|
284- Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır.
İçinizdekini açığa vursanız da gizli
tutsanız da Allah sizi onun yüzünden hesaba çeker. Sonra
dilediğini affeder ve dilediğini azaba çarptırır.
Hiç şüphesiz Allah'ın herşeye gücü yeter.
Böylece tamamen medeni hukukla ilgili bir hükmün konusunun
ardında sırf bilince yönelik bir direktif yer almakta,
hayatla ilgili yasalarla, hayatın yaratıcısı
arasında bir ilişki kurulmakta, yerin ve göklerin
hükümranına karşı duyulan korku ve umuttan
meydana gelen bu sağlam bağ sayesinde yasal düzenlemelerden
oluşan güvencelere kalbin derinliklerinde yeralan
güvencelerde eklenmektedir. Bu da İslâm
şeriatının müslüman toplum içinde
müslümanların kalplerine yerleşen en sağlam ve
en belirgin güvencesidir. İslâm, öncelikle kendisi için
şeriat vazedeceği kalpleri ve kanunlarını
uygulatacağı toplumları oluşturur. Çünkü
İslâm, her yönüyle mükemmel, ahenkli ve ilahi bir
sistemdir. Hem eğitim hem de şer'i düzendir. Hem
takva hem otoritedir. Aynı zamanda insanın
yaratıcısının insan için seçtiği
hayat metodudur.
Peki, yeryüzü kaynaklı düzenlere, kanunlara ve
metotlara ne demeli? Ömrü, bilgisi ve görüşü sınırlı,
heva ve hevesi daldan dala konup hiçbir zaman istikrar bulmayan,
iki kişinin aynı görüş, düşünce ve anlayış
üzerinde anlaştığı pek az olan insanın
bakış açısına ne demeli? Kendini yaratan,
yarattığını ve her an ve her durumda
yarattığının yararına olanı bilen
Rabbinden uzaklaşan beşeriyete ne demeli?
Kuşkusuz Allah'ın hayat için koyduğu metottan
ve düzenden uzaklaşmak beşeriyet için bir bedbahtlıktır.
Bu bedbahtlık, Batıda, zorba ve azgın kiliseden
ve onun adına konuştuğunu iddia ettiği
tanrısından, onun adına insanları düşünüp
anlamaktan alıkoymasından, yine onun adına
alınan ağır vergilerden ve bu korkunç
hükümlerden kaçış şeklinde başladı.
İnsanlar bu kâbustan kurtulmaya karar verdiklerinde
kiliseden ve onun otoritesinden de kaçtılar. Ancak bu
işi makul bir noktada durdurmadılar. Daha da ileri
giderek kilisenin tanrısından ve onun otoritesinden de
kaçtılar. Ardından, yeryüzündeki hayatlarında
Allah'ın metoduyla kendilerine öncülük eden dinin
tümünden uzaklaştılar. İşte bu bir
bedbahtlıktı, bïr felaketti... Ya bize... -kendi
kendini müslüman sanan bize- ne oluyor?.. Bize ne oluyor da,
Allah'tan, O'nun hayat metodundan, şeriatından ve
kanunundan kaçıyoruz?.. Hoşgörülü ve sağlam
dinimiz, üzerimizdeki tüm zincirleri parçalamış, bütün
ağırlıkları kaldırmış, bize
rahmet, hidayet, kolaylık ve hidayete, ilerlemeye ve
kurtuluşa götüren yolda istikamet bahşetmişken
bize ne oluyor?..
Burası, bu büyük surenin sonucudur. Kur'an'ın en
uzun suresi olması bakımından büyük kelimesinin
ifade ettiği anlamda olduğu kadar imani düşüncenin
temelleri, müslüman cemaatin niteliği, hareket yöntemi,
sorumlulukları, yeryüzündeki konumu, varlık içindeki
rolü, kendisine karşı koyan düşmanlarının
konumu, tabiatları, kendisine karşı
tutuştukları savaşta başvurdukları
taktiklerin mahiyeti bir yönden onların çıkardığı
gailelerin savuşturulması için kullanacağı
yöntemi, diğer yandan onların bedbaht akibetlerinden
korunması gibi kabarık ve geniş bir bölümünü
temsil eder. Konularıyla da büyüktür bu sure. Ayrıca
sure, insanın yeryüzündeki rolünü, tabiatını,
fıtratını, beşer tarihinde ve gerçek
hikayelerinde görüldüğü üzere düşülen hataları
ve uzun ayetlerinin sunulması sırasında
ayrıntılarıyla ele alınan daha birçok
sorunu açıklamaktadır.
Şu iki ayet, bu büyük surenin sonunu teşkil
etmektedir. Her iki ayet, surenin büyük bir kısmının
tam bir özeti olduklarından sureye yakışan, onun
konuları, atmosferi ve hedefleriyle uyum içinde bir sonuç
meydana getirmektedirler.
MÜMİNLERİN İMANI
Sure, yüce Allah'ın şu sözleriyle başlamıştı:
"Elif, lam, mim... Doğru olduğu kuşkusuz
olan bu kitap takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.
Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar
ve kendilerine verdiğimiz rızıktan
başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse
senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve Ahiretten hiç
kuş ku duymazlar.
İşte onlar Rabblerinden gelen hidayet
yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir."
Bu gerçeğe, özellikle de bütün Resullere iman gerçeğine
orada işaret edilmişti. İşte aynı konu
yüce Allah'ın şu sözüyle son bulmaktadır:
"...Peygamber kendisine rabbi tarafından indirilen
gerçeklere inandı, müminler de hepsi birlikte Allah'a,
O'nun meleklerine, O'nun kitaplarına ve O'nun
peygamberlerine inandılar. `O'nun peygamberlerinden hiçbirini
diğerlerinden ayırmayız'..." Bu,
bir kitabın iki kapağı gibi surenin
başlangıcıyla uyuşan bir sonuçtur.
Sure, müslüman ümmetin sorumluluklarının birçoğunu
ve hayatın çeşitli alanlarına ilişkin hükümleri
içermektedir. Nitekim, İsrailoğulları'nın
sorumluluk ve şeriatlarından yüz çevirmeleri de
sözkonusu edilmektedir. Surenin sonunda, sorumlulukları
yerine getirme ile onlardan kaçınma arasındaki
ayırıcı sınırı belirleyen, yüce
Allah'ın bu ümmete zorluk ve ağırlık
dilemediği gibi -yahudilerin Rabbleri hakkında iddia
ettikleri gibi- onlara ayrıcalık
tanımadığını ve başıboş
bırakmadığını açıklayan şu
Ayet-i Kerime gelmektedir."
"...Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük
yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi
yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır."
Sure İsrailoğulları'nın
kıssalarından bazılarını içermekte,
yüce Allah'ın onlara lütfundan verdiği nimetleri ve
onların bu nimetlere nankörlükle karşılık
vermelerini, ayrıca yüce Allah'ın onlara bir
kısmı öldürme cezasına varan keffaretler yüklediğini
açıklamaktadır. "Yaratıcınıza
tevbe edin ve kendinizi öldürü n."·(Bakara
Suresi, 54)· Surenin sonunda müminlerin şu mütevazi duası
yeralmaktadır:
"Ey Rabbimiz, eğer unutacak ya da yanılacak
olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere
yüklemiş olduğun gibi, bize de ağır yük
yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü
taşıtma. Bizi affet, günahlarımızı
bağışla, bize merhamet eyle..."
Surede, küfrün ve kâfirlerin kovulması için
müminlere savaş farz kılınmış, Allah
yolunda cihad ve infakla emrolunmuşlardı. Aynı
sure, sorumlu kulların, yerine getirmede yardımı
ve düşmanlarına karşı zafer dilemek için
müminlerin Rabblerine yönelişleriyle son buluyor. "...Sen
mevlamızsın bizim, kâfirlere karşı
yardım et bize." Bu, surenin ana çizgisini
özetleyen, ona işaret eden ve ona uyan bir sonuçtur.
Şu iki ayette yeralan her kelimenin, ayrı bir yeri,
değişik bir yolu ve kapsamlı bir yol göstericilik
özelliği vardır. Onların herbiri, ibarede,
arka-planda yeralan -daha büyük olan- akidenin hakikatlerini, bu
dinde imanın tabiatını, özelliklerini ve
yönlerini, müminlerin Rabbleri ile olan durumlarını,
bu kelimelerle yüce Allah'ın onlardan istediği düşüncelerini,
bunlarla farz kıldığı
sorumluluklarını, O'nun himayesine
sığınmalarını dilemesine,
teslimiyetlerini ve O'nun yardımına
dayanmalarını temsil etmek için yer almaktadırlar.
Evet... Her kelimenin olağanüstü bir şekilde yerine
getirdiği önemli bir rolü vardır. Kur'an'ın gölgesinde
yaşayan, onun ifadesindeki sırlardan az birşeyi
kavrayan ve her ayette bu sırlara muttali olan ruhlarda bile
bu rolünü olağanüstü bir şekilde oynamaktadır.
O halde bu ayetleri ayrıntılarıyla ele almaya çalışalım.
|
|