin
vazgeçilmez sonuçlarının belirlenmesi amacı güdülüyor.
Bu vazgeçilmez sonuçların başlıcalarını
şöyle sıralayabiliriz: Bağlılık ile yönelmeyi,
boyun eğme ile kulluğu aynı kaynağa
dayandırmak; bağlılık ile yönelmeyi boyun eğmenin
ve kulluğun göstergesi saymak. Çünkü okuyacağımız
bu ayetlerin bir yerinde Peygamberimize -salât ve selâm üzerine
olsun- yüce Allah'dan başkasını ilâh edinmeyi
reddetmesi emredilirken bu reddetmenin ilk dayanağının
yüce Allah'ın her canlıyı beslediği, buna
karşılık hiç kimsenin O'na besin vermesinin söz
konusu olmadığı ve ikinci
dayanağının da O'ndan başkasını dost
edinmenin Allah'a boyun eğme, O'na ortak koşmama taahhüdünü
bozma anlamına geleceği belirtiliyor.
İnceleyeceğimiz ayetlerde ilâhlık gerçeğinin
bu biçimde ve bu amaca dayalı sunuluşuna kalbleri
ürperten bazı etkileyici mesajlar eşlik ediyor. Bu
mesajlar yüce Allah'ın her şeye malik, her şeye
egemen olduğu ve yine yüce Allah'ın bütün canlılara
besin kaynakları sunduğu halde O'na hiç kimsenin besin
vermesinin söz konusu olmadığı gerçeğini
sunarak başlıyor. Arkasından öyle korkunç bir
azaptan söz ediliyor ki, bundan sadece yüce Allah'ın
merhameti ve büyük bağışlayıcılığı
sayesinde kurtulmak mümkündür. Daha sonra yüce Allah'ın
yarar ve zarar dokundurmaya muktedir olduğu,
yanısıra tartışılmaz üstünlüğün
ve karşı durulmaz iradenin sahibi olduğu
vurgulanıyor. Arkasından da O'nun her işinin
mutlaka bir hikmete; engin bir bilgeliğe
dayandığı belirtiliyor. Sonra da "De
ki;", De ki;" emri ile başlayan, bu ürpertici ve
yüce emir kipinde somutlaşan titretici mesajlar dizisine yer
veriliyor.
Bu derin etkili mesajlar dizisi zarif ve yüce bir mesajla
noktalanıyor. Bu mesajda yüce Allah'ın birliğine
tanıklık ediliyor, O'na ortak koşmak reddediliyor
ve müşrikler ile bütün bağlar kesinlikle
koparılıyor. Bu mesajın her cümlesi de "De
ki" emri ile başlıyor; "De ki; en büyük
şahitlik kimindir?", "De ki; benim ile sizin
aranızda Allah şahittir", "De ki; ben buna
şahitlik etmem", "De ki; O tek bir ilâhtır."
Bu emir, ayetlerin havasına yaygın bir ürperti katıyor,
içeriklerine ürkütücü bir ciddiyet damgası basıyor.
Okuyalım: