1- Ha, Mim.
2- Kitab'ın indirilmesi, üstün iradeli ve her yaptığını
bir hikmete göre yapan Allah'ın katındandır.
3- Göklerde ve yerde müminler için nice dersler vardır.
4- Sizin yaratılmanızda ve canlıların yeryüzünde
yayılmasında, kesin olarak inanan kimseler için
ibretler vardır.
5- Gecenin ve gündüzün birbiri ardına gelmesinde, gökten,
Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip,
yeri onunla ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarı
estirmesinde aklını kullanan kimseler için dersler vardır.
Önce "Ha, Mim" harflerinden, sonra kitabın
üstün iradeli ve her yaptığını bir hikmete göre
yapan Allah tarafından, indirilişinden söz ediliyor.
Her ikisi de, bazı surelerin tanıtım bölümlerinde
bu kopuk harflere ilişkin yaptığımız açıklamalarda
değindiğimiz gibi, kitabın kaynağını
göstermektedirler. Şöyle ki: Bu tür harflerden meydana
gelen bu kitap bir mucizedir. Ama onlar bu tür harflerle benzeri
bir kitap meydana getiremezler. Bu da, kitabın Allah
katından indirildiğini belgeleyen sürekli bir kanıttır.
Allah
"üstün
iradelidir" herşeye
gücü yeter, hiç kimse O'na engel olamaz. "Her
yaptığını bir hikmete göre yapar." Herşeyi
bir plan içinde yaratır ve her işi hikmetle yürütür.
Hiç kuşkusuz bu, surenin genel havasına ve onunla
muhatap olan farklı kişiliklere uygun bir
değerlendirmedir.
Kafirlere durumları ve bu kitaba karşı
takındıkları olumsuz tavır gözler ününe
serilmeden önce, çevrelerindeki evrene serpiştirilmiş
Allah'ın ayetlerine işaret ediliyor. Bu ayetler bile tek
başlarına onların inanmaları için
yeterlidirler. Kur'an-ı Kerim, belki uyanır, kilitli
kapıları açılır, bu kitabı indiren ve
şu koca evrenin yaratıcısı olan Allah'a
karşı duyarlılıkları harekete geçer diye
kalplerini bu ayetlere yöneltiyor:
"Göklerde ve yerde müminler için nice dersler vardır."
Göklerde ve yerde bulunan Allah'ın ayetleri sadece bir
varlık ile, sırf bir durum ile
sınırlandırılamazlar. İnsan nereye
bakarsa baksın, şu olağanüstü evren içinde
Allah'ın ayetleri ile karşılaşacaktır.
Hem evrendeki hangi şey ayet değildir ki?
Kocaman cisimleriyle, akıl almaz boyuttaki galaksileri ile,
yörüngeleri ile şu gökler. Buna rağmen uzay
boşluğuna fırlatılmış birer tanecik
gibidirler. Şu dehşet verici, şu korkunç ve
şu güzel uzay...
Gök cisimlerinin kendi yörüngelerinde kesintisiz, dikkatle
ve ahenkle dönüşleri... Göz bu ahengin seyrine doymaz.
Kalpler bu ahengi düşünmekten bıkmaz...
İnsana göre son derece geniş ve büyük görünen
ama büyük yıldızlar karşısında, sonra içinde
kaybolduğu uzay karşısında bir zerre, bir toz
gibi duran şu yeryüzü... Şayet uzaydaki hiçbir
şeyin kaybolmasına izin vermeyen evrensel yasayla
herşeyi bir düzen içinde tutan ilahi güç olmasaydı
yeryüzü korkunç uzay boşluğunda kaybolup giderdi.
Ayrıca yüce Allah'ın evrenin sistemi içindeki özel
yörüngesinde yüzen şu yeryüzünün yapısına
yerleştirdiği hayatın meydana gelişine,
devamına ve çeşitlenmesine elverişli birbiriyle bütünleşmiş,
birbiriyle karışmış, birbiriyle ahenk
oluşturmuş özellikler... Bu özelliklerden biri yok
olsa veya değişse yeryüzünde hayatın meydana
gelmesi ve sürmesi mümkün olmayacaktır. (Furkan suresi, 2.
ayetin tefsirine bakınız.)
Yeryüzündeki canlı-cansız her varlık bir
ayettir. Yeryüzündeki canlı-cansız her
varlığın her parçası ayettir. Küçüğü
ve incesi de tıpkı büyüğü, kocamanı gibi
ayettir. Şu koskoca ağaçtaki veya şu küçücük
bitkideki yaprak ayettir. Biçimi ve hacmi bakımından
ayettir. Rengi ve kendine özgü duyu organları
bakımından ayettir. Evrenin düzeni içinde üstlendiği
rol ve yapısı bakımından ayettir. Hayvan ya da
insanın bedenindeki şu kıl ayettir. Özellikleri,
rengi ve hacmi bakımından bir ayettir... Kuşun
kanadındaki şu tüy ayettir. Yapısının
temel maddesi, uyumlu yapısı ve görevi bakımından
ayettir... İnsan şu yeryüzünde veya gökyüzünde
nereye bakarsa baksın üstüste binmiş,
yığınlarca ayet görecektir. Bu ayetler aracısız
onun kalbine, kulağına ve gözüne kendi varlıklarını
duyuracaklardır.
Fakat, bu ayetleri kim görebilir? Kim duyabilir? Bu ayetler
kendilerini kime anlatabilirler? Kime?
"Müminler için..: '
Çünkü kalplerin yankıları,
parıltıları ve sızıntıları
algılayacak şekilde açık olmalarını, yüce
Allah'ın yerde ve gökteki ayetlerini hissedecek duyarlılığa
sahip olmalarını sağlayan imandır. Kalplere
sevecenliğini, tatlılığını veren
imandır. Odur kalpleri canlandıran, inceltip
şeffaflaştıran. Evrene yerleştirilmiş
gizli açık mesajları algılamasını
sağlayan O'dur. Bütün bu mesajlar sanatkâr ilahi ele işaret
etmektedirler. Bu durum, ilahi elin şekil verdiği,
meydana getirdiği canlı cansız her
varlığın ortak ve belirgin özelliğidir.
Çünkü Allah'ın elinden çıkan herşey bir
mucizedir, olağanüstüdür. Allah'ın
yarattığı hiçbir varlık böyle bir mucize
meydana getiremez.
Sonra surenin akışı evrenin engin
ufuklarından alıp onları kendi iç dünyalarına
yöneltiyor. Çünkü bu daha yakındır kendilerine ve
buna karşı daha çok duyarlıdırlar:
"Sizin yaratılmanızda ve canlıların
yeryüzünde yayılmasında, kesin olarak inanan kimseler
için ibretler vardır."
Olağanüstü yapıda, eşsiz özelliklere sahip,
latif, ince ve çok çeşitli görevlerle donatılmış
bir varlık olarak insanın yaratılışı
bir mucizedir. Sık sık yenilenmesinden ve çok yakınımızda
gerçekleşmesinden dolayı unutulan bir mucize... Fakat
insan bedenindeki herhangi bir organın organik
yapısı o kadar karmaşıktır ki,
insanı şaşkına çevirir, dehşeti ve
yapısının olağanüstülüğü insanın
başını döndürür.
Tek hücreli amiplerle ve onlardan daha büyük canlılardaki
en basit şekliyle bile hayat bir mucizedir. Ya insan gibi
karmaşık ve akıl almaz bir organizmaya sahip bir
canlı?.. Üstelik insanın ruhsal yapısı
organik yapısından daha karmaşık, daha
akıl almaz ve daha içinden çıkılmazdır.
Çevresinde dolaşan ve sayılarını Allah'tan
başka kimsenin bilemediği değişik renklere, türlere,
biçimlere ve hacimlere sahip canlılar... En küçüğünün
yaratılışı da tıpkı en büyüğününki
gibi bir mucizedir. Hareketleri bir mucizedir. Yeryüzündeki
hayatının bütünlük içindeki oranı bir mucizedir.
Öyle ki hiçbir tür kendisi için belirlenen sınırı
aşamaz. Varlığı ve yaşama süresi bu
çerçeve içinde koruma altındadır. Başka türleri
kaplayıp yok etmesine için verilmez. Çeşitli türden
ve renkten canlıların dizginini elinde bulunduran el,
bir hikmet ve plan uyarınca onları çoğaltır
veya azaltır. Onlardan her birine aralarındaki genel
dengeyi koruyacak özellikler, güçler ve görevler verir.
Akbabalar uzun yıllar yaşayan ve leş yiyen
yırtıcı kuşlardır. Buna
karşılık serçelere ve sığırcık
kuşlarına oranla az ürerler, bıraktıkları
yumurta ve yavru sayısı çok azdır. Şayet
akbabalar da serçeler gibi üreselerdi durum ne olurdu? Bütün
kuşların kökünü nasıl kuruturlardı, bir düşünelim?
Hayvanlar aleminde de yılan öyledir. Acaba yılan
ceylanlar ve koyunlar gibi üreseydi ne olurdu? Ormanlarda yiyecek
ve canlı hayvan namına birşey kalmazdı. Ne var
ki dizgini elinde tutan el, yılanların üremesini
istenen ölçüde tutuyor. Eti yenen ceylan ve koyun gibi
hayvanların da belirlenmiş bir nedene bağlı
olarak çok üremelerine izin veriyor.
Bir tek sinek bir yumurtlama döneminde yüzbinlerce yumurta bırakıyor.
Buna karşılık en çok iki hafta yaşayabiliyor.
Acaba sinekler kontrolden çıkıp aylarca veya senelerce
yaşasalardı durum ne olurdu? Sinekler bedenlere çullanıp
gözleri oymaya başlamazlar mıydı? Fakat
herşeyi yönlendiren ilahi güç, özenle belirlenen bir
plana uygun olarak herşeyi kontrol altında tutuyor. Bu
planda her ihtiyaç, her durum ve her şart gözönünde
bulundurulmuştur.
İşte böyle... İnsanlık aleminde, hayvanlar
aleminde, herşey yaratılışı,
özellikleri, ölçüsü ve planı bakımından bir
mucizedir. Hepsi de kendi kendini anlatan mucizelerdir. Ama kime?
Bu mucizeleri gören, düşünen ve kavrayan kimlere?
"Kesin olarak inanan kimseler için:
'
"Yakin" olarak ifade edilen kesin inanç kalpleri algılamaya,
etkilemeye ve yumuşamaya hazırlayan bir durumdur. Kesin
inanç kalpleri sakinleştirir,
yatıştırır, onlara kararlılık verir.
Evrensel gerçekleri, kararsızlıktan,
şaşkınlıktan, değişken duygulardan
uzak rahat, sakin ve huzurlu bir duyguyla
algılamasını sağlar. Böylece algıladığı
en ufak şeyden varlık alemindeki en büyük sonuçları
çıkarır.
Sonra surenin akışı onları kendi iç
alemlerinden ve çevrelerindeki canlıların
hareketlerinden alıp evrensel olaylara, bu olayların
doğurduğu hem kendi hayatları hem de diğer
canlıların hayatları üzerinde derin etkisi bulunan
sebeplere yöneltiyor: ,
"Gece ve gündüzün birbiri ardına gelmesinde, gökten
Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip
yeri onunla ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarı
estirmesinde aklını kullanan kimseler için dersler vardır:'
Gece ve gündüzün dönüşümlü olarak gelmesi, insan
ruhu üzerindeki taze etkisini tekrarın
yıprattığı büyük bir olaydır! İlk
defa gündüz ile veya gece ile karşı karşıya
kalan bir insan için bundan daha ilginç daha olağanüstü
etkiye sahip bir olay var mı? Algılama yeteneğini
kaybetmemiş açık bir kalp her zaman bu olağanüstülüğü
görür. Bu olağanüstülük karşısında her
zaman ürperir. Gece ve gündüzü gördükçe tüm evreni evirip
çeviren Allah'ın elini görür...
Beşeri bilimler gelişmiş, bazı evrensel
olaylara ilişkin bilgileri artmış,
genişlemiştir. Bugün insanlar gece ve gündüzün,
dünyanın yirmidört saatte bir güneş önünde kendi
ekseni etrafında dönmesi sonucu meydana gelen iki olay
olduklarını biliyorlar. Fakat bu bilgi olayın
olağanüstülüğünden birşey götürmez. Çünkü
dünyanın dönüşü de başlıbaşına
bir mucizedir. Bu cismin, kendi ekseni etrafında, bu düzenli
hızıyla havada gezinmesi, uzay boşluğunda hiçbir
şeye dayanmadan yüzmesi ancak onu tutan ve yönlendiren
ilahi güçle mümkündür. Bu değişmez düzeni
belirleyen, canlı ve cansız varlıkların uzay
boşluğunda yüzen, dolaşan, dönen bu gezegen
üzerinde durmalarını sağlayan sistemi
yerleştiren işte bu ilahi güçtür.
