12- Doğrusu Rabbinin
yakalaması şiddetlidir.
13- İlk yaratan ve
tekrar yaratacak olan da O'dur.
14- O,
bağışlayan ve sevendir.
15- Arş'ın
sahibidir, yücedir.
16- İstediğini
yapandır.
17- Sana orduların
haberi geldi mi?
18- Firavun ve Semud'a
ait orduların.
19- Doğrusu kâfirler
bir yalanlama içindedirler.
20- Halbuki Allah onları
artlarından kuşatmıştır.
21- Aksine, o
şerefli bir Kur'an'dır.
22- Korunan bir levhada (levhi
mahfuzda)'dır.
Burada yakalanmanın
gerçek mahiyetinin ve şiddetinin ortaya konması geçen
olayla uyum sağlamaktadır. Bu olayda basit, küçük bir
yakalama manzarasını hem sergileyenler, hem de seyreden
insanlar onu bu dünyada büyük birşey
sanmışlardır. Halbuki asıl şiddetli
yakalama, yüce Allah'ın kıskıvrak
yakalamasıdır. Göklerin ve yerin maliki olan Cebbar'ın
yakalaması. Belli bir zaman diliminde, dünyanın belli
bir bölgesine egemen olan basit ve zayıf kulların
yakalaması değil. ' .
"Doğrusu
Rabbinin yakalaması..."
şeklindeki ifade, bu söze muhatab olan Hz. Peygamber ile
sözün sahibi olan Allah arasındaki bağı da dile
getirmektedir. Rabb lığına teslim olduğun
yaratıcın. Yardımına
sığındığın,
dayandığın denmiş oluyor. Azgınların
müminlere işkence ettiği böyle bir ortamda bu bağın,
çok büyük bir değeri vardır.
İlk yaratma ile
tekrar yaratma genel anlamda. ilk yaratılışı
ve ahiretteki dirilişi çağrıştırmakla
birlikte bunlar, gecenin ve gündüzün her anında sürekli
meydana gelen iki olaydır. Her an bir ilk
yaratılış ve var etme söz konusudur. Her an bir
tekrar diriliş, çürüyen ve ölenin yeniden dirilişi sözkonusudur.
Evren bütünü ile sürekli bir yenilenme ve sürekli bir
çürüme içindedir. İşte bu kapsamlı ve sürekli
ilk yaratılış ve tekrar diriliş hareketi
ışığında uhdud olayı ve apaçık
sonuçları işin gerçeğinde ve takdirin
hakikatında geçici bir mesele olarak gelip geçmektedir. Bu
sürekli devam eden yenilenme ortamında tekrar diriliş için
başlangıç ve bir başlangıç için yeni bir
diriliş gereklidir.
Bağışlama
önceki ayetlerde geçen "sonra da tevbe etmeyenler"
sözü ile ilgilidir. Yani bağışlama Allah'ın
sınırsız, hiçbir engel tanımayan rahmetinden
ve coşkun lütuf ve ihsanından kaynaklanmaktadır.
Bu tevbe edip dönüş yapan herkese açık bir
kapıdır. Günah ne kadar büyük olursa olsun, isyan ne
kadar aşırı olursa olsun... Sevgi ise müminlerin
konumu ile ilgilidir. Herşeye rağmen Rabbini tercih eden
müminlerin. Bu da yüce Allah'ın onlara karşı lütufkar,
cömert ve yumuşak olduğunu ifade etmektedir. Yüce
Allah'ın kendisini seven ve tercih eden kullarını yükselttiğini
bu mertebeyi eğer yüce Allah kendisi ihsanı gereği
açıklamasaydı kalemler O'nu tanıtmaktan aciz
kalırlardı. Bu mertebe dostluk mertebesidir. Rabb ile
kul arasındaki dostluk. Allah'ın kendisini seven,
kendisine dost olan yakın kullarını sevmesidir.
Zaten geçip gitmekte olan hayatı O'nun uğrunda feda
etmeleri. Kısa bir dönemde söz konusu olan işkencelere
katlanmaları, bu tatlı sevginin yanında nedir ki.
Sevgilinin bu güzel davranışı yanında neyi
ifade edebilir ki?
Bu dünyada bile yardakçılar,
sahibinin ağzından çıkan cesaret verici bir söz
veya onun yüzünde beliren bir hoşnutluk işareti ile
canlarını tehlikeye atabiliyorlar. Halbuki o da bir
kuldur, kendileri de birer kul. Bu durumda Allah'ın
kulları neler yapmazlar ki. Allah'ın yüce ve değerli
sevgisine mazhar olan bu insanlar O'nun uğrunda neler
yapmazlar ki.
"Arşın
sahibidir, yücedir."
Yüce arşın
sahibinin, sevgili efendinin hoşuna giden, O'nu memnun eden
bir işaret... O'nun rızasını elde etme
uğrunda katlanılan her türlü acı, her türlü işkence
basitleşmez mi?.. Değer verilen herşey ve
hayatın kendisi basitleşmez, değersizleşmez mi?
"İstediğini
yapandır."
