Kur'an'ın cinleri çarpan ilk özelliği, onun harikulâdeliği,
alışılmamışlığı ve
şaşırtıcılığı ve bu yüzden
kalplere dehşet salan niteliği olmuştur.
Kur'an'ı bilenmiş idrakle, açık kalple,
şeffaf duygularla ve deneyimli bir zevkle algılayan
herkes onun bu niteliğini hemen farkeder. Acayip, harikulâde!
Kalplere hemen egemen olan, karşı durulmaz bir
çekicilik gösteren, gönül tellerini titreten ve duyguları
sarsan bir mesaj var bu kitapta. Gerçekten
şaşırtıcı,
alışılagelmişin dışın-da bir
kitaptır o. Bu ifadelerinden anlıyoruz ki, sözkonusu
cinler gerçekten zevk sahibi kimselermiş! Devam ediyoruz:
"Doğru yola iletir."
Bu da Kur'an'ın ikinci belirgin niteliğidir. O kadar
belirgindir ki, bu kitabın ayetlerini gerçek mahiyetleri ile
kalplerinde bulan cinler bu niteliği farketmekte
gecikmemişlerdir. "Doğru yol" kavramı
özünde geniş boyutlu bir kavramdır. Buna göre Kur'an,
hidayete, gerçeğe ve hakka iletici bir güce sahiptir. Fakat
"doğru yol" kavramının gölgesi, bu saydığımız
kavramların gölgelerinin toplamını aşan bir
kapsama sahiptir. Bu kavram hidayet, hak ve doğruluk
kavramlarına olgunluk, dosdoğruluk ve yetkin bilgililik
kavramlarının gölgelerini de yansıtır. Bu
kavram sayesinde gerçekler ve ilkeler öz kavrayışın
ve sezgi gücünün zenginliğine kavuşur. Bu sayede
vicdanlarda dinamik bir insiyatif gelişir ve bu insiyatif,
sahibine iyiyi ve doğruyu buldurur.
Kur'an, insan kalbini dışa açarak, onu duyarlılığını
arttırarak, ona kavrayış gücü .ve bilgi aşılayarak,
nur ve hidayet kaynağı ile arasında
bağlantı kurarak, onu evrensel yasalarla uyumlu hale
getirerek insanı doğru yola iletir. Aynı zamanda
hayatın pratiğini düzenleyip yönlendiren sistemi ile
de insanı doğru yola iletir. Bu öylesine ileri bir
sistemdir ki, insanlar tarihleri boyunca hiçbir uygarlık ve
hiçbir rejim altında bu sistemin düzeyine çıkamamışlar;
hiçbir dönemde ne birey ve toplum bazında ne kalp
zenginliği ve sosyal gelişme alanında ve ne de
kişisel ahlâk ve insanlar arası ilişkiler
bakımından bu sistemin doruklarına
erememişlerdir. Devam ediyoruz:
"Ona hemen inandık."
Bu tepki Kur'an'ı dinlemenin, onun doğasını
kavramanın ve içerdiği gerçeğin etkisi
altında kalmanın doğal ve tutarlı tepkisidir.
Kur'an cinlerden gelen bu olumlu tepkiyi müşriklere sunuyor.
Çünkü onlar Kur'an'ı işitiyorlar, fakat ona
inanmıyorlardı. Bunun yerine onun cinlerden
kaynaklandığını ileri sürüyorlar ve
Peygamberimizi ya kahin ya deli ya da şair olarak
niteliyorlardı. Bu sıfatların hepsi cin etkisini
çağrıştıran sıfatlardır. Ama
İşte cinlerin kendileri Kur'an'ı işitir
işitmez çarpılıyorlar, gönüllerinde
şiddetli bir çalkantı meydana geliyor, adamlar
kendilerini kaybederek tepeden tırnağa
sarsılıyorlar. Arkasından gerçeği
tanıyarak ona olumlu tepki gösteriyorlar, onun içeriğine
boyun eğiyorlar ve "Hemen ona inandık" diyerek
bu boyun eğişi ilan ediyorlar, müşrikler gibi bu
ilahi mesajın gönüllerine yönelik etkisini inatla inkâr
etmiyorlar. Devam ediyoruz:
"Artık Rabbimize hiçbir ortak koşmayacağız."
İşte saf, katışıksız, net,
doğru, müşriklik tortusundan arınmış, içine
kurun-tu sızmamış ve hurafe ile
karışmamış iman böyle olur. Bu iman Kur'an'ın
özünü ve benimsemeye çağırdığı içeriği
iyi kavramanın sonucudur. Kur'an, muhataplarını her
türlü müşriklik tortusundan arınmış bir
Allah birliği (tevhid) ilkesine çağırır.
