11- Fakat o zor geçidi aşmaya
girişmedi.
12- O zor geçidin ne
olduğunu sen bilir misin?
13- O geçit bir köle ve
esir azadetmektir.
14- Yahut açlık
önünde doyurmaktır.
15- Akraba olan yetimi,
16- Hiçbir şeyi
olmayan yoksulu,
17- Sonra inanıp
birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye
edenlerden olmak.
18- İşte bunlar
amel defterleri sağdan verilenlerdir.
İşte,
imanın desteğine dayananların
dışında hiç kimsenin aşamadığı
sarp yokuş bu yokuştur. İnsan ile cennet
arasına dikilen yokuş budur. İnsan bu yokuşu
bir aşabilse cennete varırdı. Bu sarp yokuşun
böylece sunulması çok güçlü bir teşvik
oluşturmakta ve insan kalbini coşturmakta ve o
yokuşu aşabilsin diye harekete geçirmektedir. Bu yokuş
açıklanmış, insanla bu muazzam kazancın
arasına giren engel olduğu bildirilmiştir. "Fakat
o zor geçidi aşmaya erişmedi". İfade,
teşvik, coşturma ve ileriye doğru itme havası
var.
Arkasından bu
işin ne derece muazzam ve büyük olduğu ifade ediliyor.
"O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin?" Maksat
sarp yokuşun büyüklüğünü açıklamak değil,
yüce Allah'ın katındaki önemini belirtmektir. Yüce
Allah'ın bundan hedefi ise, o sarp yokuşu aşmak ve
geçmek için ne kadar emek ve çile isterse istesin insanoğlunu
buna teşvik etmektir. Sevk etmektir. Çile katmer katmer
olacaktır. İnsan sarp yokuşu aşmak için çaba
harcadığı zaman, yüce Allah bunun karşılığını
kendisine verecek, kendisini yokuşun kucağına atan
kimseye, çekmiş olduğu çilelerin karşılığını
verecektir. Harcanan çabalar boşa gitmeyecek, ne olursa
olsun karşılığı mutlak ve mutlak
alınacaktır.
Yüce Allah sarp yokuşu
ve onun yapısını açıklamaya islam
davasının sunulduğu özel çevrenin (toplumun) en
çok ihtiyaç duyduğu bir nesne ile başlıyor. Çile
çeken boyunları esirlik zincirinden kurtarmak ve yoksullara
yemek yedirmek. Azgın ve inkarcı bir toplumun
kendilerine çok katı davrandığı
zavallıların karınlarını doyurmaya çok
ihtiyaç vardır. Sonra yüce Allah bir olguya değiniyor.
Bu olgu herhangi bir topluma, zamana özel değildir.
İnsanlar sarp yokuşu kurtuluşa doğru
aşarlarken o olgu ile mutlaka yüzyüze gelirler.
İşte bu olgu: "Sonra inanıp birbirlerine
sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden
olmak."tır.
Bazı bilginler
ayetin metninde geçen "Fekrü'r-rakabe": "Kölenin
boynunu kölelik zincirinden kurtarmak" sözcüğünü,
köleyi özgürlüğüne kavuşturmaya katılım,
"İlk: köle azadı"nı ise, kişinin
başkaları katılmaksızın yalnızca
kendisinin köleyi özgürlüğüne kavuşturması
demektir, diye açıklamışlardır. Ayette
kastedilen amaç bunlardan hangisi olursa olsun, ortaya çıkan
sonuç birdir, farketmez.
Bu ayet indiği
sıralarda islam Mekke'de müşriklerin
kuşatması altında idi. Kendisinin getirmiş
olduğu hukuk sistemine dayalı devleti yoktu. Kölelik
hem arap yarımadasında hem de yarımadayı
çevreleyen dünyada yaygın bir durumda idi. Kölelere
kelimenin tam anlamı ile çok sert davran ılıyordu.
İçlerinden Yasir oğlu Ammar ve ailesi gibi, Rebah
oğlu Bilal gibi, Suheyb ve benzerleri -Allah hepsinden
razı olsun- gibiler Müslüman olunca, zalim olan
efendilerinin çok acı işkenceleri ile
karşılaştılar. Efendileri kendilerini
dayanılmaz işkencelerin kucağına attılar.
Bunun üzerine anlaşıldı ki bu kölelerin kurtuluş
yolu, kendilerini zorba efendilerinin elinden satın alarak
kurtarmaktadır. Her zaman adeti olduğu gibi çağrıya
ilk koşan, emre tereddütsüz, gönül huzuru içinde ve
dosdoğru olarak sarılan ve yerine getiren Hz. Ebu Bekir
olmuştur.
İbn İshak
naklediyor: "Hz. Ebu Bekir'in azad ettiği Hz. Bilal
Cemhoğullarının yanında yetişenlerden
birisiydi. İslama gönülden bağlı, kalbi tertemiz
birisi idi. Cemhoğullarından, Huzafe oğlu, Vehb
oğlu, Halef oğlu Ümeyye öğle
sıcağı bastırınca onu çıkarır,
Mekke kumluklarına sırt üstü yatırır, sonra
büyük bir kaya getirilmesini emreder ve o kaya Hz. Bilal'in göğsü
üzerine konurdu. Sonra ona: "Ölünceye kadar böyle
kalacaksın. Ya da Muhammedi inkar eder Lat ve Uzza'ya
taparsın" derdi, de bu çileler altında bile Hz.
Bilal: "Allah bir, Allah bir" derdi: '
"Nihayet birgün Hz.
Ebu Bekir, Hz. Bilal'e aynı işkenceleri yaparlarken
onlara rast gelir. Çünkü Hz. Ebu Bekir'in evi, Cemhoğullarının
yakınlarında idi. Halef oğlu Ümeyye'ye derki:
"Allah'tan korkmaz mısın da bu zavallıya böyle
davranırsın? Ne zamana kadar buna devam edeceksin?"
Ümeyye: "Sensin onu bozan. Gördüğün durumdan kurtar
onu" der. Ebu Bekir de: "Peki yaparım. Benim ondan
daha güçlü ve dayanıklı zenci bir kölem var. O da
senin dinindendir. Bunun karşılığında
vereyim onu sana" deyince, Ümeyye, kabul ediyorum der. Bunun
üzerine Hz. Ebu Bekir: Tamam öyle ise o senindir der. Ve
kölesini Ümeyye'ye verir ve Hz. Bilal'i alarak azad eder."
"Hz. Ebu Bekir,
Medine'ye hicret etmeden önce, altı köle daha azad etmişti.
Bilal ise yedinci oluyordu. Bunlar, Füheyre oğlu Amir -Bedir
savaşına katılmış, Maune kuyusu
savaşında şehit düşmüştü- Ümmü Abis,
Zenire -Hz. Ebu Bekir onu azad edince gözleri kör olmuştu.
Bunun üzerine Kureyşliler, "Onun gözlerini kör eden
Lat ve Uzzadan başkası değildir" deyince,
Zenire: "Yalan söylemişler. Allah'ın beyti
hakkı için, Lat ve Uzza ne zarar verebilir ne de bir yarar"
der. Bunun üzerine yüce Allah, gözlerine tekrar görme gücü
bahşeder. Hz. Ebu Bekir Nehdiye ve kızını da
azad etmişti. Bunlar Abdud-Dar oğullarından bir
kadının bir kölesi idiler. Kadın onlarla kendine
ait un göndermişti. Onlara: "Vallahi sizi asla azad
edemeyeceğim" diyordu. Hz. Ebu Bekir: "Ey
filancanın annesi, boz yeminini" der. O da: "Tamam
bozayım. Sen bozdun onları sen azad et" der. Hz.
Ebu Bekir "Kaça veriyorsun onları" deyince,
kadın: "Şu kadara" der. Hz. Ebu Bekir: "Tamam
aldım onları, onların ikisi de özgürdür"
karşılığını verir ve kadınlara
dönerek: "Onun ununu kendisine geri verin" der. Onlar
da birazını boşaltıp öyle mi geri verelim
deyince "İsterseniz" der.
Hz. Ebu Bekir Müemmil oğullarından
-ki bu kabile Adiyyoğullarındandır- bir cariyeye
rastlar. Bu cariye Müslümandır. Hz. Ömer o zamanlar henüz
müşriktir. islamı bıraksın diye bu cariyeye
işkence eder vurur döver, dövmekten yorulunca ona: "Kusura
bakma! Acıdığım için bırakmıyorum
seni, usandığım için bırakıyorum"
der. Cariye de: "Allah da sana böyle yapsın" der.
İşte Hz. Ebu Bekir bu cariyeyi satın Alır ve
azad eder."
İbn İshak der
ki: "Ebu Atik oğlu, Abdullah oğlu Muhammed bize, Zübeyr
oğlu Abdullah oğlu Amir'den nakletti. Amir de kendi
ailesinden birisinden duymuş. Babası Hz. Ebu Bekir'e der
ki: Yavrucuğum görüyorum ki hep güçsüz köleleri azad
ediyorsun. Şayet güçlü kuvvetli kişileri azad edersen
seni korurlar, sana destek olurlar. Hz. Ebu Bekir: "Babacığım!
Ben sırf Allah için istiyorum yapmak istediklerimi"
der."
İşte Hz. Ebu
Bekir çile çeken bu köleleri sırf Allah hoşnut olsun
diye salıverirken o sarp yokuşu aşmaya çalışıyordu.
O günlerin arap yarımadasının şartları,
Allah yolunda sarp yokuşu aşmak için atılması
gereken gerekli i adımların ve sıçramaların
başında "Köle azad" edilmesinin sayılmasını
gerekli kılıyordu. "Yahut açlık gününde
doyurmaktır. Akraba olan yetimi, hiçbir şeyi olmayan
yoksulu."
Ayet metninde geçen
"Mesğabe" açlık demektir. Yemeğin nadir
ve bulunmaz olduğu açlık günü, imanın içyüzünü,
ortaya koyan bir mihenk taşı gibidir. İnkarcı
ve azgın cahiliyet toplumunda yetimler akraba bile olsalar
her zaman haksızlığa ve zulme
uğruyorlardı. Bunun için Kur'an, yetimlere iyi davranma
emirleri ile dopdoludur. Bu Kur'an ifadeleri, yetimlerin
bulundukları çevrenin ne kadar taş yürekli bir toplum
olduğunu gösterir. Kur'an'da bu emirler peşi
peşine sürüp gelmiştir. Hatta Medine inişli
surelerde bile, miras, vasiyet ve evlenmeye dair islam
yasalarının yürürlüğe konulması
dolayısı ile, yetimlere iyi davranılması yine
emredilmiştir.
İslam hukukunun bu
konulara dair getirmiş olduğu hükümlerin çoğu
özellikle Nisa suresindedir. Ayrıca Bakara suresinde ve
diğer bazı surelerdedir. Durumunun kötülüğünden
ve sefaletinden dolayı yere yapışıp,
toprağa bulanan yoksulu açlık günü yedirmeyi Kur'an-ı
Kerim, aynı şekilde sarp yokuşu aşma yolunda
atılacak bir adım olarak sunuyor. Çünkü bu da, sıkıntı,
açlık ve ihtiyaç günü, merhamet, acıma,
dayanışma, başkalarını kendine tercih
etme, çoluk çocuğunu Allah'ın gözetimine bırakma
gibi iman duygularının değerini gösteren bir
mihenk taşı gibidir. İşte bu iki
adımın, köle azad etmenin ve yoksula yemek yedirmenin,
her ne kadar genel bir özelliği var ise de bunlar o günün
toplumunun kendisini ısrarla hissettiren
ilhamlarındandı. Bundan dolayı yüce Allah, sarp
yokuşunun aşılmasında atılacak adım
olarak önce bu ikisini sıralamış sonra da
kapsamlı ve en büyük sıçramayı belirtmiştir.
"Sonra inanıp
birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye
edenlerden olmak."
Ayetin metnindeki "sonra"
sözcüğü, zaman bakımından bir
aralığın ve sonralığın ifadesi
değildir. Aksine, sarp yokuşun aşılması için
atılacak olan bu son adım, daha kapsamlı ve daha
geniş çerçeveli olduğu için soyut bir sonralık
ve aralıktır. Yoksa iman olmadan köle azad etmenin ve
yoksulları doyurmanın ne anlamı vardır? iman,
köle azad etmeden ve yoksulu doyurmadan önce var olması
gerekli olan bir olgudur. Odur yüce Allah'ın ölçüsünde
iyi amele bir değer veren. Çünkü iman amelleri, değişmez
ve kaypak olmayan bir sisteme bağlar. Böylece iyilik, değişip
duran bir mizacı hoşnut etmek, toplumun övgüsünü
arzulamak ya da bir yararı elde etmek için amaçsızca
yapılan gelip geçici bir hareket olmaz.
Yüce Allah sanki şöyle
diyor: Sarp yokuşu geçmek için atılması gereken
adımlar: Köle azad etmek, veya açlık gününde bir
yoksulu doyurmak, yakınlığı bulunan bir yetimi
veya toprağa bulanmış, yerde sürünen yoksulu
yedirip doyurmak.. Bir de bunun üzerine ek olarak, iman eden,
sabrı ve merhametli olmayı tavsiye eden kişilerden
olmaktır. Burada ayetin metninde yer alan "Sümme:
Sonra" sözcüğü, son adımın ne kadar üstün
ve yüce olduğunu belirtmek içindir.
Sabretmek genel olarak
iman için, ve özel olarak da sarp yokuşu aşmak için
gerekli unsur ve nesnedir. Mü'minlerin birbirlerine sabrı
tavsiye etmeleri ise, bizzat sabrın üstünde başka bir
dereceyi ifade eder. Mü'minler topluluğunun
dayanışmasını, birbirlerine sabrı tavsiye
etmelerini ve imanın yükümlülüklerine karşı
yardımlaşmalarını belirtir. Çünkü
Müslümanlar karşılıklı duygu
alış-verişinde olan bir toplumun üyeleridir.
Tümü ortak tek bir duygu olarak, yeryüzünde iman sistemini
gerçekleştirmek ve yükümlülüklerini taşımak için
cihadın zorluğuna katlanırlar. Dolayısı
ile ortak yükü taşımak üzere, birbirlerine sabrı
tavsiye ederler. Güçsüz duruma düşmemek için
birbirlerine dayanak-destek olurlar. Yenilmemek için birbirlerini
desteklerler. Bu ise kişisel sabra dayalı olsa bile,
ondan ayrı başka bir olgudur. Bu ayet islam toplumunda
bulunan bir mü'minin görevini ilham eden bir ayettir. O halde
bir mü'min toplum içinde toplumu zayıflatıcı bir
üye değil, aksine güçlendirici bir elemandır. Mü'min
mağlubiyet çığırtkanı değil, toplum
içinde atılımın ve dinamizmin güçlü sesidir.
Sabırsızlığı körükleyen değil,
aksine huzur kaynağıdır.
Merhamet tavsiye etmek de
böyledir. Yan: merhameti tavsiye etmek merhametin bizzat
kendisinden öte bir olgudur. Merhameti tavsiye etmek toplumun
safları arasında "acıma" görevini
yaymaktır. Bunun yolu ise, toplum üyelerinin bunu karşılıklı
olarak birbirlerine tavsiye ve teşvik etmeleri ve bu görevi
herkesin tanıdığı ve uğrunda birbirleri
ile yarıştığı toplumsal ve aynı
zamanda kişisel bir görev olarak kabul etmektir.
Toplum, anlamını
ancak bu yönlendirme ile kazanır. Gerek Kur'an'ın,
gerek Peygamberin hadislerinde üstüne basa basa vurguladıkları
özellik budur. Çünkü bu özelliğin, dinin yeryüzünde
hakim olması için önemli bir yeri vardır. Çünkü bu
din toplum dinidir. Kişisel sorumluluklar ve kişisel
olarak hesaba çekilmenin tam olarak açıklanması
yanında bu din, toplumun uyması gereken bir hayat
sistemidir.
Kur'an-ı Kerim'in
niteleyip belirttiği gibi, sarp yokuşu aşmak üzere
atılanlar "Amel defterleri sağdan
verilenlerdir." Başka yerlerde belirtildiği
gibi onlar "sağ ehli"dirler. Ya da onlar, bereket,
nasip ve mutluluk erbabı kimselerdir. Her iki anlam da iman
kavramı ile ilgilidir.