|
26- Allah bir sivrisineği ve (biyolojik açıdan)
onun daha üstünde olan bir canlıyı örnek olarak
göstermekten çekinmez. İman edenler onun Rabbleri
tarafından ortaya konmuş bir gerçek olduğunu
bilirler. Kâfirler ise `Allah ne amaçla bu örneği gösterdi?"
derler. Allah bu örnek ile bir çoklarını
sapıklığa düşürür ve bir çoklarını
da hidayete erdirir: Onunla sadece fasıkları
sapıklığa düşürür.
27- Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü kesin
bir ahit haline getirdikten sonra bozarlar, Allah'ın sürdürülmesini
emretmiş olduğu ilişkileri keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkarırlar. İşte onlar hüsrana
uğrayanlardır.
Bilindiği gibi bu surenin daha önceki ayetlerinde yüce
Allah münafıklar için "Ateş yakmak isteyen adam"
"Bulutlu, gök gürültülü bir havada gökten yağan
yağmur", "dolu" ve "Yıldırımlara
karşı korkuyla kulaklarını tıkayan bir
adam" misallerini vermişti. Ayrıca Kur'an-ı
Kerim'in daha önce Mekke'de inen ve Medine'de okunan
ayetlerinde de bu tür bazı misaller vardı. Meselâ
yüce Allah'ın, Rabblerini inkâr edenler için verdiği
şu misal gibi:
"Allah'tan başkalarının veli edinenlerin
durumu kendine yuva yapan örümceğin durumuna benzer. Oysa
eğer bilseler, evlerin en çürüğü, hiç kuşkusuz,
örümcek yuvasıdır." (Ankebut Suresi, 41)
Bu örneklerin bir diğeri de, müşriklerin
bir sinek bile yaratmaya gücü yetmeyen ilâhları ile
ilgilidir. Yüce Allah buyuruyor ki:
"Ey insanlar size bir örnek verildi, onu dinleyiniz:
Allah'ın dışında
yalvardığınız ilâhlar var ya, onların
hepsi bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Sinek
onlardan bir şey kapıp götürse onu ondan geri
alamazlar. Demek ki, isteyen de aciz, kendisinden bir şey
istenen de." (Hacc Suresi, 73)
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre
münafıklar -belki yahudîler ile müşrikler de- bu
örnekli ayetleri Kur'an'ın doğruluğu konusunda
şüphe uyandırıcı bir koz olarak kullanmak
istediler. onlara göre kendilerini küçültücü ve alaya alıcı
anlam taşıyan bu örnekleri Allah vermiş
olamazdı; Sinek ve örümcek gibi küçük varlıkları
anmak, sözkonusu etmek Allah'a yakışmazdı.
İşte bu propaganda, tıpkı daha önce
Mekke'de müşriklerin yaptıkları gibi Medine'de
yahudiler ile münafıkların giriştikleri
zihinlerde kuşku ve kargaşalık uyandırma
kampanyasının bir parçasını
oluşturuyordu.
İşte yukardaki ayetler bu hilekâr kampanyaya karşı
koymak, Allah'ın bu tür örnekleri verişindeki
hikmeti açıklamak, mümin olmayanları bu tür
örnekleri yanlış değerlendirmenin düşüreceği
kötü akıbet konusunda uyarmak ve müminlere güven verip
imanlarını arttırmak için geldi:
"Allah bir sivrisineği ve (biyolojik açıdan)
onun daha üstünde olan bir canlıyı örnek olarak
göstermekten çekinmez"
Çünkü Allah, küçüğün de büyüğün de,
sivrisineğin de filin de Rabbidir,
yaratıcısıdır. Sivrisinekte saklı olan
mucize ne ise filde saklı olan mucize de odur. Bu
da hayat mucizesidir, Allah'dan
başka hiç kimsenin bilmediği gizli sır
mucizesidir. Üstelik bu tür örneklerde önemli olan şey,
verilen örneğin hacmi ya da şekli değildir.
Örnekler birer aydınlatma ve anlatılan konuyu gözönüne
serme aracıdırlar. Bu örneklerin ne utanılacak
ve ne de sözkonusu etmekten utanç duyulacak bir tarafı
yoktur. Her işinin ardında mutlaka bir hikmet bulunan
yüce Allah bu örnekler aracılığı ile
kalpleri deneyden geçirmek, vicdanları imtihan etmek
istemektedir. Ayetlerin devamını okuyalım:
"İman edenler, onun Rabbleri tarafından ortaya
konmuş bir gerçek olduğunu bilirler."
Çünkü onların imanları, Allah'dan kaynaklanan
her şeyi, O'nun ululuğuna ve kendïlerince onaylanmış
hikmetine yaraşır bir yaklaşımla
algılamalarını sağlar. Çünkü iman, onların
kalplerine aydınlık, ruhlarına
duyarlılık, idraklerine ufuk genişliği
bağışlamış, Allah katından gelen
her şeyin ve her sözün taşıdığı
ilahî hikmetle ilişki kurmalarını mümkün kılmıştır.
Ayetleri okumaya devam edelim:
"Kâfirler ise "Allah ne amaçla bu örneği gösterdi?"
derler"
Bu soru Allah'ın nuru ve hikmeti ile arasına perde
gerilmiş, Allah'ın değişmez kanunları
ve önceden belirlenmiş kuralları ile hiç ilişkisi
olmayan, nasipsiz kimselerin sorabilecekleri bir sorudur.
Ayrıca bu soru, Allah'a saygı gösterme endişesi
taşımayan, Allah'ın tasarrufları
karşısında kula yaraşır edeplilik
tavrını takınmayı düşünmeyen
küstahların sorabileceği bir sorudur. Ancak böyleleri,
ya itiraz ve karşı çıkma uslûbu ile ya da
Allah'ın böyle bir söz söylemiş olduğu
konusunda karşılarındakilerin kalblerinde şüphe
uyandırmak amacı ile bu şekilde bir soru
sorabilirler. Bundan dolayı yüce Allah onları, bu tür
örneklerin ardında Allah'ın takdir ve tedbirinin
gizli olduğu konusunda uyardıktan sonra kendilerine
tehdit dolu bir cevap veriyor:
"Allah bu örnekle bir çoklarını
sapıklığa düşürür ve bir çoklarını
da hidayete erdirir. Onunla sadece fasıkları
sapıklığa düşürür"
Yüce Allah sıkıntıları ve imtihan konusu
olayları kendi doğal akışları içinde
serbestçe gelişmeye bırakır. Bu olaylarla
karşılaşan kulların her biri onlar
karşısında karakterlerine, yeteneklerine, seçmiş
oldukları yaşama biçimine ve zihniyetlerine göre
tepki gösterirler. İmtihan konusu olay aynı
olduğu halde bu olayın vicdanlardaki etkileri
yaşama tarzının ve zihniyetin
farklılığı oranında değişik
olur.
Meselâ birçok insanın başına
sıkıntı ve darlık gelir. Allah'a, O'nun
hikmet ve merhametine güvenen mümin sıkıntı ve
darlık karşısında Allah'a daha çok sığınır,
O'na daha çok yalvarır, O'ndan daha çok korkar. Oysa aynı
türden bir olay fasını ve münafığı
sarsar, Allah ile arasındaki uzaklığı daha
da arttırır ve onu çılgına çevirir. Bolluk
ve rahatlık da öyle. O da değişik
insanların başına gelir. Takva sahibi bir müminin
başına gelince onun
uyanıklığını,
duyarlılığını ve şükrünü arttırır.
Buna karşılık fasık ve münafığı
nimet şımartır, bolluk mahveder ve imtihan konusu
olaylar onları yoldan çıkarır.
İşte yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de
vermiş olduğu örnekler, anlatmış
olduğu misaller de böyledir. Allah tarafından
kendilerine gelen olaylara ve mesajlara uygun
karşılıklar vermeyi beceremeyenleri "Onlar
aracılığı ile saptırır"ken,
Allah'ın hikmetini idrak edebilenleri "Onlar sayesinde
hidayete erdirir". Hiç kuşkusuz bu tür olay ve
örneklër "sadece fasıkların
sapıtmasına yol açar." Surenin girişinde
nasıl takva sahiplerinin nitelikleri
ayrıntılı biçimde anlatıldı ise,
burada da benzer bir üslupla fasıkların nitelikleri
anlatılıyor. Başka bir deyimle surenin bu
kısmının ana konusu, değişik yüzyıllarda
yaşamış ve yaşayacak olan insan tiplerini
yansıtan bu farklı zümrelerin ayırıcı
özelliklerinin tanıtımına devam ediyor:
Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir
ahit haline getirdikten sonra bozarlar, Allah'ın sürdürülmesini
emretmiş olduğu ilişkileri keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkarırlar. İşte onlar hüsrana
uğrayanlardır"
Acaba ayette sözü edilen kimseler, Allah'a vermiş
oldukları hangi sözü tutmuyorlar? Allah'ın sürdürülmesini
emretmiş olduğu hangi ilişkiyi kesiyorlar? Ve
yeryüzünde hangi tür bozgunculuğu çıkarıyorlar?
Surenin bu bölümünde bu konuda ayrıntılı açıklama
yok. Çünkü burası belirli bir karakteri teşhis
etmenin, belirli insan tiplerini tasvir etmenin yeridir. Yoksa
belirli bir olayın ayrıntılı biçimde anlatıldığı
bir yer değildir. Burada genel hatları içeren bir
tablo çizilmek isteniyor. Bundan çıkan sonuca göre,
Allah ile bu tipi oluşturan insan kesimi arasında
yapılan bütün antlaşmalar bozuluyor, Allah'ın sürdürülmesini
emretmiş olduğu ilişkilerin tümü kesiliyor ve
bunlar tarafından kargaşalığın her türlüsü
çıkarılıyor demektir.
Bu insan tipi ile Allah arasında her türlü ilişki
kesiktir. Onların özünden uzaklaşmış
sapık fıtratları hiçbir taahhüde bağlı
kalmaz, hiçbir kulpa yapışmaz ve hiçbir kargaşalıktan
çekinmez. Onlar hayat ağacından kopmuş ham bir
meyveye benzerler. Çürümüşler, bozulmuşlar,
kokuşmuşlar ve hayat tarafından
dışlanmışlardır. Bundan dolayı müminlere
hidayet sağlayan Kur'an-ı Kerim örnekleri, onların
sapıtmalarına yolaçmakta, takva sahiplerini doğru
yolda tutan sebepler onların iyice yoldan çıkmalarına
neden olmaktadır.
Şimdi, Medine döneminde İslâm mesajının
karşısına yahudi, münafık ve müşrik
kılıklarında çıkan ve o günden beri aynı
olumsuz rolü oynamaya devam ederek günümüzde -bazı yüzeysel
isim ve ünvan farklılıkları ile birlikte-
aynı inatla İslâm mesajı
karşısına dikilme geleneğini sürdüren bu
insan tipinin yıkıcı etkilerini yakından görelim.
Yüce Allah buyuruyor ki:
"Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü
kesin bir ahit haline getirdikten sonra bozarlar"
Yüce Allah ile insanlar arasında akdedilen
antlaşma bir çok ilkeler içerir. Bu ilkelerden biri, her
canlı varlığın yapısına
yerleştirilen fıtratın
yaratıcısını tanıma ve kulluğu
O'na yöneltme taahhüdüdür. Bu Allah'a inanma ihtiyacı
fıtrattaki varlığını her zaman devam
ettirir. Fakat kimi zaman sapmaya uğrayan, yolunu
şaşıran bu fıtrat, Allah'a O'nun
dışında başka eşler ve ortaklar
koşar.
Bu antlaşmanın diğer bir ilkesi, -ilerde yeri
geleceği üzere- yüce Allah'ın bizzat Hz. Adem'den
aldığı yeryüzünde Allah'ın halifesi/temsilcisi
olma sözüdür.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Hepiniz Cennet'ten ininiz. Yalnız tarafımdan
size bir yol gösterici geldiğinde o rehberime uyanlara
artık korku yoktur; onlar hiçbir zaman üzülmeyeceklerdir.