Bu yüce Allah'ın sürekli
yürürlükte olan, sürekli işleyen bir
sıfatıdır. Dilediğini kesinlikle yapandır.
O sınırsız irade sahibidir. Dilediğini seçer.
Dilediğini ve seçtiğini yapar. Bu sürekli böyledir.
Bu O'nun yüce sıfatıdır.
Dilediği bir
hikmetten dolayı bazen bu dünyada mü'minlerin üstün
gelmelerini sağlar. Yine bir hikmet gereği fani
bedenlerini feda edilerek imanın imtihana, işkenceye
üstün gelmesini diler. Bazen yeryüzündeki zorbaları
cezalandırmayı, bazen de onlara zamanı
belirlenmiş gün gelinceye kadar mühlet vermeyi diler.
Belirlediği kaderinin içinde hem bu yaptığının
hem de diğer yaptığının birer hikmeti
vardır. İşte bu da dilediğini
yapmasının bir parçasıdır. Bu, hem buradaki
olaya hem de gelmekte olan Firavun ve Semud olaylarına uygun
düşmektedir. Tüm olayların ötesinde, hayatın ve
evrenin ötesinde özgür irade ve özgür kudret gerçeği
olduğu gibi kalmakta ve bütün bir varlık içinde işlemeye
devam etmektedir. Dilediğini kesinlikle yapandır...
İşte dilediğini yapmasının örneğini
görüyoruz: "Sana orduların haberi gelmedi mi?
Firavun ve Semud'a ait orduların." Bunlar
Kur'an-ı Kerim'de sık sık söz konusu
edildiklerinden muhatabların artık bildiği konular
kabul edildikleri için sadece bir işaretle kendilerine
değinilen iki uzun kıssadır. Kur'an onlara ordular
adını vermektedir. Böylece onların kuvvetine ve
hazırlığına işaret etmektedir. "Sana
onların haberi geldi mi?" Ve Rabbinin onlara
dilediğini nasıl yaptığını bildiren
haber gelmedi mi sana?
Bunlar yapılan,
özellikleri ve sonuçları açısından iki ayrı
olaydır. Firavun olayında yüce Allah onu ve ordusunu
mahvetmiş, israiloğullarını
kurtarmış ve onları bir süre yeryüzüne hakim kılmıştır.
Belirlediği ve dilediği bir hikmetini onlarla gerçekleştirmek
için. Semud olayında ise yüce Allah onları toptan
mahvetmiş, Hz. Salih'i ve onunla birlikte olan bir avuç
inanmış insanı kurtarmıştır ve
onların bundan sonra herhangi bir hakimiyetleri ve
egemenlikleri olmamıştır. Sadece sapık bir
kavmin zulmünden kurtulmuşlardır.
Bu iki olay irade ve
dileme sıfatlarının işleyişinden birer
örnektir. Ayrıca Allah'a çağırmanın ve bu
yolda karşılaşılacak sürprizlerin, zorlukların
tablolarından ikisidir. Bunun yanında üçüncü bir sınav
biçimi uhdud olayında meydana gelmiştir. Kur'an-ı
Kerim bunların hepsini Mekke'deki mümin azınlık ve
daha sonra gelecek tüm inanmış nesiller için birer
moral kaynağı olarak takdim etmiştir.
Surenin sonunda kesin ve
güçlü iki vurgu yer almaktadır. Her biri bir gerçeği;
son sözü ve son hükmü dile getirmektedir:
"Doğrusu
kafirler bir yalanlama içindedirler. Allah onları
artlarından kuşatmıştır."
Kafirlerin durumu ve gerçek
halleri onların bir yalanlama içinde akşamlayıp
sabahladıklarıdır. "Allah onları
artlarından kuşatmıştır." Onlar
ise kendilerini kuşatan Allah'ın cezası ve ilminden
habersizdirler. Onlar her şiddetli bir tufanda etrafı
kuşatılmış farelerden daha zayıf
durumdalar!
"Aksine o
şerefli bir Kur'an'dır. Korunan bir levhada (levhi
mahfuzda)dır." "Mecid"
kavramı yüce, Şerefli, köklü demektir. Allah'ın
sözünden daha yüce daha üstün ve daha köklü ne olabilir?
Allah'ın bu sözü korunmuş bir levhadadır. Biz bu
levhanın yapısını kavrayamıyoruz.
Çünkü bu sadece yüce Allah m bilebileceği gayb
konularından biridir. Biz sadece ifadenin
oluşturduğu gölgeden yararlanıyor ve kalblerde
bıraktığı etkiden istifade ediyoruz. Bu da
Kur'an-ı Kerimin korunduğunu
değişmediğini, Allah'ın sözünün ele Alınan
her konuda en son merci olduğunu telkin etmektedir. Bu sözün
karşısında tüm sözler erir gider. Fakat bu söz
korunmuş, muhafaza edilmiş bir biçimde tüm gerçekliğiyle
kalır.
Nitekim Kur'an-ı
Kerim uhdud olayında da sözünü söylemiş ve bunun
ötesindeki gerçeği de gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu aynı zamanda söylenebilecek en son sözdür.