67- Hani Musa, kavmine: "Allah size bir sığır
kesmeyi emrediyor" dedi de kavmi kendisine: "Bizimle
alay mı ediyorsun? " deyince, o da onlara: "Cahillerden
biri olmaktan Allah'a sığınırım"
dedi.
68- Onlar: "Rabbine dua et de bize o
sığırın nasıl olduğunu açıklasın"
dediler. Musa da: "Rabbim `o sığır ne
yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta
yaşlıdır' diyor, haydi size emredileni yapın"
dedi.
69- Onlar: "Rabbine dua et de bize o
sığırın rengini bildirsin" dediler.
Musa da: "Rabbim, `o sığır görenlerin
gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor."
dedi.
70- Onlar: "Rabbine dua et de bu
sığırı bize iyice tanımlasın. Biz
sığırları birbirinden ayırdedemez olduk.
Allah dilerse bu karışıklığın içinden
çıkarız" dediler.
71- Musa: "Rabbim, `o, boyunduruğa koşulup
toprak sürmemiş, toprak sulamada
kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir
sığırdır' diyor" dedi. Bunun üzerine
onlar "İşte şimdi hakkı ile
anlattın" diyerek tanımlanan
sığırı kestiler, neredeyse bunu
yapmayacaklardı.
72- Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu
birbirinize atmaya kalkmıştınız. Oysa Allah
gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.
73- Bu amaçla "Kesilen sığırın bir
parçasını o öldürülen adamın cesedine
değdirin" dedik. İşte Allah böylece
ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini
gösterir.
Bu küçük kıssa, az önce okuduğumuz ayetlerden
anlaşılabileceği gibi, birkaç bakımdan
incelenebilir. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken ilk husus,
yahudilere atalarından miras kalan karakterlerini açığa
vurmalarıdır. Yine bu ayetlerde
yaratıcının gücü, ölümden sonra dirilme
gerçeği, hayatın ve ölümün özelliği
kanıtlanmaktadır. Ayrıca bu kıssanın
başlangıcı, sonucu ve konumu bakımından
sergilediği ifade sanatı da dikkatimizi çeken
noktalar arasındadır.
Yahudi tabiatının temel karakteristik özellikleri
bu sığır kıssasında açıkça
görülür. Bu özelliklerin en başta geleni kalpleri ile yüce
Allah arasındaki ilişkinin kopuk oluşudur. Ki bu
ilişki, ipince şeffaflığın, görünmeyene
inanmanın, Allah'a güvenin ve peygamberlerin getirdiği
mesajları onaylama yeteneğinin
kaynağını oluşturur. Bu özelliklerin diğerleri
de; yükümlülükleri üstlenmekten kaçınma, çeşitli
bahaneler ve mazeretler uydurma, kalp bozukluğu ile dil
kabalığından kaynaklanan
alaycılıktı!
Sebebine gelince; peygamberleri kendilerine: "Allah size
bir sığır kesmeyi emrediyor" dedi. Bu söz,
bu biçimi ile içeriğini onaylayıp yerine getirilmesi
için yeterlidir. Çünkü sözü söyleyen peygamberleri aynı
zamanda kendilerini yüce Allah'ın rahmeti, gözetimi ve
direktifi ile onur kırıcı bir işkence
hayatından kurtarmış olan liderleridir. Üstelik
bu peygamber, bu direktifin kendi emri, kendi görüşü
olmadığını, bu emrin kendilerini hidayeti
doğrultusunda ilerletmek isteyen yüce Allah'dan geldiğini
belirtiyor. Buna karşılık verdikleri cevap, küstahlıktan,
edepsizlikten ve şanlı peygamberlerini
alaycılıkla, dalgacılıkla suçlamaktan
ibaret oldu. Sanki peygamber olması bir yana, yüce Allah'ı
tanıyan sıradan bir insanın bile yüce Allah'ın
adını ve emrini alay ve maskaralık malzemesi
yapması düşünülebilirmiş gibi Peygamberlerine
şöyle soruyorlar:
"Bizimle alay mı ediyorsun?"
Hz. Musa'nın bu küstahlığa karşı
cevabı Allah'a sığınmak; onları
tatlı dille sitemli ve dolaylı bir üslupla yüce
Allah karşısında takınılması
gereken edebe çağırmak, O nun hakkındaki
asılsız düşüncelerin ancak bu edebi bilmeyen ve
takınamayan cahillere lâyık olduğunu kendilerine
anlatmak olmuştur.
"Cahillerden biri olmaktan Allah'a
sığınırım."
Aslında bu sitemli ifade onları kendine getirmeye,
Rabblerine döndürmeye ve peygamberlerinin emrini yerine
getirmelerini sağlamaya yeterli idi. Fakat unutmayalım
ki, yahudiler ile karşı karşıyayız!
Evet.. Onlar peygamberlerinin bu yalın sözü üzerine
ellerini herhangi bir sığıra uzatıp onu
kesebilirlerdi; bunu yapmalarında herhangi bir güçlük
yoktu. Böyle yapsalar Allah'ın emrine uymuş ve
peygamberlerinin sözünü tutmuş olacaklardı. Fakat
itirazcı ve kaypak karakterleri hemen depreşiverdi.
Bunun sonucu olarak peygamberlerine şu soruyu yönelttiklerini
görüyoruz:
"Rabbine dua et de bize o sığırın
nasıl olduğunu açıklasın, dediler."
Bu soru bu biçimi ile şunu ortaya koyuyor: Onlar,
Hz. Musa'nın, bu emirle kendileri ile alay ettiğinden
halâ kuşku duyuyorlar. Sebebine gelince; her şeyden
önce,
"Bizim için Rabbine
dua et" demekle, yüce Allah'ın
sadece Hz. Musa'nın Allah'ı olduğunu, aynı
zamanda kendilerinin de Rabbi olmasının sözkonusu
olmadığını, meselenin kendilerini değil,
sadece Hz. Musa ile onun Allah'ını
ilgilendirdiğini söylemek istiyorlar. Ayrıca Hz.
Musa'dan boğazlanacak sığırın "nasıl"
olduğunu Rabbinden öğrenmesini istiyorlar. Burada
sorulan bu soru her ne kadar hayvanın niteliğini öğrenmeye
dönük gibi görünüyorsa da aslında karşı
gelme ve alay etme anlamı taşır. "Nasıl
bir şeydir o?". O bir sığırdır.
Peygamberleri bunu onlara işin başında hiçbir
nitelik ve özellik belirtmesine yer vermeksizin söylemişti.
Bir sığır. O kadar!
Burada Hz. Musa'nın onları doğru yola döndürmek
amacı ile sorularına soruyla cevap verme yoluna
başvurmamaya özen gösterdiğini görüyoruz. Eğer
böyle yapıp onların sapık soru sorma üslubunu
benimsemiş olsaydı, kendileri ile kelimelerle oynamak
anlamına gelebilecek biçimsel bir tartışmaya
girme tehlikesi ile karşılaşabilirdi. Hz. Musa,
bunun yerine onlara, Allah tarafından
sapıtmış aptallarla başa çıkmakla görevlendirilmiş
eğitici bir öğretmene yakışacak bir
ağırbaşlılıkla cevap veriyor:
"O sığır ne yaşlı ve ne de körpe
olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır."
Yani sözkonusu sığır ne çok yaşlı
ve ne de körpe bir danadır, bu ikisi arasında bir
yaştadır. Hz. Musa, bu kısa açıklamanın
arkasından onlara şu kesin ifadeli nasihati yöneltir:
"Haydi (artık) size emredileni yapıverin"
Sözü uzatmak istemeyenler için bu kadar açıklama
yeterli idi. Yeterli idi, çünkü peygamberleri onları iki
kere doğru yola çekmiş, kendilerine soru
sormanın ve emir almanın gerekli edep
kurallarını tanıtmıştı. Artık
ne çok kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı
herhangi bir sığırı yakalayarak
omuzlarına bindirilen yükümlülükten arınmaları,
bu hayvanı keserek Rabblerinin emrini yerine getirmeleri,
kendilerini karmaşıklığın ve
baskının sıkıntısından
kurtarmaları beklenirdi. Fakat, yahudi bildiğimiz
yahudidir! Nitekim, yine sorularına devam ediyorlar:
"Rabbine dua et de bize o sığırın
rengini bildirsin, dediler:'
Yine "Bizim için Rabbine dua et..." teranesi,
Yahudiler bu soru ile konuyu didiklemeye giriştikleri ve
ayrıntıya girmeyi istedikleri için kendilerine
verilecek cevabın da ayrıntıya girmesi kaçınılmazdı.
Okuyoruz:
"Rabbim `o sığır görenlerin gözüne hoş
gelecek parlak sarı renkt
edir'
diyor."
Böylece kendi elleri ile kendi tercih alanlarını
daralttılar. Daha önce, istedikleri herhangi bir sığırı
kesebilecekleri halde şimdi sıradan bir
sığırı kesmekle işleri bitmiyordu.
Bunun yerine ne kocamış ve ne de körpe olmayan orta
yaşlı bir sığır bulmak zorunda idiler.
