O |
|
O |
|
286/a- Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük
yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi
yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır.
"...Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük
yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi
yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır."
Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak olursak
bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş
olduğun gibi bize de ağır yük yükleme. Ey
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma,
bizi affet, günahlarımızı bağışla,
bize merhamet eyle, sen mevlamızsın bizim. Kâfirlere
karşı yardım et bize.
Böylece müslüman, yeryüzündeki hilafetinde,
yüklendiği sorumluluklarda, hilafet esnasında
karşılaştığı imtihanlarda ve sonuçta
amelinin karşılığı olarak
aldığı mükafatta Rabbinin rahmetini ve adaletini
düşünür. Bütün bunlarda Rabbinin rahmetine ve
adaletine güvenir. Bu yüzden, yükümlülüklerinden bıkmaz,
bunların karşısında göğsü daralmaz ve
bunları ağır kabul etmez. Çünkü O, bunları
yükleyen Allah'ın kendi gücünü çok iyi bildiğine
inanır. Şayet gücü yetmeseydi bu sorumlulukları
yüklemezdi. Bu düşüncenin bir diğer özelliği
de kalplere akıttığı huzur, güven ve yakınlığa
ilaveten müminde yükümlülükleri yerine getirme azmini
harekete geçirmesidir. O, bilir ki, bunlar gücü dahilindedir.
Şayet böyle olmamış olsaydı Allah böyle
takdir etmezdi. Bir defa zayıflık gösterdiyse ya da
yorulduysa veyahut sorumluluk ağır geldiyse bunun
kendi zaafından kaynaklandığını kavrar,
yoksa sorumluluğunun ağırlığından
değil. Böylece azmi tekrar harekete geçer, zaafını
giderir, sorumluluğunu yerine getirmeye yeniden karar verir.
Tabii ki gücü oranında. Bu, uzun yol boyunca zaaf
baş gösterdikçe gayretini harekete geçirmek için son
derece üstün etkileri bulunan bir duygudur. Bu bilinç yüce
Allah'ın kendisine yüklediği herşeydeki
iradesinin hakikati hakkındaki düşüncesini arttırdığı
gibi mümin ruhu, himmeti ve iradesi için de bir eğitimdir.
Sonra, bu düşüncenin ikinci kısmı gelmektedir.
"...Herkesin kazandığı iyilik kendi
yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır."
Sorumluluk bireyseldir. Dolayısıyla hiçbir nefis
kazandığından başkasını alamaz,
işlediğinden başkasını da
taşımaz. Sorumluluk bireyseldir; ve her insan özel
hayatıyla, lehinde ya da aleyhinde içinde kaydedilenlerle
birlikte Rabbine dönecektir. Orada hiç kimseye hile yapılmayacağı
gibi kimseden yardım da beklenmez. Bütün insanların
fert fert Rabblerine dönecek olması -kalp yakınen
inanırsa tüm fertlerin birlikte, O'nun kullarından hiçbiri
için Allah'ın hakkından feragat etmemelerini, her
zorbalık, azgınlık, sapıklık ve
bozgunculuk karşısında Allah'ın
hakkını savunmaları için durmalarını
gerektirir. O, kendi nefsinden ve Allah'ın hakkından
sorumludur -Allah'ın hakkı, tüm emrettikleri,
nehyettikleri konusunda itaat etmek; inanç ve hayat tarzı
olarak yalnızca O'na kulluk yapmaktır- zorbalık,
sapıklık, zulüm ve azgınlık altında
-kalbi iman ile mutmain olduğu haldeki zorlama müstesna-
herhangi bir kul için Allah'ın bu hakkından vazgeçerse
Kıyamet günü bu kullardan hiçbiri onu savunamaz ve
şefaat edemez. Bu kullardan hiçbiri onun günahını
taşıyamaz ve Ahiret günü Allah'a karşı ona
yardım edemez. Bu yüzden herkes cezasını tek
başına çekeceğine göre hem kendi hukukunu hem
de Allah'ın hakkını koruma hususunda arslan
kesilir. Bu ferdi sorumluluktan -bu aşamada- korkulacak
birşey yoktur. Çünkü her ferdin Allah'ın
üzerindeki hakkı olarak toplum içinde toplumun hakkını
koruması imanının gereğidir. O, malı,
kazancı, çabası ve öğütleriyle toplumda dayanışma
içinde olmalı, toplumda hakkın gerçekleşmesi ve
batılın yok edilmesi, hayır ve iyiliğin
sağlamlaştırılması, şer ve inkârın
uzaklaştırılması için toplumla birlikte
hareket etmelidir. Tek başına Allah'la
karşılaşacağı ve cezasını göreceği
günde tüm bunlar, defterinde lehinde veya aleyhinde
hesaplanacaktır.
Sanki müminler bu gerçeği duyup
kavramışlardı... İşte bak, kalplerinden,
Kur'an ayetinin Kur'an'a özgü tasvir yöntemiyle zikrettiği
gibi titrek ve coşkulu bir dua yükselmektedir. Sanki biz,
sorumluluk ve ceza gerçeğinin duyurulmasından sonra mümin
safların tekrarladığı bir dua sahnesinin
önündeyiz.
286/b- Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak
olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere
yüklemiş olduğun gibi bize de ağır yük
yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü
taşıtma, bizi affet, günahlarımızı
bağışla, bize merhamet eyle, sen
mevlamızsın bizim. Kâfirlere karşı
yardım et bize.
MÜMİNLERİN DUASI ve SURENİN SONU
Bu dua; müminlerin Rabbleriyle olan durumlarını,
zaaf ve acizliklerini idrak etmelerini, rahmetine, affına,
medet ve yardımına olan ihtiyaçlarını,
arkalarını O'nun desteğine dayamalarını,
himayesine sığınmalarını, O'na intisap
edip O'nun dışında herkesten
soyutlanmalarını, O'nun yolunda cihada
hazırlanmalarını ve zaferi O'ndan beklemelerini
tasvir etmektedir. Bunların tümü, ahengiyle kalplerin
ürpertisini ve ruhların süzülüşünü tasvir eden
ürpertici ve tatlı bir nağme şeklinde
sunulmaktadır. "Ey
Rabbimiz, eğer unutacak ya da
yanılacak olursak bizi sorumlu tutma..."
Hata ve unutkanlık, hiçbir ard niyet olmadan beşeri
zaafların sonucu, müslümanın tasarruflarına
egemen olabilir. Bu durumda hemen Rabbine yönelir, affını
ve hoşgörüsünü talep eder. Ancak bu, hataları
övmek veya emredilen şeylerden yüz çevirmeye bir başlangıç
ya da yüce Allah'a itaat edip teslim olmaktan kaçınma
yahut kasden ve bilerek sapıklığa dalmak
anlamına gelmemelidir. Müminin Rabbiyle beraber olduğu
durumda bunlardan hiçbirinden eser bulunmaz. O'ndan af ve hoşgörü
dilerken bu duygulardan birine meyletmez. Onun tek amacı,
tevbe edip yüce Allah'a dönmek ve itaat etmektir. Bu durumda
yüce Allah, mümin kullarının duasını kabul
eder. Resulullah şöyle buyuruyor: "Hata, unutmak ve
zorda yaptırılan şeyden ötürü ümmetimden
sorumluluk kaldırılmıştır."
(Taberani ve başkaları rivayet etmiştir.)
"...Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş
olduğun gibi bize de ağır yük yükleme..."
Bu dua, bütün Risalet mirasına varis müslüman
ümmetten yükselmekte, bu Kur'an da yüce Rabblerinin öğrettiği
gibi önceki Risaletlerin muhatabı olan ümmetlerin hayat
tarzını ve içlerinde bulunan bazı kimseler yüzünden
yüce Allah'ın onlara yüklediği ağır yükleri
bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi
İsrailoğulları'na, amellerinden dolayı
bazı şeyler haram kılınmıştı:
"Yahudilere bütün tırnaklı olanları
haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını
da haram kıldık. Bunların sırtlarına
veya bağırsaklarına yapışan ya da
kemiğe karışanı müstesna." (En'am
Suresi, 146) Bu surenin başında
değinildiği gibi buzağıya
tapınmalarının keffareti olarak kendilerini
öldürmeleri emredilmiş ve "cumartesi" günü
ticaret veya avlanmaları yasaklanmıştı. Böylece
müminler, kendilerinden öncekilere Allah'ın yüklediği
ağırlıkları yüklememesi için Rabblerine
dua etmektedirler. Kuşkusuz yüce Allah, ümmi
peygamberini, müminlerden ve bütün insanlardan "ağırlıklarını
ve üzerlerindeki zincirleri" (A'raf Suresi, 157) kaldırmak
için göndermiştir. Kuşkusuz bu, hoşgörülü,
kolay ve yumuşak din, fıtrattan kaynaklanıp onun
çizgisini takip etmek için gelmiştir. Bu yüzden "Sana
kolayına geleni kolaylaştırırız."
(A'la Suresi, 7) şeklinde bir seslenişte
bulunulmuştur peygambere.
Yüce Allah'ın müslüman ümmetin omuzlarından
kaldırdığı ve kendisinden önceki
ümmetlerin boynuna yüklediği, böylece hilafet ahdini
bozup hadlerini aşmalarına neden olan en
ağır yük, beşeriyete kulluktur. Kulun kula kanun
koyması ve kulun şahsına, sınıfına
veya ırkına boyun eğmesi şeklinde
somutlaşan kulun kula kulluğudur. Yüce Allah'ın
mümin kullarını yalnızca kendisine kulluk
etmeye, yalnızca kendisine itaat etmeye ve hayatın düzeni
konusunda sadece ve sadece kendisine başvurmaya yönelterek
kurtardığı en büyük yük budur. Böylece
müslümanlar, yalnız ve yalnız Allah'a kul olmakla,
ruhlarını, akıllarını ve
hayatlarını kula kulluktan
kurtarmışlardır.