Devam ediyoruz:
"Rabbimiz yüceler yücesidir; ne eş ne evlât
edinmemiştir."
Ayetin orjinalinde geçen "cedd" sözcüğü
"derece-paye", başka bir anlamı ile "değer-makam"
diğer bir anlamda "yücelik-egemenlik" demektir.
Bütün bu adamlar "cedd" sözcüğünün ayetteki kısa
anlamı Allah'ın yüceliğine, ululuğuna,
eş ve evlat edinmesi düşüncesini akla bile getirmeye
engel olarak derecedeki erişilmezliğine ilişkin bir
bilinçtir.
Bilindiği gibi araplar meleklerin Allah'ın
kızları olduklarını ve cin kökenli analardan
peydahlandıklarını ileri sürüyorlardı. Oysa
şimdi cinler bu asılsız uydurmayı
yalanlıyarak yüce Allah'ı bu tür yakıştırmalardan
tenzih ediyorlar, bu tür hurafelerin akılların ucundan
bile geçirilmesini yadırgıyorlar. Eğer böyle birşey
olacak gibi olsa, bu asılsız ve masal ürünü hısımlıkla
herkesten önce cinler iftihar ederlerdi. Buna göre cinlerden
gelen bu yadırgama başta müşriklerin bu konudaki
asılsız saplantıları olmak üzere şu ya
da bu biçimde yüce Allah'a çocuk yakıştıran,
aynı türdeki bütün sapık düşüncelerin başına
indirilmiş ağır bir bombadır. Devam edelim:
"Meğer aramızdaki aptallar Allah hakkında
asılsız sözler söylüyorlarmış. Oysa biz
insanların ve cinlerin Allah hakkında yalan sözler
söyleyebileceklerine ihtimal vermiyorduk."
Burada cinler aralarındaki aptallardan işittikleri
Allah'ın ortağı olduğu, eşi ve çocukları
olduğu yolundaki asılsız iddialara dönüyorlar.
Onlar dinledikleri Kur'an'ın ışığı
altında bu tür sözlerin saçma olduğunu kesinlikle
anlamışlardır. Öyleyse bu tür sözleri söylemiş
olanlar bilgiden ve akıldan yoksun aptallardır. Peki
vaktiyle bu beyinsizlerin bu tür sözlerini niçin onaylamışlardı?
Çünkü insan olsun, cin olsun, hiç kimsenin yüce Allah hakkında
yalan söyleyebileceği akıllarının ucundan geçmiyordu.
Başka bir deyimle onlara göre bir kimsenin Allah hakkında
yalan konuşma cüretini göstermesi son derece müthiş
ve ağır bir suçtu. Bu yüzden aralarındaki
aptallar onlara "Allah'ın eşi, çocukları ve
ortakları var" deyince bu sözlere inanmışlar.
Çünkü o beyinsizlerin Allah'a iftira edebileceklerini düşünemiyorlardı.
İşte Allah hakkında yalan söylemeyi yadırgayan
bu bilinç, şimdi onların iman etmeyi
başarmalarını sağlamıştır. Bu
bilinç onların kalplerinin temiz ve doğru olduğunu
kanıtlıyor. Bu kalpler saflıklarından
yararlanan kurnazların yanıltma girişimleri yüzünden
sapıklığa uğramıştır. Nitekim
gerçeğin okşayışı sayesinde aynı
kalpler silkinmiş, gerçeği kavramış,
doğruyu tanımış ve tadına
varmışlardır. Arkasından da gür sesleri ile
şöyle seslenmekte gecikmemişlerdir:
"Biz harikulâde bir Kur'an dinledik. O doğru yola
iletiyor. Hemen inandık ona. Artık Rabbimize hiçbir
ortak koşmayacağız. Rabbimiz yüceler yücesidir;
ne eş ne evlat edinmemiştir."
Gerçeğin okşayışından kaynaklanan bu
silkiniş, Kureyş kabilesinin şefleri
tarafından aldatılan çok sayıdaki kalbi de
uyarmalıydı. Asılsız telkinlerle yüce Allah'ın
ortakları, eşi ve çocukları olduğunu sanmaya
itilen bu kalpler, böyle bir silkinişle ihtiyatlı bir
uyanıklık kazanmalı, doğruyu söyleyen tarafın
Peygamberimiz mi, yoksa Kureyşin ileri gelenleri mi
olduğunu araştırmaya yönelmeli, kabile
şeflerinin aptalca sözlerine karşı besledikleri
geleneksel kör güven sarsılmaya yüz tutmalıydı.
