O

Duhän

O

   

ALLAH'A KARŞI BÜYÜKLENMEYİN

18- "Ey Allah'ın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."

19- `Allah'a karşı büyüklük taslamayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum."

20 "Ben, beni taşlayıp öldürmenizden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım."

21- "Eğer bana inanmadınızsa bari yolumdan çekilin."

22- Sonra Musa: "Bunlar, suç işleyen bir toplum" diye Rabbine dua etti.

23- Allah da şöyle buyurdu: "Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız."

24- Denizi yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.

İşte bunlar kendilerine gönderilen saygın peygamber Musa'nın -selâm üzerine olsun- söylediği kısa ifadelerdir:

Hz. Musa onlardan mesajının genel anlamda onaylanmasını, üzerlerine düşen maddi yükümlülüğü eksiksiz yerine getirmelerini ve kesin bir teslimiyet istiyor. ( "en-eddu ileyye ibadellahi" ayetinin bir diğer anlamı da şudur: "Allah'ın kulları İsrailoğullarını bana verin. Onları bana teslim edin ve hizmet için işkence için alıkoymayın." Bu anlam yüce Allah'ın şu sözüne uyuyor: "İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. (Taha suresi, 47))Allah'a kayıtsız şartsız teslimiyeti istiyor. Çünkü O'nun kullarıdırlar. Allah'a karşı büyüklük taslamak kullara yaraşmaz. Bu, Allah'ın çağrısıdır. Peygamber bu çağrıyı kendilerine iletiyor. Elinde de Allah'ın elçisi olduğuna ilişkin belgesi vardır. Kalpleri kendine çeken güçlü bir delili, sözlerinin karşı konulmaz belirgin bir etkileyiciliği vardır. Öte yandan bu peygamber, kendisine saldırmaları, taşlamaları durumunda Rabbine sığınmakla, kendini güvenceye alıyor. İnanmaya yanaşmayıp karşı çıkmaları durumunda ise, onlardan ayrılacağını, kendilerinden uzak duracağını belirterek onlardan da aynı davranışı bekliyor. Hiç kuşkusuz bu tutum insaflılığın, adilliğin ve barışseverliğin en üst noktasıdır.

Ne var ki, azgınlığın, despotluğun insafa geldiği çok azdır. Çünkü tağutlar, diktatörler hakkın serbest kalmasından, hiçbir zorlukla karşılaşmaksızın barış ortamında halk kitlelerine ulaşmasından korkarlar. Bu yüzden halka karşı amansız bir savaş başlatırlar. Hiçbir zaman barış yapmaya yanaşmazlar. Çünkü barışın anlamı, onlara göre hakkın ilerlemesi günden güne ruhlara ve kalplere egemen olması demektir. Bunun için batıl şiddetle saldırır, hak taraftarlarını taşa tutar, haktan asla vazgeçmez. Ona rahat vermez, barış içinde hareket etmesine fırsat tanımaz.

Surenin akışı kıssanın sonuna bir an önce varmak için aradaki birçok bölümü kısaca geçiyor. Tüm denemeler sonuçlanınca, Hz. Musa Firavun'un soydaşlarının kendisine inanmayacaklarını, çağrısına olumlu karşılık vermeyeceklerini, barışa ve kendisine karışmamaya yanaşmayacaklarını farkediyor. Vazgeçmeleri mümkün olmayan derin ve asıl saplantılarını görüyor. Bu durumda Rabbine sığınıyor, en son sığınağına koşuyor:

"Sonra Musa `Bunlar, suç işleyen bir toplum' diye Rabbine dua etti." Bir peygamber elinin devşirdiği ürünlerle Rabbine sığınmaktan, işini O'na havale etmekten, nasıl isterse öyle hareket etmesini gözlemekten başka ne yapabilir?

Hz. Musa Firavun'un ve soydaşlarını gerçek birer suçlu olarak damgalayışını onaylayan bir cevap alıyor Rabbinden...

"Kullarımı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip olunacaksınız. Denizi yarıp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur."

Ayette geçen "İsra" sözcüğü ile ancak geceleyin yapılan yolculuklar ifade edilir. Böylece ayeti kerime hem gece yolculuğu anlamına gelen "isra" kelimesini hem de "gece"yi kullanarak sahneyi, yani Allah'ın Kullarının İsrailoğulları'nın geceleyin yola çıkarılmaları sahnesini tekrarlamış oluyor. Bunun yanısıra bu ifadeyle gizlilik havası uyandırılıyor. Çünkü onların geceleyin yola çıkmaları Firavun'un gözünden uzak, onun bilgisi dışında olmuştu. Ayetin orjinalinde geçen "Rahv" kelimesi, durgun anlamındadır. Yüce Allah Musa'ya ve soydaşlarına denizi geçmelerini, geçtikten sonra öylece durgun bırakmalarını emretmişti. Amaç onları izleyen Firavun ve ordusunun boğulması, böylece Allah'ın belirlediği planın tamamlanmasıdır: "Onlar boğulacak bir ordudur." İşte görünür sebepler arasından Allah'ın planı bu şekilde yürürlüğe giriyor, gerçekleşiyor. Bizzat sebepler de bu kaçınılmaz planın bir parçasıdır zaten.

Surenin akışı Firavun ve ordusunun suda boğuluş sahnesinin anlatımını veya sunuluşunu kısa kesiyor. Gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir cümle ile yetiniyor: "Onlar boğulacak bir ordudur." Surenin akışı bu kırıp geçiren sahneden sonra, bu sahne üzerine yapılan değerlendirmeye geçiyor. Bu değerlendirmede büyüklük taslayan azgın Firavun'un, zulüm ve azgınlıkta ona arka çıkan üst düzey yöneticilerinin basitliği; onun ve kurmaylarının Allah karşısındaki değersizliği gözler önüne seriliyor. Kendisine meftun olan ve ayaklarına kapanan avanesinin şişirmeleri ile havalara girerek, burnunu havaya kaldırarak dolaştığı varlık alemine göre küçüklüğü, önemsizliği ortaya konuyor. Varlık aleminde, fark edilmeyecek kadar küçük, önemsenmeyecek kadar basittir o. Elindeki nimetler çekip alınıyor da, bunların yok olmasına engel olamıyor. Uğradığı bu kötü akıbetten dolayı kimse haline acımıyor:

 

 

O

 

O