"Nefislerinizi öldürün". Yani içinizdeki
itaatkârlar, asileri öldürsün. Bunu yapan, hem asiyi ve hem
de kendini arındırmış olur. Bu
ağır kefaret ile ilgili rivayetler, olayı böyle
anlatır. Gerçekten ağır ve uygulaması son
derece zor bir yükümlülük. Kardeşin kardeşi
öldürmesi... İnsanın gönüllü olarak kendi kendini
öldürmesi gibi birşey. Fakat bu kefaret biçimi her
türlü kötülüğe balıklama dalan, hiçbir yasaktan
kaçınmayan sözkonusu sefil ve perişan karakter için
gerekli bir uslandırma, yola getirme metodu oluyor.
Eğer onlar yasaktan kaçınsalardı, peygamberleri
gözlerden kaybolunca buzağıya tapmazlardı. Madem
ki, sözle kötülükten el çekmiyorlardı, zor
kullanılarak kötülükten alıkonsunlar,
uslanmalarını sağlayarak bu yolla kendilerine
yararlı olacak sözkonusu ağır fidyeyi
ödesinlerdi.
İşte o anda, yani isyanlarından
arınmalarından sonra, yüce Allah'ın rahmeti
kendilerine yetişiyor:
"Allah da tevbenizi kabul etti. Hiç kuşkusuz O,
tevbeleri kabul edendir ve merhametlidir."
Fakat yahudi aynı yahudidir. Katı kalpliliği,
maddeci zihniyeti ve gayb sızmalarına kapalı his
dünyası bakımından her dönemin yahudisi aynıdır.
İşte şimdi de bu yahudi yüce Allah'ı açıkça
görmek istediğini söylüyor.
Bu isteği ileri sürenler onlar arasından seçilmiş
yetmiş kişidir. Hz. Musa (selâm üzerine olsun) onları
Rabbi ile sözleşme yapmak üzere yanında götürmek
için seçmişti ki, bu kıssa daha önceki Mekkî
surelerde ayrıntılı biçimde anlatılmıştı.
Bunlar yüce Allah'ı açıkça görmedikçe Hz. Musa'ya
iman etmeyi reddediyorlardı. Kur'an-ı Kerim,
yahudilere, vaktiyle atalarının yaptığı
o küstahlığı, o nankörlüğü hatırlatırken,
peygamberimizden olağanüstülükler göstermesini istemek
ve müminleri de bu tür isteklerde bulunmaya kışkırtmakla
o eski küstahlığa benzer bir küstahlığa düştüklerini
ortaya koymayı amaçlıyor: