Hz. Musa, yahudilerin bu isteğini tuhaf
karşılayarak şöyle demişti:.
"Hayırlı olanı daha değersizi ile mi
değiştirmek istiyorsunuz?"
Yani, yüce Allah sizin için üstün olanı murad
ettiği halde siz daha değersiz olanı mı
istiyorsunuz? Hz. Musa devam ediyor:
"Öyleyse şehre inin, orada istediğiniz
var."
Ayetin bu kısmı iki türlü yorumlanabilir. Ya
"Sizin istediğiniz şey basit ve önemsizdir. Onun
için dua etmeye değmez. Bunlar herhangi bir kasabada ya da
şehirde bol bol bulunabilir. O halde herhangi bir
şehre ya da kasabaya inin, bu istediklerinizi orada
bulursunuz," demektir. Ya da "Alışageldiğiniz
basit, alçak ve haysiyetten yoksun eski hayatınıza dönün.
O hayat düzeni içinde mercimek, sarımsak, soğan,
kabak ve benzeri sebzeler bulursunuz. Allah'ın sizi
temsilci olarak seçtiği yüce davaları
bırakın" demektir ki, bu takdirde Hz. Musa
yahudileri azarlamış ve kınamış oluyor.
Ben, bazı tefsir bilginleri tarafından uzak bir
ihtimal sayılan bu ikinci yorumu tercih ediyorum. Bu
tercihimin sebebi, bu ayetin devamında şöyle
buyurulmuş olmasıdır:
"Bunlara alçaklık ve yoksulluk damgası
vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar."
Çünkü yahudilerin alçaklık ve yoksullukla
damgalanmaları ve Allah'ın -c.c. gazabına çarpılmaları,
tarihlerinin bu döneminde değil, ayetin şimdi
okuyacağımız son bölümünde sözü edilen
olaylar meydana geldikten sonra gerçekleşmişti.
"Öyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr
ediyorlar ve peygamberlerini haksız yere öldürüyorlardı.
İsyana daldıkları, sınırı
aştıkları için bu cezaya çarpıldılar."
Yahudiler burada anlatılan duruma Hz. Musa döneminden
birkaç kuşak sonra düştüler. Buna rağmen
ayetin bir önceki bölümünde zamanından önce olarak
"alçaklık ve yoksulluk damgası ile ilâhı
gazaba çarpılmak"tan sözedilmesi mercimek, sarımsak,
soğan, kabak gibi sebzeler istemekle sergilemiş
oldukları tutuma böyle bir hatırlatmanın uygun düşmesidir.
Buna göre Hz. Musa'nın "Şehre inin"
şeklindeki sözünün kendilerine Mısır'daki kölelik
hayatlarını ve bu hayattan
kurtuluşlarını, sonra da bu kölelik ve horlanma
diyarında yemeye alıştıkları
şeyleri canlarının çekmesinin basitliğini
hatırlatıcı bir işlev taşımakta ve
bu işleve pek uygun bir ifade olmaktadır.
Yahudilerin tarihinde rastlanan
vicdansızlıkların, kalpsizliklerin, nankörlüklerin,
saldırganlıkların,
acımasızlıkların ve doğru yol
rehberlerine dönük düşmanlıkların bir
benzerine hiçbir milletin tarihinde rastlanmaz. Bunlar çok sayıda
peygamberlerini ya öldürmüşler, ya
boğazlamışlar ya da testere ile biçmişlerdir.
Bunlar ihlâslı hakikat rehberlerine karşı
işlenmiş en çirkin cinayetlerdir. Yahudiler küfrün
en çirkinini yapmışlar, en kahpece
saldırıları gerçekleştirmişler ve en
iğrenç isyanlar işlemişlerdir. Bütün bu
alanlarda onlar, başka bir benzeri olmayan alçaklıkların
failleri olarak karşımıza çıkarlar.
Bütün bunlara rağmen her dönemde
şaşırtıcı ve değişmez
iddialarla ortaya çıktıkları görülür. Tarihin
her döneminde sırf kendilerinin doğru yolda
olduklarını, sadece kendilerinin Allah'ın seçkin
halkı olduğunu, sırf kendilerinin Allah
katında ödüllendirileceklerini, yüce Allah'ın
faziletinin ortaksız olarak sadece kendilerine özgü bir
imtiyaz olduğunu ısrarla ileri süregelmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim, burada yahudilerin bu
klişeleşmiş iddialarını yalanlamakta ve
genel kurallarından birini belirlemektedir. Zaten
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan kıssaların ya
girişinde, ya ortasında ya da bitiminde böyle sık
sık genel bir kuralın ifade edildiği görülür.
Bu genel kural, insanın yüce Allah'a -c.c- teslim oluşunu
ve salih ameller işlemeye kaynaklık edecek
şekilde O'na iman etmeyi sağlayan bütün inanç
sistemlerinin özde bir oldukları ilkesidir. Bu ilkeye göre,
yüce Allah'ın fazileti hiçbir dar görüşlü
taassubun sınırları arasında hapsedilemez, o
bütün zamanlarda ve dönemlerde yaşayan müminlerin ortak
imtiyazıdır. Her mümin topluluk kendi dinine bağlı
kalmanın sonucu olarak bu ilâhi imtiyazdan pay alır.
Bu kural, bir sonraki peygamberlik döneminin başlangıç
tarihine kadar geçerlidir. Yeni bir peygamberlik dönemi başlayınca
bütün inanmışların bu peygambere
bağlanmaları gerekir.