İnsanların bilgileri arttıkça canlıların
hayatı açısından bu iki olayın ne kadar
önemli olduklarını kavrıyorlar. Şu gezegen
üzerindeki vakitlerin gece ile gündüz arasında bu oranda bölünmesinin
hayatın varlığı ve devamı için gerekli
olan başlıca etken olduğunu ve şayet bu iki
olay şimdiki ölçü ve düzende gerçekleşmeselerdi
yeryüzündeki herşeyin özellikle canlılar
arasında bu ayette muhatap olan insanların
hayatının değişeceğini biliyorlar. Bu yüzden
bu iki olayın insanın algılayışı açısından
önemi azalmadan, üstelik artarak devam etmektedir.
"Allah'ın rızık vermek için yağmur
indirip yeri onunla ölümünden sonra diriltmesinde..:
'
Bu ayette geçen rızık kavramı ile gökten inen
su kastedilmiş olabilir. Nitekim eski kuşak tefsirciler
bu şekilde anlamışlar. Oysa gökten inen rızık
daha geniş kapsamlıdır. Örneğin gökten
dünyamıza inen ışınlar, toprağın
canlanması üzerinde sudan daha az etkili değildir.
Hatta Allah'ın izniyle suları meydana getiren bu
ışınlardır. Çünkü denizlerden suyun buharlaşmasını
sağlayan güneşin sıcaklığıdır.
Buharlaşan sular bir süre sonra yoğunlaşarak yere
yağmur halinde yağar. Pınarlarda, nehirlerde akar
ve ölümünden sonra toprak bu su sayesinde canlanır.
Toprağın canlanmasında su, sıcaklık ve
ışık aynı oranda etkili olmuşlardır.
"Rüzgarı
estirmesinde."
Rüzgarlar, şu akıllara durgunluk veren evrenin
planında öngörülen ince ve ahenkli düzen uyarınca
kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan, ters yönden, aynı
yönden sıcak, soğuk eserler. Evrenin planında
herşeyin hesabı en ince noktasına kadar
yapılmış, hiçbir şey kör tesadüfe bırakılmamıştır.
Rüzgarın esmesinin, dünyanın dönüşü, gece ve
gündüz olayı ve gökten inen rızıkla yakın
ilişkisi vardır. Bu olayların tümü yüce Allah'ın
evreni yaratmaya ve onu dilediği gibi yönlendirmeye ilişkin
iradesinin gerçekleşmesi için birbirlerine yardımcı
olmaktadırlar.
Bütün
bu olaylarda evrene serpiştirilmiş ayetler vardır.
Ama kime?
"Aklını kullanan kimseler için..: '
İşte burada akla iş düşüyor. Bu
alanda
kullanabileceği geniş bir imkan vardır.
Bunlar yüce Allah'ın evrende sergilediği bazı
ayetlerdir. İşte, kesin inanan ve
akıllarını kullanan müminlere yönelik bu anlam
yüklü mesajlarla bu ayetlere işaret ediliyor. Allah'ın
Kur'an'daki ayetleri aracılığı ile bu evrensel
ayetlere işaret ediliyor, kalplere dokunuluyor, akıllar
uyarılıyor ve doğrudan doğruya
fıtratın diliyle insan fıtratına hitap
ediliyor. Çünkü insanın fıtratı ile evren
arasında gizli ve köklü bir bağ vardır. Bu yüzden
fıtratın uyanması için Kur an ayetleri gibi
birkaç anlamlı cümlenin dışında birşey
yapmak gerekmez. Dolayısıyle Kur an ayetlerine inanmayan
birinin onun dışında bir şeye inanması
beklenemez. Bu anlamlı işaretlerin
uyandıramadığı bir kalbi, bu etkin mesajdan
sonra hiçbir çığlık uyandıramaz:
Okuyalım: