O

 

O

 

 

55- Hani "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana kesinlikle iman etmeyiz" dediniz de hemen arkasından bakıp dururken sizi yıldırım çarptı

56- Sonra şükredesiniz diye sizi öldükten sonra yeniden dirilttik.

57 Üstünüze buluttan gölgelik çektik, size kudret helvası ile bıldırcın kuşu indirerek, "Bağışladığımız helâl yiyeceklerden istediğinizi yiyin" dedik. Ama onlar bize değil, kendilerine zulmediyorlardı.

Onlar sadece duyularıyla algıladıkları şeylere inanırlar. Bunun dışındaki gerçeklerle karşılaştıklarında yapacakları şey kaba bir inat, küstahlık ve bozgunculuktur.

Birçok olağanüstülükler ilâhi nimetler, af ve bağışlama... Bütün bunlar, sadece duyu organlarının algıladıklarına inanan, buna rağmen tartışma ve mızıkçılığı hiç elden bırakmayan ve ancak azaba ve musibete çarpılınca gerçeğe boyun eğen bu katı tabiatı değiştiremiyor. Bu durum, Firavun'un baskıcı yönetimi altında uğradıkları yozlaşmanın, yahudilerin fıtri yapılarını derinden bozduğunu, yıkıma uğrattığını düşündürüyor. Uzun süreli bir baskının, bir zorbalığın insanda meydana getirdiği yozlaşmadan daha büyük bir bozulma, daha büyük bir yıkım düşünülemez. Böyle bir yozlaşma insan vicdanında yeşeren bütün erdemleri mahveder, bu erdemlerin dayanaklarını yıkarak yerlerine bildiğimiz kölelik ruhunun tohumlarını eker. Kölelik ruhunun tipik özelliği: Cellât kamçısı altında boyun eğmek, sırtından kamçı kalkar-kalkmaz başkaldırmak, biraz nimet ve güç bulunca anında şımarmaktır. .İşte yahudi vaktiyle böyleydi; o her zaman böyledir; böyle olmaya da mahkumdur.

Ve böyle oldukları için küstahça davranıyorlar, işi inada döküyorlar...

"Hani "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana kesinlikle iman etmeyiz" dediniz:'

Yüce Allah -c.c- da onları, sözünü ettiğimiz sözleşme münasebeti ile dağın üzerinde bulundukları sırada bu küstahlıklarının hakkettiği cezaya çarptırmıştı:

"Hemen arkasından bakıp dururken sizi yıldırım çarpıverdi:"'

Fakat yüce Allah'ın rahmeti bir kere daha kendilerine yetişiyor ve olup bitenlerden ibret alıp Allah'a şükretsinler diye yeniden hayata kavuşturuluyorlar. Yüce Allah burada bu nimete nasıl karşılık vermeleri gerektiğini hatırlatıyor:

"Arkasından şükredesiniz diye sizi öldükten sonra yeniden dirilttik."

Allah (c.c) onları kupkuru çölde nasıl koruduğunu da hatırlatıyor. Orada onlara hiçbir emek vermelerine ve hiçbir çaba harcamalarına gerek bırakmaksızın tatlı yiyecekler bağışlamış ve lütufkâr tedbiri ile kendilerini çölün kavurucu ikliminden ve güneşin yakıcı sıcağından korumuştu:

Üstünüze buluttan gölgelik çektik, size kudret helvası ile bıldırcın kuşu indirerek, "bağışladığımız helâl yiyeceklerden istediğinizi yiyin" dedik. Ama onlar bize değil, kendilerine zulmediyorlardı."

Rivayetlere göre yüce Allah onları çölün kavurucu sıcağından koruyan gölgelik bulutlar göndermişti. Yağmurdan ve buluttan yoksun çöl; ateş fışkırtan ve yalaz saçan bir cehennemdir. Fakat yağmur ve bulut sayesinde vücutlara ve ruhlara ferahlık bağışlayan huzurlu ve elverişli bir hayat ortamına dönüşür. Yine rivayetlerin bildirdiğine göre yüce Allah onlara bu çöl ortasında ağaçların üzerinde bulabildikleri, bal gibi tatlı "kudret helvası" ile kolayca yakalayabildikleri bol miktarda "bıldırcın kuşu" bağışlamış, böylece hem uygun yiyeceklere ve hem de huzurlu bir yaşam ortamına kavuşmuşlar, sözünü ettiğimiz bu yiyecekler de kendilerine helâl kılınmıştı.

Acaba onlar bütün bu nimetler karşısında Allah'a şükredip doğru yola geldiler mi? Ne yazık ki hayır!.. Ayetin son cümleciği onların nankörce davrandıklarını ve hakkı inkâr ettiklerini belirtiyor. Sonunda bu nankörlüklerinin akıbeti kendi aleyhlerine tecelli ediyor ve onlar sadece kendilerine zulmetmiş oluyorlar.

"Ama onlar bize değil, kendilerine zulmediyorlardı."

Bu ayetlerin devamında yahudilerin çeşitli sapıklıkları, isyanları ve inkârcılıkları yüzlerine vurulmaya devam ediliyor:

 

 

O

 

O