Kâfir olup ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar orada
ebedî kalmak üzere Cehennem'liktirler." (Bakara Suresi
38-39)
Bu ilkeler; yüce Allah'ın her kavme göndermiş
olduğu peygamberler aracılığı ile
tekrarladığı, vurguladığı
ahitlerdir. Bu ahitlerde, söz konusu kavimlerin tek Allah'a
kulluk etmeleri, hayatlarına O'nun önerdiği
yaşama tarzını, O'nun şeriatini egemen
kılmaları islenmiştir. İşte
fasıkların bozdukları, geçersiz bıraktıkları
ahitler bunlardır. Eğer insan yüce Allah'a vermiş
olduğu kesin sözü bozabiliyorsa, Allah'dan başkaları
ile arasında yaptığı antlaşmaları
rahatlıkla bozar. Sebebine gelince; Allah ile
arasındaki taahhüdü bozmaya kalkışan kimse
artık hiçbir antlaşmaya, hiçbir verilmiş söze
saygı göstermez. Ayetleri incelemeye devam edelim:
"Allah'ın sürdürülmesini emretmiş
olduğu ilişkileri keserler. "
Yüce Allah bir çok ilişkinin sürdürülmesini emretmiştir.
O bize akrabalık ve soy yakınlığı
ilişkisini gözetip sürdürmemizi, geniş çaplı
insanlık ilişkisini gözetip sürdürmemizi ve bunların
hepsinden önce inanç birliği ilişkisini, iman
kardeşliği bağıntısını gözetip
sürdürmemizi emretti. O inanç birliği ilişkisi ki,
her ilişkinin temelidir, onsuz hiçbir insanlararası
bağıntı biçimi kurulup geliştirilemez. Yüce
Allah tarafından gözetilip sürdürülmesi emredilen
sosyal ilişkiler kesilince, insanları birbirine
bağlayan halkalar parçalanır,
dayanışmayı sağlayan bağlar çözülür,
toplumlarda kargaşalık baş gösterir ve anarşi
yaygınlaşır. Ayeti okumaya devam ediyoruz:
"Yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar."
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak türlü türlü olur.
Bunların hepsi Allah'ın sözünün dışına
çıkmaktan, Allah'a karşı üstlenilen
taahhütleri bozmaktan, Allah tarafından sürdürülmesi
emredilen ilişkileri kesmekten kaynaklanır. Yeryüzünde
görülen bozgunculukların başı, insanların
hayatına egemen olması ve onları yönlendirmesi
için Allah tarafından belirlenmiş yaşama
tarzı dışına çıkmaktır. Bu nokta,
sonu kesinlikle sosyal kargaşaya varan bir
yolayrımıdır. Yüce Allah'ın önerdiği
yaşama tarzı, toplumların uygulamalarından
uzak tutuldukça, Allah'ın şeriatı hayatın
pratiğine yabancı kaldıkça, bu dünyanın
işlerinin düzene girmesi, hatta onun iki yakasının
bir araya gelmesi mümkün değildir. İnsanlar ile
Rabbleri arasındaki ilişkinin halkası bu
şekilde kopunca, bu durum; vicdanları,
davranışları, pratik hayatı, geçim
şartlarını, yeryüzünün bütünü ile üzerinde
bulunan insanların ve nesnelerin tamamını
kapsayan bir kargaşanın kol gezmesi demektir.
Bu durum, yüce Allah'ın yolundan
ayrılmış olmanın sonucu olarak baş gösteren
bir yıkım, bir kötülük ve bir kargaşadır.
Bundan dolayı, Allah'ın mümin kullarını
hidayete erdiren faktörler, bu yıkımın bu
yayın kötüye gidişin ve kargaşanın
gelişmesine sebep olanların hak ettikleri
sapıklığa sürüklenmelerine sebep olmuştur.
Yüce Allah kâfirliğin ve fasızlığın
yeryüzünde meydana getirdiği bütün olumsuz etkileri
anlattıktan sonra, insanlara dönerek, onların;
diriltici, öldürücü, yaratıcı, rızık
verici, plânlayıcı ve her şeyi bilen Allah'ı
inkâr etmelerindeki saçmalığı, garipliği
vurguluyor ve bu konuda şöyle buyuruyor:
|
|