Hiçbir manevi tehdit, bu somut, canlı ve hareketli
tablo kadar duygular üzerinde etkili olamaz. Şeytan
tarafından çarpılmış ve
donakalmış insan tablosu... İnsanların
sıkça görüp bildiği bir tablo... Ayet-i Kerime, bu
tabloyu, duyguların korkutulması konusundaki
uyarıcı rolünü yerine getirmesi, faizcilerin
duygularını harekete geçirmesi, onları
sarsıp ekonomik düzenlerinin alışkanlıklarından
ve kendilerine kâr sağlayan hırslarından çekip
çıkarması için gözler önüne getiriyor. Bu tablo,
eğitici etkisi bakımından yerine göre yararlı
bir araç olduğu gibi aynı zaman da gerçek bir olguyu
da ifade etmektedir. Gerçekte tefsirlerin büyük çoğunluğunda
bu korkunç tablodaki "kalkış"ın,
diriliş günündeki kalkış olduğu kamsı
yeralmaktadır. Ancak, bize göre, bu tablo şu yeryüzünde
insan hayatında bizzat gerçekleşen bir olgudur.
Ayrıca kendisinden sonra gelecek Allah ve Resulüne karşı
savaşmaktan korkutan ayet-i kerimeye de uygun düşmektedir.
Biz, şu anda bu savaşın
varlığının sürdüğünü, faiz
düzeninin ağına düşüp, hummaya tutulmuş
gibi çırpınan sapık insanlığın
başına musallat olduğunu görüyoruz. Bugün
insanlığın pratik hayatından bu gerçeği
doğrulayan olguları detaylıca açıklamadan
önce, Kur'an'ın Arap yarımadasında
karşılaştığı faiz
manzarasını ve cahiliye mensuplarının bu
konudaki düşüncelerini sunuyoruz.
Cahiliye döneminde bilinen bu ayetlerin ilk defa ortadan
kaldırmak için indiği faizin "Nesie (ertelenen)"
ve "fadl (Arttırılan)" olmak üzere başlıca
iki şekli yaygındı.
Katade "Nesie (ertelenen)" faiz hakkında;
"Cahiliye ehlinin faizi; adamın herhangi birine belli
bir süre için birşey satması, günü geldiğinde
borçlunun ödememesi ve onun da borcunu arttırıp
ertelemesi şeklindeydi" der.
Mücahit şöyle der: "Cahiliyede bir adamın
başka bir adama borcu olurdu. Adam, borcunu ertelersen sana
şu, şu var derdi. O'da ertelerdi."
Ebubekir El Cessas: "Bilindiği gibi cahiliye döneminde
faiz, şartlı arttırma ile beraber, bir süre
için borç şeklindeydi. Artış süreye karşılıktı.
Allah bunu ortadan kaldırmadı." der.
İmam Razi de tefsirinde şöyle der: "Cahiliye
döneminde en yaygın olan "Nesie (ertelenen)"
faizdi. Onlardan biri, her ay belli bir miktar almak üzere malını
bir başkasına verirdi, ama mal olduğu gibi
kalırdı haliyle. Belirlenen süre dolunca, anamalı
isterdi. Şayet borçlu ödeyemeyeceğini bildirirse
hakkını ve süresini arttırırdı."
Üsame b. Zeyd'in Resulullah'tan (selam üzerine olsun)
rivayet ettiği hadisde peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"faiz ancak `Nesie (erteleme)'de vardır." (Buhari
ve Müslim)
"Fadl (Arttırılan)" faiz ise kişinin
herhangi birşeyi benzeri birşey
karşılığında fazlasıyla
satmasıdır. Altını altınla, parayı
parayla, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla
satmak gibi. Bu da, faize benzemesinden ve faiz muamelesinde
hatıra gelen duyguların benzerini
barındırdığından bu kapsama
alınmıştır. Çağdaş
işlemlerden sözederken bu noktanın bizim için
büyük önemi olacaktır.
Ebu Said El-Hudri, Resulullah'ın şöyle dediğini
rivayet eder: "Altına altın, gümüşe gümüş,
buğdaya buğday, arpaya arpa, hurmaya hurma, tuza tuz...
Herşey benzeri ile... Ele el.... Kim artırır ya
da arttırmasını isterse faiz yapmış
olur. Burada alan da veren de eşittir."·(Buhari ve
Müslim)
Ebu Said El Hudri'nin rivayet ettiği bir başka
hadiste şöyle denir: "Bilal, Resulullah'a Burni
cinsinden hurma getirdi. Resulullah `Bunu nereden aldın?,
buyurdu. Bilal: `Yanımızda kötü hurma vardı.
Bir sa'a karşılık iki sa' gönderdik' deyince
Resulullah: `Ah! tıpkı faiz, tıpkı faiz,
yapma bunu!.. Satın almak istediğinde hurmayı
başka bir şeye sat sonra da iyisini al' buyurdu."
(Mutte Fekun Aleyh)
Birinci tür uygulamada; esas miktarın üzerine ekleme,
bu ek miktarı belirlenen süreye karşılık
alma ve bu ek miktarın anlaşmanın bir
şartı olması yani başka hiçbir neden olmaksızın
yalnızca zamanın geçmesiyle malın mal
kazanması gibi bütün faiz işlemlerinde görülen
faiz unsurlarını barındırması nedeniyle
faiz olduğu açıkça görüldüğünden açıklamayı
gerektirmez.
İkinci tür uygulamaya gelince, arttırmayı
gerektiren benzer iki şey arasında temel
farkların bulunduğu kuşkusuzdur. Bu durum iki sa'
kötü hurma verip bir sa' iyi hurma alan Bilal'in olayında
açıkça görülmektedir. Ancak, iki türün asıl
itibarîyle benzer olması faiz kuşkusunu
doğurmaktadır. Çünkü burada hurma hurmayı
doğurmuş oluyor. Bu yüzden Resulullah (salât ve
selâm üzerine olsun) bunu faiz olarak nitelendirmiş ve
yasaklamıştır. Ardından
değiştirilmek istenen çeşidin paraya
çevrilmesini ve bu parayla da istenen çeşidin
alınmasını emretmiştir. Amaç, işlemden
faiz şüphesini tamamen uzaklaştırmaktır.
Herhangi birşeyi benzeri
karşılığında satarken arada bir sürenin
bulunmaması için "elden ele..." tutmanın
şart koşulması da bu amaca yöneliktir. Çünkü
süre belirlemede ek bir kazanç sözkonusu olmasa bile faizin
gölgesi vardır, faiz unsurlarından biri mevcuttur.
Herhangi bir uygulamada faizin gölgesinin belirmesine karşı
Resulullah'ın ne kadar duyarlı olduğu ortaya çıktığı
gibi cahiliyede yaygın faiz uygulamasına
karşı akılcı tedavisinin hikmeti de açıktır.
Günümüzde, Batının kapitalist düşünce ve
düzenleri karşısında ruhen bozguna
uğramış bazı kimseler bu haram
kılmayı, Üsame'nin hadisine ve Selef'in cahiliyede
yaygın faiz uygulamasını tavsif edişlerine
dayanarak çeşitli faiz şekillerinden biri olan "Nesie"ye
(ertelenen) faize indirgeyip cahiliyedeki faiz uygulamasına
tıpatıp uymayan çağdaş faiz
şekillerini İslâm adına -dinen- helâl saymak
istiyorlar.
Ancak bu girişim, ruhsal ve akli bozgunun bir
belirtisinden öteye gidemez. Çünkü İslâm, birtakım
göstermelik davranışlardan ibaret bir düzen değildir.
O, köklü bir düşünceye dayanan bir hayat düzenidir.
İslâm, faizi yasaklarken bir çeşidini
yasaklayıp diğer bir çeşidini bırakmaz.
Kendi düşüncesine aykırı her düşünceyi
ortadan kaldırdığı gibi kendi
mantığıyla uyuşmayan her düşünceye
savaş açar. Bu konuda o kadar duyarlıdır ki,
faiz mantığının gölgesini ve faizci
duyguları iyice uzaklaştırmak için "fadl (Arttırılan)"
faizi bile yasaklamıştır.
Bu yüzden, ister cahiliyenin bildiği şekilde olsun,
ister yeni ortaya çıkan şekilde olsun, faiz
uygulamalarındaki temel unsurları içerdiği ve
bencillik, açgözlülük, bireysellik ve kumarbazlıktan
ibaret faizci mantıkla zehirlendiği, `nasıl
olursa olsun, yeter ki kâr edeyim'den ibaret pis düşünceye
bulaşmış olduğu sürece tüm faiz
uygulamaları haramdır.
Bu gerçeği iyice kavramamız ve Allah ve Resulü
tarafından faizci toplumlara karşı savaş açıldığını
idrak etmemiz gerekmektedir.
"Faiz yiyenler şeytan tarafından çarpılmış
kimseler gibi ayağa kalkarlar..."
"Faiz yiyenler" deyimiyle sadece faiz kârını
alanlar kasdedilmemektedir. -Bu korkunç ayetle tehdit
edilenlerin başında gelseler bile- bu deyim, faiz
toplumunun tüm fertlerini kapsamaktadır.
Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Resulullah,
faiz yiyeni, yedireni, şahit olanı ve yazanı
lanetledi. Ve `bunların tümü aynı oranda
sorumludurlar' dedi." (Müslim, Ahmet, Ebu Davud ve Tirmizi)
Bu, bireysel faiz işlemleri içindi. Tamamen faiz
esasları üzerine kurulu toplumlara gelince, tüm bireyleri
lanetlenmiş, Allah'ın açtığı
savaşa maruz kalmış ve hiç tartışmasız
Allah'ın rahmetinden kovulmuşlardır. Onlar
hayatlarında istikrar, güven ve rahat yüzü bulamayan,
hummaya tutulmuş, muzdarip, sıkıntılı
bir yaşantı içindedirler ve kalktıklarında
şeytan tarafından çarpılmışlar gibi
hareket ederler.
Çağdaş kapitalist düzenin, geçen dört asırda,
oluştuğu ilk günlerde bu konuda şüphe
sözkonusu olmuş olsa bile bu asırların
deneyiminde şüpheye asla yer kalmamıştır.
Bugün içinde yaşadığımız dünya;
aklı başında olan kişiler, düşünürler,
bilginler ve araştırmacıların itiraf
ettiği ve Batı uygarlığının
merkezi olan bölgeleri dolaşan seyyah ve gözlemcilerin
gördüğü gibi bu bölgelerdeki maddi uygarlığın
tüm görkemine, sanayi ürünlerinin gelişmişliğine,
gözleri kamaştıran maddi refahın tüm
görüntülerine rağmen her yönüyle sıkıntı,
ızdırap, korku, sinirsel ve ruhsal
hastalıkların yaygın olduğu bir dünyadır.
Üstelik bu dünya sürekli; yaygın, öldürücü ve
sinirsel savaşların orada-burada bir türlü bitmeyen
ızdırapların tehdidi altındadır.
Bu maddi uygarlığın, maddi refahın birçok
bölgedeki kolaylığının, geçim sıkıntısının
olmayışı ve rahatlığın dahi
ortadan kaldıramadığı iğrenç ve uğursuz
bir bedbahtlıktır.
Görmemek için kendi kendine gözlerini perdelemeyen
herkesin görmek istediği sürece yüzyüze geleceği
bir gerçektir bu. Amerika, İsviçre ve maddi refahı
olan birçok ülkede insanların genelde maddi açıdan
bir sorunlarının olmadığı bir gerçektir.
Ancak insanlar mutlu değildirler. Zengin oldukları
halde sıkıntı, yüzlerinden okunuyor. Yoğun
üretim faaliyetinde bulundukları halde doyumsuzluk
hayatlarını yiyip bitiriyor. Bu
doyumsuzluklarını kimi zaman çılgınlık
ve haykırışlar ile, kimi zaman ilginç görüntü
ve aykırılıklarla, kimi zaman da cinsel ve ruhi
sapıklıklarla dışa vururlar. Ardından
kaçına ihtiyacını duyarlar, kendilerinden, içinde
yaşadıkları boşluktan, hayatın
akışından ve nimetlerinden bir nedeni görülmeyen
bedbahtlıktan kaçmaya başlıyorlar, intihar
etmekle, çılgınlıklar yapmakla ve
anormalliklerle kaçıyorlar. Sonra bu
sıkıntı, boşluk ve hiçlik duygusu hiçbir
zaman peşlerini bırakmıyor, rahat yüzü
göstermiyor bu zavallılara... Niçin?..
Tabiatıyla bunün başlıca sebebi,
insanların dertli, ızdıraplı, sapık ve
bahtsız ruhlarının, bunca maddi
gelişmişliğe rağmen, ruhun gıdası
olan imandan, Allah'a güvenden, bir de Allah'a imanın ve
O'nun ahdine ve şartına uygun yeryüzündeki
hilâfetin bahşedip çizdiği büyük insanlık
hedeflerinden yoksun olmalarıdır.
Bu belli başlı ve büyük sebebin bir
şıkkını da faiz belası ve gelişen
ve fakat gelişmesinin iyilik ve bereketini tüm insanlığa
aynı düzeyde dağıtmak suretiyle dengeli ve
eşit bir şekilde gelişmeyen, ancak, bankalardaki
bürolarına kapanan bir avuç para babası faizcinin
menfaatini gözeten ekonomi belası
oluşturmaktadır. Bu faizci para babaları sanayi
ve ticareti, garantili ve belirli faizlerle borçlandırmakta,
böylece sanayi ve ticareti belli bir yöne yöneltmektedirler.
Bu yolun da ilk hedefi, herkesin onunla mutlu olacağı
ve herkese düzenli iş ve garantili geçim sağlayacak
ve herkese ruhsal güven ve toplumsal huzur hazırlayacak
şekilde insanlığın sorunlarını ve
ihtiyaçlarını gidermekten ziyade milyonların
ezilmesi, yoksulluğu ve hayatlarının
bozulması ve bütün insanlığın
hayatına şüphe, sıkıntı ve korku
tohumlarının ekilmesi pahasına da olsa en fazla kâr
gerçekleştirecek üretimi sağlamaktır.
Şüphesiz yüce Allah en doğrusunu söylüyor:
"Faiz yiyenler şeytan tarafından çarpılmış
kimseler gibi ayağa kalkarlar..."
İşte biz bu gerçeğin
kanıtlarını dünyadaki pratik hayatımızda
görebiliyoruz. Faizciler, Resulullah döneminde faizin haram kılınmasına
karşı çıkmışlardı. Faiz
işlemlerinin haram, ticaretin ise helal
kılınmasını gerektirecek bir nedenin
bulunmadığını ileri sürerek itiraz etmişlerdi:
"Bu onların `alış verişte faiz
gibidir' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah,
alış-verişi helal, faizi ise haram
kılmıştır..."
Dayandıkları benzetme, faiz gibi ticaretin de fayda
ve kâr sağlamasıydı. Bu, boş bir
benzetmedir. Çünkü ticari işlemlerde kâr da zarar da
mümkündür. Ayrıca kişisel yetenek ve çaba, hayatta
yürürlükte olan tabii şartlar kâr ve zarar üzerinde
etkili olmaktadır. Faiz işlemlerinde ise bütün
durumlarda kâr haddi belirlenmiş olur. İşte
başlıca fark budur. Haram ve helâl kılınma
nedeni bu noktada yatmaktadır. Her ne şekilde olursa
olsun, kârın garantiye alındığı tüm işlemler,
kârın kesin ve belirlenmiş olmasından
dolayı faiz kapsamına girerler. İnatçılık
ve demagoji yapmaya gerek yoktur:
"Oysa Allah alış-verişi helal, faizi ise
haram kılmıştır."
Bu unsurun, alış-verişte
bulunmayışı ve daha birçok neden, ticareti aslında
insan hayatı için yararlı ve faiz
uygulamasını da zarar verici kılmaktadır.
İslâm o zaman mevcut olan sistemi, ekonomik ve toplumsal
hayatta sarsıntı meydana getirmeden gerçekçi bir
şekilde tedavi etmişti.
"Kim kendisine Rabbinden bir öğüt gelir-gelmez
faiz yemeye son verirse geçmişte aldığı
faizler kendisinden geri alınmaz. Onun işi Allah'a
kalmıştır."
Yüce Allah, yasayı koyduğu andan itibaren yürürlüğünü
başlatıyor. Kim Rabbinin öğüdünü dinler ve
faizden vazgeçerse geçmişte aldığı faizler
geri alınmaz. Onun işi Allah'a
kalmıştır ve onun hakkındaki hükmünü
dilediği gibi uygulayacaktır. Bu ifade kalbe geçmişte
işlenen bu günahtan kurtuluşun Allah'ın dilemesi
ve rahmetine bağlı olduğu duygusunu
akıtmakta ve bu işten ürperti duymasını
sağlamaktadır. Giderek kendi kendine şöyle
demeye başlar: "Bu kötü işten elde ettiklerim
yeter. Vazgeçip tevbe edersem Allah, günahlarımı
belki affeder. Bundan sonra artık faiz
almayacağım." Kur'an bu eşsiz metoduyla
kalplerin duygularını işte böyle tedavi ediyor.
"Fakat kimler tekrar faizciliğe dönerler