Üstelik bu sığır, alacasız sapsarı
renkte olmalı idi. Ayrıca ne zayıf ve ne de
şişman olacak, "Görenlerin gözlerine hoş
gelecekti." İnsanların gözleri ancak sağlıklı,
canlı, hareketli, gürbüz ve parlak tüylü bir inek
görünce hoşnut olabilirdi. Çünkü insanlar genellikle
canlı ve ölçülü görüntülerden hoşlanır,
buna karşılık sünepe ve uyumsuz görüntülerden
nefret ederler.
Artık işi inatla kurcalamaları fazlası
ile yeterli idi. Fakat yollarına devam ederek meseleyi daha
karmaşık ve kendileri için daha zor hale
getiriyorlardı. Yüce Allah buna karşılık
işlerini daha da zorlaştırıyordu. Şimdi
bir kere daha sözkonusu sığırın "nasıl"
olması gerektiğini soruyorlardı:
"Rabbine dua et de bu
sığırı
bize iyice tanımlasın."
Bu anlamsız ve inatçı sorularını,
meselenin kendileri için içinden çıkılmaz hale
gelmesine, zira sığırları birbirinden
ayırdedemez duruma düşmelerine bağlıyorlar:
"Sığırları birbirinden
ayırdedemez olduk."
Üstelik bu defa cahilliklerinin farkına
varmış olacaklar ki, şöyle diyorlar:
"Allah dilerse bu karışıklığın
içinden çıkarız."
Ama artık bu işin kendileri için daha karmaşık
ve daha zor bir hale gelmesi, serbest tercih
alanlarının daha da daraltılması ve
sınırlandırılması, kesecekleri
sığırda daha önce aranmayan ve öngörülmeyen
yeni nitelikler aranması kaçınılmazdı.
Okuyoruz:
"Rabbim: `O, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş,
toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve
alacasız bir sığırdır' diyor
dedi."
Görülüyor ki, artık kesilecek sığır
sadece orta yaşlı, sapsarı, parlak görüntülü
olmakla kalmayacaktı. Hatta bunlara ek olarak zayıf,
çift sürmede kullanılmamış ve sulama
işlerinde hizmet görmüş olmaması da yeterli
değildi. Bütün bunlar yanında beneksiz ve
alacasız olması da gerekiyordu.
Ancak şu anda, yani iş iyice karmaşık
hale geldikten, aranan şartlar üstüste yığıldıktan
ve serbest tercih alanı iyiden iyiye daraldıktan sonra
akılları başlarına gelir gibi olduğunda
şöyle diyorlar:
"İşte şimdi hakkı ile
anlattın"
"İşte şimdi" imiş. Sanki o ana
kadar kendilerine anlatılanlar hakk, gerçek değilmiş.
Ya da o ana kadar anlatılanların gerçek olduğunun
farkına varamamışlardı da akılları
şimdi başlarına gelmiş!
"Sonunda tanımlanan sığırı
kestiler. Az kalsın bunu yapmayacaklardı."
İşte o zaman, yani kendilerine verilen emri
uygulayıp yükümlülüklerin gereğini yerine
getirdikten sonra, yüce Allah sözkonusu emrin ve yükümlülüğün
amacını kendilerine açıklıyor:
"Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu
birbirinize atmaya kalkıştınız. Oysa Allah
gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.
Bu amaçla `Kesilen ineğin bir parçasını
öldürülen adamın cesedine değdirin' dedik.
İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz
diye size ayetlerini gösterir."
Burada kıssanın ikinci yönüne, yani yüce Allah'ın
kudretini, tekrar diriliş realitesini, ölüm ile hayatın
mahiyetini kanıtlayan kısmına geliyoruz.
Kıssanın bu bölümünde hitap üçüncü
şahıstan ikinci şahısa yöneltiliyor.
Yüce Allah burada sığır kesmenin hikmetini
Hz. Musa'nın kavmine açıklıyor. Onlar
aralarından birini öldürmüşlerdi. Herkes bu
cinayetten kendini uzak tutarak suçu bir başkasına
atıyordu. Ortada bir şahit yoktu. Bu yüzden yüce
Allah gerçeği doğrudan doğruya öldürülen adamın
dilinden açıklamayı murad etti.
Sığırın kesilmesi bu adamın
diriltilmesine vesile kılınmıştı.
Kesilen hayvanın bir parçası cesede değdirilince
adam yeniden canlanıverdi. Böylece kendisini kimin
öldürdüğünü haber verme, öldürülüş
olayının etrafını saran kuşku
bulutlarını dağıtarak en güvenilir kanıtla
gerçeği açığa çıkarma fırsatı
doğmuştu.
Acaba böyle bir vesileye niçin gerek duyulmuştu?
Çünkü yüce Allah vesilesiz olarak da ölüyü
diriltebilirdi. Sonra kesilmiş inekle yeniden diriltilen
ölü arasında ne gibi bir ilişki vardı?
