O |
|
O |
|
31- Allah, Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra bütün
nesneleri meleklere göstererek, "Haydi, eğer
davanızda haklı iseniz, bunların isimlerini bana
söyleyin " dedi.
32- Melekler "Ya Rabbi, sen yücesin, bizim senin bize
öğrettiklerin dışında hiçbir bilgimiz
yoktur, hiç şüphesiz sen herşeyi bilirsin ve her
yaptığın yerindedir" dediler.
33- Allah, Adem'e "Ey Adem, bunlara o nesnelerin
adlarını bildir" dedi. Adem, meleklere bütün
nesnelerin isimlerini bildirince Allah, onlara "Ben size, `göklerin
ve yerin bütün gizliliklerini, ayrıca sizin bütün açığa
vurduklarınız ve içinizde sakladıklarınızı
bilirim' dememiş miydim?" dedi.
Şu anda biz basiretimizin gözlerini yüce doruklardan sızan
parıltılara dikmiş, "Mele-i Alâ'da",
ruhlar aleminde meleklerin gördüklerini görüyoruz: Şu
anda biz, yüce Allah'ın insan denen bu varlığa
yeryüzü halifeliği görevini teslim ederken kendisine
sunduğu sırrın bir bölümünü görüyoruz.
Nesnelere isimler verme yolu ile onları sembolize etme gücünün
sırrını, şahısları ve nesneleri
isimlendirme yeteneğinin sırrını... O
isimler ki, dille ifade edilen birtakım kelimeleri
şahısların ve somut nesnelerin sembolleri,
simgeleri haline getiriyor.
Bu işlem, insanın yeryüzündeki hayatı açısından
çok önemli bir güçtür. Bu gücün olağanüstü
önemini kavrayabilmek için, insanın nesnelere isim takma
yeteneğinden yoksun
bırakıldığını varsayalım:
İnsanlar, herhangi bir nesne hakkında aralarında
anlaşma sağlayabilmek için, mutlaka o nesnenin karşılarında
bulunması gerekecek. Bunun sonucunda
karşılaşılacak büyük güçlüklerin, anlaşma
ve ortak yaşamı ne kadar
zorlaştıracağını düşünmek bile
ürküntü veriyor insana. Mesela, iki insan bir hurma ağacı
hakkında konuşmak istediklerinde bu
anlaşmayı sağlamanın tek yolu o hurma
ağacını yanlarına getirmek ya da onun
yanına gitmek olurdu. Ya da sözkonusu olan şey bir
dağ ise bu konuda birbiriyle konuşmak isteyenlerin o
dağın yanına gitmekten başka çaresi kalmazdı.
Yahut, bir insan hakkında ortak anlayışa
varabilmek için o insanı diyalog yerine getirtmekten
başka bir yol kalmazdı onlar için. Bu durum ise hayatı
yaşanmaz kılacak korkunç bir zorluk oluştururdu.
Başka bir deyimle eğer Allah insan denen bu
varlığa nesneleri isimlerle sembolize etme
yeteneğini bağışlamamış
olsaydı, yeryüzündeki hayat gelişemez, son derece
ilkel düzeyde kalırdı.
Meleklere gelince onların böyle bir yeteneğe
ihtiyaçları yoktu. Çünkü görevleri, böyle bir yeteneği
gerektirmiyordu. Bu yüzden de onlara böyle bir güç verilmemişti.
Yüce Allah bu sırrı Hz. Adem'e öğrettikten
sonra meleklerin karşısına bir takım
nesneleri getirince onlar bu nesnelerin isimlerini bilemediler.
Nesnelere ve şahıslara sözlü semboller takma işlemini
nasıl yapacaklarını öğrenmemişlerdi
çünkü. Bu yetersizlikleri ortaya çıkınca yüce
Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih ederek ve
yalnız Allah'ın bildirdiğinden ibaret olan
bilgilerinin sınırlı olduğunu ikrar ederek
acizliklerini açıkça itiraf ettiler. Oysa Hz. Adem
önüne gelen nesnelerin isimlerini söyleyebildi. Bunun hemen
arkasından melekleri, yüce Allah'ın her şeyi iyi
bildiğini ve her yaptığının yerinde
olduğunu iyice kavramaya çağıran şu ilâhî
cevapla karşılaşıyoruz:
"Allah meleklere "Ben size dememiş miydim ki, ben
göklerin ve yerin bütün gizliliklerini, ayrıca sizin bütün
açığa vurduklarınız ile içinizde sakladıklarınızı
bilirim" dedi."
|
|
O |
|
O |
|