Kuşkusuz, hüküm, kanun, değer ve ölçüleri sırf
O'ndan almak şeklinde somutlaşan tek başına
Allah'a kulluk, beşeriyetin serbestlik ve özgürlük
noktasıdır... Zorbaların, tağutların,
mabed bekçilerinin, kâhinlerin, evham ve hurafelerin, örf ve
adetlerin, heva ve şehvetin, kısaca
insanlığın boynunu büken ve alınlarını
bir ve güçlü olan Allah'tan başkasının
önünde eğen ağırlıkların temsil
ettiği tüm sahte otoritelerden kurtuluş ve
özgürlük bildirisidir.
Müminlerin şu duası, "...Bizden
öncekilere yüklemiş olduğun gibi bize de
ağır yük yükleme..." Bu onların kula
kulluk etme zilletinden kurtulup özgür olma nimetinin
bilincinde olduklarım gösterdiği gibi o iğrenç
duruma dönmekten korktuklarını göstermektedir.
"...Ey Rabbimiz,
bize gücümüzün yetmeyeceği yükü taşıtma."
Bu, kayıtsız şartsız teslimiyetin ruhuna
uygun bir duadır. Çünkü ne olursa olsun müminler Allah'ın
yüklediği birşeyden kaçınmayı düşünmezler.
Ancak sa dece O'na
yönelerek, zayıflıklarına
acımasını ve güçlerinin yetmeyeceği
sorumluluğu yüklememesini böylece, acizlik gösterip
kusur işlememeleri için O'na yalvarırlar. Yoksa
kayıtsız şartsız itaat ve kesin
teslimiyettir niyetleri. Bu, büyük merhametten küçük bir
beklentidir. Zayıf olan kulun, herşeyin maliki ve
mutlak egemenlik sahibi Allah'ın hoşgörüsüne ümit
bağlamasıdır. Yüce Allah'ın kullarıyla
ilişkisine hakim; ikram, iyilik, sevgi ve kolaylık
atmosferine uygun bir istektir.
Sonra etkisini Allah'ın fazlı, affı ve
bağışlamasından başka birşeyin
gideremediği zayıflığı kabullenme ve
kusuru hissetme duygusu yeralmaktadır:
"...Bizi affet, günahlarımızı
bağışla, bize merhamet eyle..."
İşte imtihanda başarıya
ulaşmanın ve Allah'ın hoşnutluğuna nail
olmanın gerçek güvencesi. Çünkü kul her ne kadar
sorumluluklarını yerine getirmeye çalışsa
da kusur işler. Ona af, merhamet ve
bağışlama ile muamele etmek de Allah'ın
merhametine yakışır.
Hz. Aişe, Resulullah'tan şöyle rivayet eder:
"Resulullah `sizden hiçbiriniz kendi ameliyle Cennet'e
giremez' buyurdu. Orada bulunanlar: `Sen de mi ya Resulullah?'
dediler. Resulullah da: `Şayet Allah beni rahmetine gark
etmese ben bile' buyurdu." (Buhari)
Müminin duygusunda sorunun özü şudur; bütün
gücüyle çalışmak, ancak her zaman eksikliğinin
bilincinde olmak, bundan sonra da Allah hakkında kesin
ümit sahibi olmak ve affını,
bağışlamasını ve hoşgörüsünü
beklemektir.
En sonunda müminler, Allah'ın dilediği hakkı
gerçekleştirmek "fitne
kalmayıncaya ve din yalnız Allah için oluncaya
kadar.." (Bakara Suresi,
193) Allah'ın dinini ve hayat metodunu yeryüzüne
yerleştirmek için Allah yolunda cihad görevini yerine
getirirlerken de arkalarını Allah'ın
desteğine dayarlar. Müminler arkalarını
Allah'ın sarsılmaz desteğine dayayıp O'nun
sancağını yükseltirler, cahiliye, çeşitli
armalar ve isimlere intisap ederken, onlar sadece Allah'a
intisap ederler.
Allah'ın dininden çıkmış kâfirlerle
savaşırken, dostlarına va'dettiği zaferini,
talep ederler. Çünkü onların yegane dostu
Allah'tır.
"...Sen mevlamızsın bizim, kâfirlere karşı
yardım et bize.."
Bu sonuç, sureyi özetlediği kadar, müminlerin
akidelerini, düşüncelerini ve Rabbleriyle olan her
zamanki hallerini de özetlemektedir.
|
|
O |
|
O |
|