Burada Kur'an-ı Kerim değişmez demeli bir yana
bırakan, değişken arzuların peşine düşen;
kendi arzusuna tapan, önünde eğilen, onu düşüncesinin,
hükümlerinin, duygularının ve hareketlerinin
kaynağı haline getiren... Onu karşı konulmaz,
her istediği yerine getirilen bir tanrı konumuna çıkaran,
ikide bir değişip duran işaretlerini derin bir
itaat duygusuyla, tam bir teslimiyetle, kesin bir kabul ile
algılayan insan ruhunun enteresan bir portresini çiziyor.
Kur'an bu tabloyu çiziyor ve bu tutumun çirkinliğini,
hayret vericiliğini şu şekilde dile getiriyor:
"Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü"
Gördün mü böyle birini? Böyle biri,
şaşkınlık uyandıran, hayret edilen tuhaf
bir aralıktır. Böyle biri yüce Allah'ın kendisini
saptırmasını, rahmetiyle onu sarmamasını
hakeder. Çünkü onun kalbinde hidayete yer kalmamıştır.
O, hasta, anormal arzularına, ihtiraslarına tapıyor.
Allah onun sapıklığı hakkettiğini
bildiği için onu saptırmıştır. Veya o,
hakkı bildiği halde arzularına karşı
koymamış, onun tapılan bir ilah konumuna gelmesine
en el olamamıştır. Onun bu tutumu yüce Allah'ın
onu saptırmasını ve koyu sapıklık içinde
bocalamak üzere kendi haline bırakmasını
gerektirmiştir:
"Allah onun kulağını ve kalbini mühürlemiş,
gözünü perdelemiştir."
Onun içine aydınlığın
sızacağı bütün açıklıklar, hidayetin
gireceği tüm kanallar tıkanmıştır. Heva
ve hevesine tapması, derin bir teslimiyetle kulluk
sunması yüzünden içindeki tüm alıcı cihazlar
iş göremez hale gelmiştir:
"O'nu Allah'tan başka kim doğru yola
eriştirebilir."
Hidayet tamamıyle Allah'ın tekelindedir. Hiç kimse,
bir başkasını doğru yola ve
sapıklığa eriştiremez. Bu Allah'ın
yetkisinin kapsamındadır. Hiç kimse O'nun yetkisine
ortak olamaz, seçilmiş peygamberler bile.
"Halâ anlamıyor musunuz?"
Anlayan uyanır, kendine gelir. Arzuların
boyunduruğundan kurtulur. Kendisine uyanı
saptırmayan açık ve değişmez hayat sistemine
ve hareket metoduna döner.
Surenin bu son bölümü, müşriklerin ahiret, ölümden
sonra diriliş ve hesaplama meselesine ilişkin sözlerini
sunuyor. Buna inkar edemedikleri kendileri ile yakından
ilgili, kendi varoluşlarını örnek göstererek
cevap veriyor. Sonra bir kıyamet sahnesini sunuyor. -Henüz
vakti gelmemiş olsa bile-. Bu sahneyi bizzat kendi
başlarına gelmiş gibi görüyorlar. Çünkü
Kur'an'ın ifade tarzı sahneyi o kadar canlı, o
kadar somut sunuyor ki, onlar kelimeler arasından gözleriyle
görüyor gibi oluyorlar.
Ardından sure, gökler, yer, göklerde ve yerdeki alemler
üzerindeki tek ve ortaksız Rabblığa sahip
Allah'ı överek, önünde hiçbir başın
dikilemediği, hiçbir küstahın boynunu
uzatamadığı gökler ve yerdeki eşsiz büyüklüğünü,
yüceliğini kutsayarak sona eriyor... O, üstün iradelidir,
her yaptığını bir hikmete göre yapar.