Daha önce aldıkları faiz, kendilerine
bırakılıyor, geri alınması sözkonusu
değildir. İçinde faiz vardır diye
mal-larının tümüne ya da bir kısmına da el
konulmuyor. Çünkü nass olmadan "haram kılma"
olmaz. Hüküm de yasasız olmaz. Yasa ise meydana geldikten
sonra uygulanır ve etkileri görülür. Geçmişte
olanlar ise Allah'a kalmıştır, kanunların hükmüne
değil. Böylece İslâm, hükmünü daha önce olanları
kapsamayacak şekilde koymakla, büyük ekonomik ve
toplumsal sarsıntılar meydana getirmekten
sakınmıştır. Çünkü şeriat, bu konuyu
ele almıştı.. Bunun nedeni, İslâm
şeriatının, insan hayatının
pratiğini karşılamak, yürütmek, temizlemek ve
birlikte gelişip yücelmek için konulmasıdır. Bu
arada, mümin sayılmalarını bu hükmün
inmesinden ve öğrenmelerinden itibaren kabul edip
hayatlarında uygulamalarına bağlamakta,
beraberinde kalplerinde Allah'tan korkma duygusunu harekete geçirmektedir.
Bu duyguyu İslâm şeriatının
uygulanması için bir dayanak ve yasal güvencelerin
ötesinde ruhların derinliklerinde gizli bir güvence kılmıştır.
Çünkü İslâm'ın, dış kontrole dayanan,
insan yapısı yasalarda bulunmayan, yasaların
uygulanmasını sağlayan güvenceleri vardır.
Güç sahibi Allah'ın takvasından bir bekçi vicdanlarında
yeretmedikçe dış kontrolü atlatmaktan kolay ne vardır?
Bu teşvik aşamasıydı. Hemen yanında
da korkutma aşaması yer almaktadır. Kalpleri
titreten korkutma...
"...Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü
tarafından açılmış bir savaşla
karşı karşıya olduğunuzu bilin..."
Ne korkunç?.. Allah ve Resulünün ilan ettiği
savaş... İnsanın kendisinin karşı
karşıya kaldığı savaş.. Sonu
belli, akıbeti kararlaştırılmış
korkunç bir savaş... Zayıf ve fani insan nerde,
mahvedici, silip-süpürücü, cebbar güç nerede?..
Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) son dönemlerde
nazil olmuş bu ayetlerin nüzulünden sonra Mekke'deki
valisine, şayet faiz uygulamasından vazgeçmezlerse
Al-i Mugire ile savaşmasını emretmişti.
Resulullah, Mekke'nin fethedildiği gün hutbesinde,. başta
Abbas'ın (Allah ondan razı olsun) olmak üzere
İslâm'ın ilk dönemlerinde borçluların
omuzlarında taşıdıkları tüm cahiliye
dönemi faizlerinin kaldırılmasını
emretmişti. Bu şekilde, İslâm toplumu olgunlaşıp
temelleri yerleşince, ekonomik düzeninin temellerini bulaşıcı
faiz temelinden ayırmasının zamanı
gelmişti. Resulullah bu hutbesinde şöyle diyordu:
"Cahiliyedeki tüm faiz uygulamaları şu iki
ayağımın altındadır. İlk
kaldırdığım faiz de Abbas'ınkidir."
Ancak, cahiliyede aldıkları fazlalıkları
geri vermelerini emretmemişti Resulullah.
İslami bir toplum oluştuğu zaman, Hz. Ebu
Bekir'in, "Lâilahe illallah Muhammedün Resulullah"
şehadet cümlesini söyleyip namaz kıldıkları
halde zekat vermekten kaçınanlara savaş açtığı
gibi İslâm devletinin halifesi de müslüman olduklarını
ilan etseler bile faiz düzeni temelinde ısrar edip
Allah'ın emrine karşı gelenlere savaş açmak
zorundadır. Çünkü, Allah'ın şeriatına
uymaktan yüz çevirenler ve onu pratik hayatlarında
uygulamayanlar müslüman olamazlar.
Üstelik, Allah ve Resulü tarafından ilan edilmiş
savaş, İslâm toplumunun liderinin onlara karşı
başlattığı kılıçla yapılan
savaştan daha geneldir. Bu savaş -en doğrusunu söyleyen
ulu Allah'ın dediği gibi- ekonomik ve toplumsal düzenini
faiz temeline dayandıran her topluma karşı ilan
edilmiştir. Bu savaş, helak edici, mahvedici evrensel
şekliyle ilan edilmiştir. Sinirlere ve kalplere
karşı bir savaştır. Bereket ve bolluğa
karşı bir savaştır. Mutluluk ve güvene karşı
bir savaştır. Yüce Allah'ın, hayat düzenine ve
metoduna isyan edenlerin bazısını
bazısına musallat ettiği bir savaştır.
Bu, atışma ve didişme savaşıdır.
Aldatma ve zulüm savaşıdır.
Sıkıntı ve korku savaşıdır. Son
olarak uluslar, ordular ve ülkeler arasındaki silahlı
savaştır. İğrenç faiz düzeninin sebep olduğu
mahvedici, kasıp kavurucu bir savaştır.
Uluslararası faizci para babaları dolaylı ya da
dolaysız yollardan bu savaşlara öncülük yapmaktadırlar.
Bu adamlar, tuzaklarını kurup içine şirketleri
ve sanayi kurumlarını düşürürler, ardından
halkları ve hükümetleri düşürürler. Böylece
kurbanlarının başlarına çullanıp
savaş çıkarırlar. Ya da mallarının
arkasına gizlenip hükümetleri ve ordularının gücüyle
savaş çıkarırlar veya borçlarının
faizlerini kapatmak için ağır vergiler ve yükümlülükler
koyarlar, böylece emekçiler ve üreticiler arasında
fakirlik ve kıtlık baş gösterir, bunlar da
kalplerini öldürücü propagandalara açar, sonuçta savaş
patlar. En kolayı da şayet bunların hiçbirisi
olmazsa- psikolojik savaş, ahlâkın bozulması,
şehvet pazarlarının serbest
bırakılması, beşeri varlığın
temelden çökertilmesi ve en korkunç atom savaşlarının
ulaşamayacağı yıkımı
yapmaktır.
Yüce Allah'ın faizle muamele edenlere karşı
ilan ettiği bu savaş ateşi sürekli yanmaktadır.
Yaş-kuru demeden, fabrikaların ürettiği maddi
üretimin kabarıklığını gördükçe
kazanıp ilerlediğini sanan gafil ve sapık
insanlığın hayatında ne varsa
yakmaktadır bu ateş. Oysa üretilen bu yığın
yığın mallar, temiz ve arı bir kaynaktan
meydana gelseydi tüm insanlığı mutlu etmeye
yetebilirdi. Ancak, faiz denilen bu kirli kaynaktan
doğduğu için insanlığın
boğazını sıkan bir ağırlık ve
mahveden bir felaket olmaktan öteye gitmemektedir. Beri tarafta
ise bu mel'un ağırlığın altında
mahvolan insanlığın acılarını
duymayan dünyanın faizci azınlığı
durmaktadır.
İslâm ilk müslüman cemaati çağırdığı
gibi tüm insanlığı da temiz ve pak şeriat
kaynağına çağırmakta ve günahtan, hatadan
ve iğrenç hayat metodundan tevbe etmeye davet etmektedir.
"Eğer faizciliğe tevbe ederseniz ana sermaye
sizin olur. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de
haksızlığa uğramış olursunuz."
Bu, hatadan, cahiliye hatasından dönmektir ki cahiliye
herhangi bir döneme ya da düzene bağlı değildir.
Ne zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah'ın
şeriatından ve O'nun hayat metodundan sapma sözkonusu
olduğu her durum cahiliyedir. Bu hatanın etkileri,
bireylerin duygularında, ahlâklarında ve hayata
ilişkin düşüncelerinde ortaya çıktığı
gibi toplumsal hayatta ve genel ilişkilerinde de görülür.
Bu etkiler, beşeri hayatın her alanında, ekonomik
gelişmesinde de görülür. Faizcilerin propagandasına
kananlar sadece onun ekonomik gelişme için en sağlam
esas olduğunu zannetseler de...
Sadece anamalın geri alınması ise, ne borç
verenin ne de borçlunun zulme uğramadığı
adil bir uygulamadır. Mal kazanmak için de daha başka
temiz ve pak yollar vardır. Kişisel girişim
bunlardan biridir. Kâr-zarar ortaklığına göre
çalışan, sermaye vermek suretiyle ticaret yapmak,
ortaklıklar kurmak ve piyasada hisseleri satışa
sunan -kârın büyük kısmını kendine
ayıran kurucu senetler olmaksızın- şirketler
yoluyla da helâl kazanç sağlanabilir. Parayı
dolaylı ya da dolaysız şirketler, sanayi
kuruluşları ve ticari faaliyet yapan kurumlar
arasında sabit kâr almadan paylaştıran sonra da
kârı ya da zararı belli bir düzen içinde mudileri
arasında bölüştüren faizsiz bankalara yatırmak
da bir kazanç yoludur. Bu tür bankalar bu mallardan yönetim
hizmeti karşılığı olarak ücret
alabilirler, ve burada ayrıntılarıyla
anlatamayacağımız daha birçok kazanç yolu...
Kalpler inanıp, niyetler de temiz ve pak kaynaklara yönelerek
kokuşmuş, pis ve iğrenç kaynaklardan kaçınma
konusunda sağlam olduktan sonra bunların tümü
mümkündür.