Bu gerçek dile getirilmekle bu sayılan amaçların tümüne
erilmek istenmişti. Bu gerçeğe parmak basmak Kur'an ile
serkeş ve inatçı Kureyş müşrikleri
arasındaki uzun savaşın bir aşaması,
Kureyşlilerin kalplerindeki cahiliye tortularını
ayıklamaya, sapık düşünceleri silmeye yönelik
sabırlı tedavi çabalarının bir halkası
idi. Bu kalplerin çoğunluğu da gerçeği kabul
etmeye yatkın, saf kalplerdi. Fakat kuruntularla, hurafelerle,
cahiliye önderlerinin yanıltıcı telkinleri ile güdülerek
saptırılmışlardı. Devam ediyoruz:
"Birtakım insanlar birtakım cinlere
sığınınlar ve bu tutum onların
sapıklığını arttırır."
Burada cinler, soydaşlarının dünya ve insanlar
üzerinde egemenlik sahibi oldukları, bu
yaratıkların fayda ya da zarar dokundurabilecek güçte
oldukları; karanın, denizlerin ve havanın belirli bölgelerinde
yaşamaya mahkum edildikleri yolundaki hurafelere
değiniyorlar. Daha birçok türleri olan bu hurafelerin gereği
olarak eski araplar ıssız bir çölde ya da kuytu bir
vadide konaklamak zorunda kaldıklarında o yöredeki ayak
takımından cinlerin kötülüklerinden korunmak için
vadinin cin kökenli efendisine sığınırlar,
arkasından güven içinde yatıp uyurlardı. Bu
hurafeler ilkel cahiliye toplumlarında yaygın
oldukları gibi günümüzün birçok toplumunda da egemendir.
Bilindiği gibi insanların kalpleri şeytanın
her türlü kışkırtmalarına ve
yıkıcı girişimlerine açıktır. Ancak
Allah'a sığınan kimseler bu yıkıcı
girişimlerden ve kışkırtmalardan
korunabilirler. Eğer bir kimse şeytana
sığınmaya kalkışırsa bu
sığınmadan hiçbir yarar sağlamaz. Çünkü
şeytan onun düşmanıdır. O ona ancak
bunalım ve sıkıntı aşılar. Sözkonusu
cinler burada bize olup biteni anlatarak şöyle diyorlar:
"Birtakım insanlar, birtakım cinlere
sığınırlar ve bu tutum onların
sapıklığını arttırır."
Burada sözü edilen sapıklık ve bunalım, belki
de Allah'a sığınacakları, Allah'ın
yardımını dileyecekleri yerde düşmanları
olan şeytana sığınan kimselerin kalplerini
alt-üst eden sapıklık, bunalım ve endişe
duygusudur. Oysa insanlar ilk ataları Adem'den ve onunla
şeytan arasında beliren o eski düşmanlıktan
beri şeytandan uzak durarak Allah'a sığınmakla
emrolunmuşlardır.
İnsan kalbi, yarar sağlamak ya da zararı savmak
umudu ile Allah'tan başkasına
sığınınca endişeden,
şaşkınlıktan, istikrarsızlıktan ve güvensizlikten
başka birşey elde edemez. İşte bu
bunalımların en beteridir. Kalbe huzur ve güven yüzü
göstermeyen koyu bir bunalımdır.
Yüce Allah'ın dışındaki herşey ve
herkes değişmeye açıktır, sabit ve
kalıcı değildir; gidici-geçicidir, sürekli değildir.
Eğer kalp bu geçici ve değişmeye mahkum
şeylere ve kişilere bağlanırsa onlarla
birlikte sarsılır, değişir, beklentilerin
titreşimlerinde dalgalanır, kaygılı olur, umut
bağladığı şeyin ya da kişinin
ortadan kalkması ile amacını kaybederek
boşlukta kalır. Hiç yok olmayan "kalıcı"
hiç ölmeyen "diri" ve hiç değişmeyen "sürekli"
sadece yüce Allah'tır. Kim O'na yönelirse hiç yıkılmayan,
hiç kaybolmayan değişmez ve istikrarlı bir dergaha
yönelmiş olur. Devam ediyoruz:
"O sapık insanlar, tıpkı sizler gibi,
Allah'ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini
sanmışlardır."
Peygamberimizi dinlemeye gelen cinler bu sözleri soydaşlarına
söylüyorlar, onlara birtakım cinlere sığınan
insanlardan sözederek "Onlar da, sizler gibi, Allah'ın
peygamber göndermeyeceğini sanıyorlardı"
diyorlar. Fakat işin aslı sizin ve onların
sandığı gibi değildir. İşte Allah
şu Peygamberi gönderdi ve O'na doğru yola ileten
şu Kur'an'ı indirdi.
Ayetin anlamı şöyle de olabilir: "O insanlar tıpkı
sizler gibi, ölümden sonra diriliş ve hesaplaşma
olmayacağını sanmışlar, bu yüzden ahiret
için hiçbir hazırlık yapmamışlar, ahireti kökten
inkar ettikleri için Peygamberin oraya ilişkin verdiği
tüm haberleri yalanlamışlardır."
Bu sanıların (zanların) her ikisi de gerçeğe
terstir. Bunlar yüce Allah'ın insanları yaratma gerekçesini
kavramaktan yoksun cahillik örnekleridir. Yüce Allah insanları
hem iyiliğe hem kötülüğe, hem doğru yola hem
sapıklığa yönelmeye yatkın yeteneklerle
donatılmış olarak yarattı. Bu surenin
ayetlerinden öğrendik ki, cinler de böyledir, onlar da
çift yönlü bir yapıda
yaratılmışlardır. Yalnız iblis
(şeytan) gibiler hariç. O varlığını bütünü
ile kötülüğe adamış, Allah'a küstahça kafa
tutarak O'nun rahmetinden kovulmuş, böylece çift yöne açık
yeteneklerini dumura uğratarak katıksız kötülüğün
pençesine düşmüştür. Bundan dolayı yüce Allah'ın
rahmeti Peygamberler eli ile insanlara yardım etmeyi
gerektirmiştir. Peygamberleri insanların
vicdanlarındaki iyilik potansiyelini harekete geçirmekle, fıtratlarındaki
doğru yola dönük yeteneği uyarmakla görevlendirmiştir.
Buna göre yüce Allah'ın insanlara peygamber göndermeyeceği
biçimindeki ön yargı yersiz ve dayanaksızdır.
Bu açıklama ayetteki "Yabasa" fiilini
"Peygamber gönderme" anlamına
aldığımız takdirde doğrudur. Bu sözcüğün
"yeniden dirilme" anlamına geldiğini farz
ettiğimiz takdirde şu açıklamayı yapabiliriz:
Bu hayatı izleyecek olan ahiretteki yeniden diriliş
olayı, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Çünkü
dünya hayatının hesabı dünyada tam olarak
görülmüyor. Bunun böyle olmasını belirli bir hikmete
dayanarak yüce Allah dilemiştir. Varoluş olgusunu bütünleştirmeyi
öngören bu hikmeti, bu anlamlı gerekçeyi O biliyor, fakat
biz bilmiyoruz. Bu hikmetin sonucu olarak yüce Allah ahirette
yeniden dirilmeyi öngörmüştür. Amaç kulların
hesaplarını tam olarak görmek ve dünyadaki yaşantılarına
uygun düşen karşılıkları elde etmelerini
sağlamaktır. Buna göre yüce Allah'ın hiçbir
kulunu yeniden diriltmeyeceğini sanmak yersiz ve
tutarsızdır. Bu düşünce yüce Allah'ın
"kemal" sıfatına, yaptığı her
işi yerinde yaptığı inancına ters düşer.
İşte Peygamberimizin Kur'an okurken dinleyen bu cin
heyeti soydaşlarının bu
yanılgısını düzeltmeye çalışıyorlar.
Kur'an'da cinlerin bu sözlerini aktararak müşriklerin
aynı doğrultudaki saplantılarını
doğrultmaya çalışmaktadır.
CİNLERİN GÖKYÜZÜNDEN BİLGİ HIRSIZLIGI
Okuyacağımız ayetlerde bize yine cinlerin sözleri
aktarılıyor. Bu sözler evrenin çeşitli
birimlerine, varlık aleminin çeşitli köşelerine,
göklerin ve yeryüzünün değişik durumlarına
ilişkin açıklamalardır. Onlar bu açıklamaları
Kur'an'ın verdiği bilgilerden öğrenmişlerdir.
Bu sözleri ile yüce Allah'ın Peygamberimize inen
mesajında beliren iradesi ile çelişen her türlü girişimden
el çekiyorlar, gaybı bildiklerine ilişkin
asılsız iddiaları kendi dilleri ile
çürütüyorlar, bu tür olağanüstü güçleri olduğu
yolundaki yaygın saplantıları yalanlıyorlar.
Okuyoruz: