Demek ki, Allah'ın yüce iradesi şu yeryüzünün
dizginlerini kâinatın bu yeni varlığına
teslim etmek, burayı onun eline vermek istiyor. Yani yüce
Allah yaratıp, düzene koyduğu şu yeryüzüne
kendi temsilcisi sıfatıyla gönderdiği insana;
buradaki varlıklardan yararlanma, onların
özelliklerini tanıyıp araştırma,
onları değiştirme, gizli olan yönlerini bulup
açığa çıkarma, çeşitli yeraltı
kaynaklarını bulup günsüzüne çıkarma ve bütün
bunları yaparken de Allah'ın halifeliği gibi son
derece ağır bir görevi yerine getirirken
yeryüzünün bütün imkânlarını onun hizmetine
sunma kararındadır.
Yine demek ki yüce Allah kendi dileğini gerçekleştirme
görevi verdiği ve "insan" ünvanına
layık gördüğü bu yeni varlığı,
yaşamı boyunca karşı karşıya
geleceği yeryüzünün çeşitli güç kaynaklarına
(enerji, hammadde-doğa kanunları vs.) denk gelecek,
onlarla baş edebilecek derecede gizli güçlerle donatmıştır.
Buna göre, yeryüzüne ve evrenin tümüne hükmeden temel
kanunlarla, bu yeni varlığa, onun çeşitli güç
kaynakları ve enerjilerine hükmeden temel kanunlar arasında
sıkı bir uyum, ahenkli bir birlik vardır. Böyle
olduğundan dolayıdır ki, bu iki kanun
arasında, herhangi bir çatışma olmamakta ve
insan enerjisi şu koca kâinat kayasına çarpıp
paramparça olmaktan kurtulmaktadır.
O halde şu uçsuz-bucaksız yeryüzündeki varlık
düzeni içinde sözünü ettiğimiz insanın mevkii,
rolü son derece önemlidir ve bu onurlu statüyü onun için,
kerem sahibi olan yaratıcısı dilemiş, uygun
görmüştür.
Yüce Allah'ın "Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım" ilahî buyruğunu, yeryüzünde
halife olarak bulunan insanoğlunun bugün gerçekleştirdiği
büyük işlerin ışığında gören
bir göz ve idrak eden bir kalple değerlendirdiğimiz
zaman bütün bunların ilahî iradenin sadece bir kısmı
olduğunu görebiliriz.
30/b- Melekler "Ya Rabbi sen yeryüzünde kargaşalık
çıkaracak, kantar dökecek birini mi yaratacaksın?
Oysa biz seni överek tesbih ediyor, takdis ediyoruz"
dediler.
Meleklerin bu sözleri bize şunları düşündürüyor.
Melekler ya sezgilerine ya yeryüzünde yaşanmış
eski tecrübelere veya basiretlerinin sağladığı
ilhama dayanarak "insan" adı verilen bu yeni
varlığın yaratılışı veya yeryüzünde
geçireceği hayat hakkında bazı bilgi
kırıntılarına sahiptiler ve bu bilgi
kırıntılarına dayanarak insanoğlunun
yeryüzünde kargaşa çıkaracağını ve
kan dökeceğini öngörüyor, ya da bekliyorlardı.
Bunun yanında onların, salt iyilikten ve yaygın
barıştan başka hiçbir şey düşünmeyen
masum meleklik yapılarının normal bir gereği
olarak, Allah'ı överek tesbih etmeyi; O'nu her türlü
noksanlıklardan tenzih etmeyi varlıkların tek
gayesi, yaratılışın biricik gerekçesi saydıkları
ve bu amacı da kendi varlıkları ile gerçekleşmiş
gördükleri anlaşılıyor. Öyle ya onlar, Allah'ı
överek-kendisine hamdediyor, O'nu her türlü noksanlıktan
tenzih ediyor, hep O'na ibadet ediyor, bu ibadetten bir an bile
geri durmuyorlardı.
Fakat melekler, yüce Allah'ın yeryüzündeki bu
halifesi eli ile dünyayı inşa ve imar etme, oradaki
hayatı geliştirip çeşitlendirme dileğinin
hikmetinden habersizdiler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktu.
Kimi zaman kargaşa çıkaracak ve kimi zaman da kan dökecek
olan insan, görünürdeki bu kısmi kötülüklerin yanında
onlardan daha büyük ve geniş kapsamlı iyilikler
yapacaktı. Sürekli gelişme, kesintisiz ilerleme,
yapıcı sonuçlara ulaştıran
yıkıcı hareket, ısrarlı girişim,
aralıksız araştırmacılık, bu dünyayı
azimle değiştirme ve daha iyi düzeye çıkarma
çabası onun eli ile gerçekleşecek iyiliklerdi.