İslamdan önce insanlığa önderlik etme görevi
İsrailoğullarının elinde idi. Yüce Allah'ın
tarihin o dönemi için seçtiği gök menşeli inanç
sisteminin temsilcisi onlardı. İnsanlık için gök
menşeli bir inanç sistemine dayalı önderlik makamı
kaçınılmazdır. Çünkü yerin önderliği
arzulara, bilgisizliğe ve eksikliğe dayanır.
İnsanları yaratan Allah'tır. Sadece Allah onlar için
arzulardan uzak bir hayat sistemi koyabilir. Çünkü bütün
insanlar O'nun kuludur. Allah'ın koyduğu bu hayat
sistemi bilgisizlikten ve eksiklikten uzak olur. Çünkü onları
yaratan yüce Allah'tır ve O yarattıklarını
herkesten iyi bilir. O latiftir, herşeyden haberdardır.
"Andolsun ki, biz İsrailoğullarına kitap, hüküm
ve peygamberlik verdik."
Allah'ın şeriatını içeren Tevrat onların
elinde idi. Ellerinde şeriatı uygulayacak yetki ve
egemenlik vardı. Hz. Musa'nın peygamberliğinden ve
kitabından sonra da şeriatı ve kitabın
uygulanışını üstlenmek üzere aralarından
peygamber gönderilmişti. Bu şekilde tarih içinde uzun
sayılacak bir dönem boyunca aralarından birçok
peygamberler gelmişti.
"Onları temiz şeylerle
rızıklandırdık."
Egemenliklerinin ve peygamberliklerinin etkinlik alanı Nil
ve Fırat arasındaki verimli, temiz ve kutsal
topraklardı.
"Onları dünyalara üstün kıldık."
Kuşkusuz bu üstünlükleri kendi zamanlarındaki
insanlar için geçerliydi. Bu üstünlüklerinin ilk belirtisi,
Allah'ın şeriatını uygulayacak önderler
olarak seçilmeleriydi; kendilerine kitap, egemenlik ve
peygamberlik verilmesiydi.
"Din konusunda onlara açık deliller verdik."
Onlara verilen şeriat açık, hükümleri kesin ve
içeriğï en ince noktasına kadar
ayrıntılı biçimde açıklanmıştı.
Bu şeriatın kapalı, karmaşık, eğri
ve çarpık bir tarafı yoktu. Kısacası daha
sonra aralarında baş gösterdiği gibi bu açık
ve hükümleri kesin kılınmış şeriatta görüş
ayrılıklarını gerektirecek bir durum sözkonusu
değildi. Onların aralarında başgösteren
görüş ve inanç ayrılıklarının nedeni
meselenin kapalılığı veya gerçek ve doğru
hükmün hangisi olduğunu bilmeyişleri değildi:
"Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra
ayrılığa düştüler."
Bu görüş ve inanç ayrılıkları, gerçeği
ve doğruyu bilmekle beraber aralarındaki
çekelemezlikten, taşkınlıktan ve zulümden
kaynaklanıyordu:
"Aralarındaki çekememezlik yüzünden..."
Bu yüzden yeryüzündeki önderlik misyonları sona erdi,
halifelikleri geçersiz sayıldı. Durumları bundan
sonra kıyamet gününde yüce Allah'ın vereceği hükme
bırakıldı.
"Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, ayrılığa
düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm
verecektir."
Sonra yüce Allah halifelik görevini yeni bir peygamberliğe,
yani bir peygambere vermiştir. Bu peygamber Allah'ın
şeriatını yeniden dosdoğru bir şekilde
uygulamış, gök menşeli önderliği eski
berraklığına kavuşturmuştur. Bu önderlik
misyonunu yerine getirirken Allah'ın şeriatına göre
hükmetmiştir, insanların arzularına göre değil:
"Sonra ey Muhammed! Sana da insanların
uyacakları bir hayat sistemi verdik. Sen ona uy,
bilmeyenlerin arzularına uyma: '
Böylece mesele net biçimde ortaya konuyor. Ya Allah'ın
şeriatı ya da bilmeyenlerin arzuları... Üçüncü
bir şık sözkonusu değildir. Dengeli ve
tutarlı şeriat ile değişken arzular
arasında orta bir yol da yok. Bir insan Allah'ın
şeriatını bir kenara bıraktığı
zaman kesinlikle arzulara göre hükmedecektir. Çünkü Allah'ın
şeriatının dışındaki tüm hayat
sistemleri, bilmeyenlerin eğilim gösterdikleri arzuların,
ihtirasların ürünüdür.
Yüce Allah, peygamberini bilmeyenlerin arzularına,
ihtiraslarına uymaktan sakındırıyor. Çünkü
onlar Allah karşısında ona bir yarar
sağlayamazlar. Onlar birbirlerini dost ediniyorlar. Fakat
onlar birbirlerine yardım etseler de peygambere bir zarar
dokunduramazlar. Çünkü O'nun dostu Allah'tır:
"Çünkü onlar Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden
savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ta
müttakilerin dostudur."
Bu ayet, önceki ayetle birlikte davetçinin yolunu belirliyor,
hareket metodunun sınırlarını çiziyor. Bu
konuda söylenen tüm sözlere, yapılan tüm yorumlara, tüm
açıklamalara bir çizgi çiziyor:
"Sonra ey Muhammed! Sana da insanların
uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. Sén ona
uy, bilmeyenlerin arzularına uyma. Çünkü onlar, Allah'tan
gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler
birbirlerinin dostlarıdır, Allah ta müttakilerin
dostudur."
Bu nitelikleri hakkeden tek bir şeriat vardır. Onun
dışındaki hayat düzenleri bilgisizlikten
kaynaklanan arzulardır, ihtiraslardır. Dava adamı,
sadece şeriata uymalı ve bütün arzuları,
ihtirasları bir kenara bırakmalıdır.
Kesinlikle en ufak bir meselede bile Allah'ın
şeriatından sapıp arzulara, ihtiraslara
uymamalıdır. Çünkü arzularına,
ihtiraslarına uyacağı kimseler, şeriatın
sahibi olan Allah'a karşı ona hiçbir yardımda
bulunamayacak, onu savunamayacak kadar güçsüzdürler, zayıftırlar.
Heva ve heveslerden kaynaklanan hayat sistemlerinin
taraftarları birbirlerine yardım eden birleşik bir
cephedirler. Onlar şeriatın sahibïne karşı
bir birleri ile dayanışma içindedirler. Bunun için
şeriatı benimseyen birisi, bazılarının
yardımını umarak onlara eğilim göstermemeli,
onları birbirlerine bağlayan heva ve heveslerine sempati
ile yaklaşmamalıdır. Üstelik onlar dava adamına
eziyet edemeyecek, ona zarar veremeyecek kadar
zayıftırlar, güçsüzdürler. Çünkü muttakilerin
dostu Allah'tır. Şimdi Allah'ın dostluğu ile
heva ve heveslerine göre hareket edenlerin dostluğu bir
midir? Birbirlerinin dostu olan zayıf, cahil ve basit
kimseler nerde, müttakilerin dostu Allah'ı dost edinen
şeriat izleyicisi nerde?
Bu kesin ve net .açıklamadan sonra yapılan
değerlendirme, kesin inançtan, Kur'an'da yeralan bu ve
benzeri sözlerdeki kesin inanç sahibi kimselere yönelik
rahmetten, yol göstericilikten ve kanıtlardan söz ediyor:
Kur'an-ı Kerim'in insanlara yönelik yol gösterici
belgeler olarak nitelendirilmesi, Kur'an'ın yol göstericilik
ve aydınlatıcılık misyonunun
anlamını daha da derinleştirmektedir. Doğrusu
bu Kur'an yol gösteren, varlıkların görülmesini sağlayan
gözler gibidir. Kur'an özü itibariyle hidayettir. Başlıbaşına
rahmettir. Fakat bütün bunlar kesin bir inanca, kuşkuya yer
vermeyen, kararsızlık bulaşmayan, şüpheden
eser bulunmayan bir güvene bağlıdır. Kalp kesin
bir inanca, sarsılmaz bir güven duygusuna sahip olunca,
izleyeceği yolu bilir, bocalamaz, telaşlanmaz, yolunu
şaşırmaz. O zaman yolunun açık, ufkunun
aydınlık, amacının kesinleşmiş,
hayat sisteminin ana hatlariyle belirlenmiş olduğunu görür.
O zaman Kur'an, onun için kesin olarak bir nur, bir yol
gösterici, bir rahmet olur.
ADİL TERAZİ
Zalimlerin birbirlerinin dostu olduklarına, Allah'ın
ise, müttakilerin dostu olduğuna; müttakiler açısından
Kur'an'ın özelliğine; onun kesin inananlar için gören
göz, yol gösterici kılavuz ve rahmet olduğuna
ilişkin bu açıklamanın üzerine yapılan
değerlendirmede, kötülük işleyenlerle, mümin olarak
yapıcı ve salih ameller işleyenlerin
durumlarının kesin olarak birbirlerinden farklı
olduğu vurgulanıyor. Değerlendirilirken,
haklarında karar verilirken bu iki grubun bir tutulması
reddediliyor, çünkü bunların Allah'ın terazisindeki
değerlerinin farklı olduğu belirtiliyor. Bunun
yanısıra yüce Allah'ın gökleri ve yeri hak ve
adalet ilkelerine dayandırdığı, evrenin
varoluş planının özünün hak olduğu dile
getiriliyor: