O

 

O

   

83- Hani biz İsrailoğullarından `Allah'dan başka bir şeye tapmayınız, ana-babaya, akrabalara yetimlere ve yoksullara iyilik ediniz, namazı kılınız, zekâtı veriniz " diye söz almıştık. Fakat sonra küçük bir azınlık dışında bu sözünüzden döndünüz. Hâlâ da bu dönekliği sürdürüyorsunuz.

84- Hani birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan sürmeyeceksiniz diye de sizden söz almıştık. Kendi tanıklığınızla bunu kabul etmiştiniz.

85- Buna rağmen biribirinizi öldürüyor ve içinizden bazılarını yurtlarından sürüyor, onlara karşı günah ve zulüm işlemek için aranızda işbirliği yapıyorsunuz. Onları sürgüne göndermeniz yasaklandığı halde sürgüne gönderiyorsunuz, sonra size esir olarak geldikleri taktirde fidye vererek kendilerini kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Oysa içinizden böyle yapanların cezası dünya hayatında perişanlıktan başka birşey değildir. Onlar Kıyamet günü de en ağır azaba çarpılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Daha önceki ayetler demetinde, yahudilere vermiş oldukları söz ile ilgili olumsuz tutumları hatırlatılırken, verilen söze sadece işaret edilmekle yetinilmişti. Şimdi bu sözleşmenin içerdiği bazı maddeler hakkında ayrıntıya giriliyor.

Okuduğumuz ilk ayetten anladığımıza göre yahudiler ile yüce Allah arasındaki bu sözleşme, yani Allah'ın onlardan dağın gölgesinde aldığı ve sımsıkı tutarak hatırlarından hiçbir zaman çıkarmamalarını istediği söz, yüce Allah'ın dininin değişmez kurallarını içeriyordu. Bunlar İslâm'ın da getirdiği kurallardı ki, onlar bunları benimsemeyip inkâr etmişlerdi.

Yüce Allah ile yahudiler arasındaki bu antlaşmanın ilk maddesi, onların Allah'tan başka hiçbir şeye kulluk etmeyecekleri idi. Bu madde, mutlak Tevhid inancının birinci ilkesidir. Bu antlaşmada ana-babaya, akrabalara, yetimlere ve yoksullara iyilik edip yardım eli uzatma maddeleri de vardı. Bu antlaşmanın bir başka maddesi de onların insanlara tatlı dille hitap etmeleri ilkesi idi. Bu ilkenin başta gelen uygulama biçimi, iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevi idi. Ayrıca bu antlaşmanın maddeleri arasında namaz kılmak ve oruç tutmak farzları da yeralıyordu. Bu maddelerin hepsi birarada aynı zamanda İslâm'ın da temel ilkeleri ve başta gelen yükümlülükleri idi.

Bu ilkelerden şu iki gerçek ortaya çıkıyor:

1- Yüce Allah'ın dininin özünde bir oluşu, bu dinin son halkasını oluşturan İslâm'ın onun daha öncekï halkalarının temel ilkelerini onayladığı realitesi.

2- Yahudilerin bu dinin son halkası olan İslâm'a karşı ne kadar inatçı bir tavır takınmış oldukları gerçeği. Çünkü bu din onları daha önce bağlı kalmayı taahhüt ettikleri, benimseyeceklerine söz vermiş oldukları ilkelerin aynısını kabul etmeye çağırmaktadır.

Konunun bu noktasında, ayetlerin üslubu üçüncü şahıstan ikinci şahısa dönerek sözü yine yahudilere yöneltiyor. Oysa bir süreden beri ayetler, onlara seslenmekten vazgeçerek müslümanlara hitap etmeyi tercih etmişti. Fakat söz yeniden yahudilere döndürülürken kullanılan dil son derece azarlayıcı ve serttir:

"Fakat sonra küçük bir azınlığınız dışında, bu sözünüzden döndünüz. Halâ da bu dönekliğinizi sürdürüyorsunuz."

Bu örnek aracılığı ile, aynı zamanda bu enteresan kitapta, yani Kur'an-ı Kerim'de gerek kıssaların anlatımı sırasında ve gerekse başka münasebetlerle şahıs zamirlerinin değiştirilmesinin bir kısım sebepleri ortaya çıkmış oluyor.

Ayetlerin akışı boyunca yahudilere seslenmeye devam edilerek yüce Allah'a vermiş oldukları söze ters düşen tutumları gözleri önüne seriliyor:

"Hani birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarından sürmeyeceksiniz diye de sizden söz almıştık. Kendi tanıklığınızla bunu kabul etmiştiniz."

Birbirinin tanıklığı ile gerçekleşen bu onaylama, kabul etme işleminden sonra acaba ne oldu?

"Buna rağmen birbirinizi öldürüyor ve içinizden bazılarını yurtlarından sürüyor, onlara karşı günah ve zulüm işlemek için aranızda işbirliği yapıyorsunuz. Onları sürgüne göndermeniz yasaklandığı halde sürüyorsunuz, sonra size esir olarak geldikleri takdirde fidye vererek kendilerini kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"

Bu ayette anlatılan durum, sözkonusu edilen tarih döneminin çok sonrasında Evs ve Hazreç adlı Medineli kabilelerin İslâm'ı kabul etmelerinden bir süre önce de burada anlatıldığı biçimi ile yaşanmıştı. Şöyle ki; Evs ile Hazreç kabileleri putlara tapıyorlardı. Aralarında, başka hiçbir iki Arap kabilesi arasında görülmemiş derecede koyu bir düşmanlık vardı.

Üç kabileden oluşmuş Medine yahudileri antlaşmalarla bu iki kabileden birinin yandaşı durumunda idiler. Kaynuka oğulları ile Nadir oğulları adlarındaki yahudi kabileleri Hazreç kabilesinin ve Kureyza oğulları adındaki yahudi kabilesi de Evs kabilesinin müttefikleri idiler. Bu iki kabile arasında savaş çıkınca yahudi kabileleri de müttefikleri olan kabilenin yanında savaşa katılıyor, karşı tarafla vuruşuyorlardı. Bu durumda yahudilerin karşı tarafta yeralan ırkdaşlarını öldürdüğü de oluyordu. Oysa yüce Allah ile aralarındaki antlaşmanın bir maddesine göre birbirlerini öldürmeleri yasaktı.

Yine kendi müttefikleri savaşta galip gelince karşı taraftaki ırkdaşlarını yurtlarından sürüyor, mallarını yağmalıyor ve esir alıyorlardı. Oysa bunların tümü de yüce Allah'a vermiş oldukları söz gereğince yasaktı. Bir süre sonra savaşın etkileri yok olmaya yüz tutunca fidye karşılığında esirleri kurtarmaya girişiyorlar, bu aşamada gerek karşı tarafta savaşmış ırkdaşlarının gerek müttefiklerinin ve gerekse müttefiklerinin düşmanı olan Arap kabilesinin elindeki esirleri serbest bıraktırıyorlardı. Bunu Tevrat'ın şu hükmünün gereğini yerine getirmek için yapıyorlardı; "Nerede İsrailoğulları'ndan bir köleye rastlarsan onu satın alıp azad etmelisin"

İşte Kur'an-ı Kerim, onların tutumlarındaki bu çelişkiyi yüzlerine vurarak kendilerine şu azarlama içerikli soruyu yöneltiyor:

"Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"

Yüce Allah verdikleri sözü çiğneme anlamına gelen bu tutumları yüzünden kendilerini dünya hayatlarında perişan olmakla tehdit etmekte ve asıl ağır azabın kendilerini Ahirette beklemekte olduğunu hatırlattıktan sonra ayrıca bu sert uyarılara, onların yaptıklarından habersiz olmadığı, bunlara göz yummayacağı biçimindeki gizli tehdidini de eklemektedir.

"Oysa içinizden böyle yapanların cezası dünya hayatında perişanlıktan başka birşey değildir. Onlar Kıyamet günü de en ağır azaba çarpılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."

Sonra Allah (c.c) müslümanlara ve bütün insanlara dönerek yahudilerin mahiyetini ve tutumlarının içyüzünü şöyle açıklıyor:

 

 

O

 

O