Sığır eski yahudiler arasında da adet
olduğu üzere kurban olarak kesiliyor ve bu kurbanın
bir parçası aracılığı ile ölen adamın
cesedine yeniden can geliyor.
Aslında kesilen hayvanın vücudundan alınan
parçada ne hayat var ve ne de yeniden canlandırma gücü.
O sadece yüce Allah'ın gücünü o adamlara gösteren
zahiri bir vesileden ibarettir. O Allah'ın gücü ki,
insanlar onun nasıl işlediği hakkında hiçbir
bilgiye sahip değildirler., Onlar bu gücün etkilerini ve
sonuçlarını görüyorlar, fakat ne mahiyetini ve ne
de nasıl işlediğini kavrayamıyorlar.
"İşte Allah böylece ölüleri diriltir"
Yani, burada bizzat gördüğümüz fakat nasıl
olduğunu bilemediğiniz bu diriltmede olduğu gibi
yüce Allah hiçbir zorluk ve sıkıntı çekmeden
ölüleri diriltiverir.
Ölümün tabiatı ile hayatın tabiatı
arasında insanların başlarını döndürecek
derecede korkunç bir mesafe var. Fakat ilahi kudretin yanında
böyle "uzaklık" gibi kavramlara yer yoktur.
Nasıl olur? Bunu hiç kimse anlayamaz; hiç kimsenin bunu
kavraması mümkün değil. Bu
şaşırtıcı realitenin özünü ve
biçimini kavramak ilâhi sırlardan biridir ve bu
niteliği ile biz faniler aleminde buna imkan yoktur.
İnsan aklı sadece bu sırrın
kanıtladığı realiteleri kavrayabilir ve
ordan ders alabilir.
"O, size düşünesiniz diye ayetlerini
gösterir."
Şimdi de bu kıssanın sergilediği edebî
güzelliğe ve daha önceki ayetler ile arasında
bulunan uyuma sözü getirelim.
Hikâyemiz kısacıktır. Onun baş
tarafını okurken kendimizi bir meçhulün, bir
bilinmeyenin karşısında buluyor arkasından
ne geleceğini bilmiyoruz. Yani kıssanın baş
tarafını okurken, yüce Allah'ın yahudilere niçin
bir sığır kesmelerini emrettiğini
anlayamıyoruz. Nitekim yahudiler de işin
başında bu emrin sebebini bilmiyorlardı. Yüce
Allah böylelikle onların itaat, söz dinleme ve
teslimiyetlerinin derecesini ölçmüş oluyordu.
Sonra kıssanın akışı içinde Hz.
Musa (selâm üzerine olsun) ile kavmi arasında ardarda
karşılıklı konuşmalar oluyor. Fakat bu
arada Hz. Musa ile Rabbi arasında neler cereyan
ettiğini belirtmek üzere bu karşılıklı
konuşmalara ara verildiğini görmüyoruz. Oysa bu konuşmaların
her defasında yahudiler, Hz. Musa'dan, Rabbine bir soru
sormasını istiyorlar. O da istenen soruyu gerçekten
soruyor ve aldığı cevabı onlara iletiyordu.
Fakat kıssanın akışı içinde
"Musa, Rabbine sordu" ve "Rabbi, Musa'ya cevap
verdi" şeklindeki ifadelere rastlanmıyor.
Doğaldır ki, Allah'ın yüceliğine
yakışan bu sükut, bu lâfa karışmama ve
karıştırılmama üslubudur. Bu üslubun
yahudilerce benimsenen bir inatçı polemik üslubu ile aynı
paralelde olması, tabii ki, söz konusu olamazdı!
Kıssanın sonu bir sürprizle, beklenmeyen bir
olayla noktalanıyor. Nitekim yahudiler de böyle bir gelişme
beklemedikleri için sürprizle karşılamışlardı.
Bu sürpriz gelişme, boğazlanan bir
sığırın vücudundan koparılmış
bir parçanın, başka bir deyimle ne canlı olan ve
ne de hayat unsuru içeren bir vücud parçasının
basit bir dokunuşuyla ölmüş bir cesedin dirilmesi ve
konuşmaya başlamasıdır!
İşte bu özellikleri dikkate alınca
Kur'an'ın ilginç kıssalarından birini
oluşturan bu kısacık kıssada edebi ifadenin
güzelliği ile konunun anlatım hikmetinin
buluştuğunu görürüz.
Gerek yahudilerin kalplerinde hassasiyet, ürperti ve korku
uyandırması gereken bu son kıssanın tasvir
ettiği canlı manzaranın arkasından ve
gerekse daha önce gözler önüne serilen canlı
tabloların, olayların, ibretlerin ve derslerin
arkasından bütün beklentilere ve öngörülere ters bir
sonuçla karşı karşıya geliyoruz: