olup bitenlerde aslında
onların bir rolü yok. Kullandıkları güç ve
enerji aslında onlara ait değil. Allah onları
meramını yürütmek için seçiyor, aslında O'nun
dilediği, O'nun izni ile onların eli ile oluyor. Bu
gerçek, müminin kalbini barış, güven ve kesin
imanla dolduracak nitelikte bir ilkedir. Zira o, Allah'ın
kuludur. Onun, Allah'ın seçtiği rolü oynaması,
Allah'ın karşı durulmaz takdirini uygulama
alanına geçirmesi, Allah'ın ona yönelik bir keremi,
bir bağışıdır. Sonra da onu
-istediğini yapabilme şerefinin arkasından-
sevaplandırma, ödüllendirme payesi ile onurlandırıyor.
Eğer Allah'ın lütfu olmasaydı o birşey
yapamazdı, eğer Allah'ın keremi olmasaydı
sevap elde edemezdi, ödül kazanamazdı. Bunun
yanısıra o gayesinin soyluluğundan,
amacının arılığından ve yolunun
temizliğinden emindir. Çünkü bütün bu olup-bitenlerde
hiçbir ard maksadı yoktur; o sadece meramını
mutlaka gerçekleştiren Allah'ın hayırdan ibaret
olan dileğinin yürürlüğe koyucusudur. O bütün
bunları iyi niyeti ile, itaat etmeye yönelik kararlılığı
ve samimi olarak Allah'a yönelişi ile haketmiştir.
Ayetin devamında Hz. Davud'un (selâm üzerine olsun)
rolü belirtiliyor:
"Davud, Calut'u öldürdü."
Davud, İsrailoğulları'ndan genç bir delikanlı,
buna karşılık Calut, güçlü bir hükümdar,
herkesin yüreğine korku salan bir komutan idi. Fakat o
sırada yüce Allah istedi ki, İsrailoğulları
olayların, dış görünüşlerine göre değil,
asıl mahiyetlerine göre geliştiklerini, yakından
görsünler. Olayların asıl mahiyetlerini yalnız
Allah biliyordu, bunların akibetlerini belirlemek sadece
O'nun elinde idi. Buna göre kullara sadece görevlerini yerine
getirmek, Allah'a verdikleri sözleri tutmak düşüyordu.
Sonra Allah neyi diledi ise O'nun dilediği biçimde
oluyordu.
Nitekim yüce Allah Calut adındaki kan içici zorbanın
ölümünün -ileride Hz. Davud olacak- bu genç delikanlının
eliyle olmasını dilemiş, böylece yüreklere
korku salan zalimlerin, Allah öldürülmelerini dileyince genç
delikanlılar tarafından yere serilecek derecede
zayıf kimseler olduklarını insanlara göstermek
istemişti.
Bu olayın arkasında Allah tarafından amaçlanan,
murad edilen bir başka gizli hikmet daha vardı: Yüce
Allah Hz. Davud'un, Talut'tan sonra hükümdar olmasını,
arkasından da yerine oğlu Hz. Süleyman'ın geçmesini
ve Hz. Süleyman döneminin, yahudilerin uzun tarihleri içinde
"Altın dönem"leri olmasını takdir
etmişti. Bu altın dönem, uzun bir sapıklık,
Allah'a karşı verilen taahhütleri çiğneme ve
perişanlık döneminin arkasından yahudilerin
vicdanlarında parıldayan inanç ateşlenmesinin,
inanç gerekçeli ayaklanmalarının mükâfatı
olarak kendilerine sunulmuştu:
"Arkasından Allah, Davud'a hükümdarlık (egemenlik)
ve bilgelik (hikmet) verdi, kendisine dilediği
bazı bilgileri öğretti."
Hz. Davud aynı zamanda peygamber olan bir hükümdardı.
Kur'an-ı Kerim'in başka surelerinde verilen
ayrıntılı bilgilere göre yüce Allah ona başta
zırh olmak üzere çeşitli savaş araçları
yapmayı öğretmişti. Burada ise ayetlerin
akışı, yukardaki kıssanın tümünde
güdülen bir başka amaca yöneliyor. Hikâyenin bu
şekilde son bulduğu, yani nihaî zaferin maddi güç
yerine Allah'a güvenen inanç tarafından, sayı çokluğunun
oluşturduğu kuru kalabalık yerine özüne saygı
besleyen irade tarafından kazanıldığı
ilân edilince, tam bunun arkasından bu kuvvetler
arasındaki çatışmanın yüce amacı açıklanıyor.
Bu yüce gaye savaş ganimetleri, yağmalar, ünvanlar
ve görkemli törenler değildir. Bu yüce gaye,
yeryüzünde dirlik ve huzur sağlamak, kötülüğe
karşı kavga vererek iyiliği,
hayırlıyı egemen kılmak, iktidara
getirmektir:
"Eğer Allah bazı insanların
şerlerini, diğerleri aracılığı ile
savmasaydı, yeryüzünü kargaşa kaplardı."
Ayetin bu kısacık bölümünde yeryüzünde hüküm
süren kuvvetler çatışmasının, güç
odakları arasındaki yarışın; insan
çabasının coşkun, dalgalı ve çağıltılı
hayat selinin akıntısına kapılarak sürüklenişinin
gerisindeki ilâhi hikmetin iyice belirgin hale gelmesi için kişiler
ve olaylar sahneden çekiliyor, gözlerden kayboluyor. Burada
üzerinde karınca sürüleri gibi insan kaynayan
uçsuz-bucaksız hayat alanı gözler önüne seriliyor.
Bu insan kalabalıkları kesintisiz bir
karşılıklı savunma, yarışma ve
aralarında itişerek hedefleri peşinde
koşuşma halindedirler. Bütün bu olup-bitenler
süreci içinde o yüce, hikmet sahibi ve önceden tasarlayıcı
(mudebbir) el, bu kalabalıkların tümünün iplerini
elinde tutarak aralarında çatışan,
yarışan, itişen insan
yığınlarını son aşamada hayra,
dirliğe, yapıcılığa ve gelişmeye
doğru yönlendiriyor.
Eğer Allah kötü insanların kötülüğünü,
başka birtakım insanlar
aracılığıyla savıp önlemeseydi hayat
bozulur ve yaşanmaz hale gelirdi. Bunun yanısıra
eğer insanlar arasında Allah tarafından öyle
yaratılan fıtrî yapılarının
gereği olarak menfaat ve kısa vadeli, yüzeysel
amaçlar çatışması olmasaydı, bütün
enerji birimleri özgür biçimde yarışmaya,
yenişmeye ve karşılıklı meşru
savunmaya girişir, böylece insanlar tembelliği ve
aylaklığı üzerinden silkeleyip atar, potansiyel
enerji kaynaklarım tam kapasite ile harekete geçirir,
sürekli biçimde uyanık, faal, yeryüzünün üstündeki
ve altındaki kaynakları ortaya çıkarma, onun çeşitli
güçlerini ve gizli hazinelerini keşfedip kullanma çabasını
harcar durumda olurdu.
Gerçï son aşamada dirlik, huzur, hayır ve
gelişme gerçekleşir. Fakat bu olumlu
gelişmelerin görülebilmesi için iyilik yanlısı,
doğru yol yolcusu ve fedakâr bir cemaatin, sıkı
dayanışmalı bir insan topluluğunun ortaya çıkması
gerekir. Bu cemaat, yüce Allah'ın kendisine açık açık
anlattığı hakkı, kendisini Allah'a
ulaştıracak yolu kesin bir şekilde bilir. Yine bu
cemaat batılı ortadan kaldırarak yeryüzünde
hakkı egemen kılmakla yükümlü olduğunu, bu
soylu görevi yerine getirmedikçe, bu uğurda sırf
Allah'ın emrini yerine getirmek ve O'nun
hoşnutluğunu elde etmek amacı ile dünyada
önüne çıkacak her sıkıntıya
katlanmadıkça yüce Allah'ın azabından asla
kurtulamayacağını da bilir.
Bu çatışmalı hengamede yüce Allah hükmünü
yürütür, takdirini pratiğe uygular; hakka, hayra,
dirliğe ve huzura söz üstünlüğü kazandırır;
bu çatışmanın, bu yarışın ve bu
karşılıklı savunmanın olumlu
birikimini, hayır yanlısı ve yapıcı
olan gücün avucuna koyar, kazanç hanesine yazar. O hayır
yanlısı ve yapıcı güç ki, giriştiği
bu çatışma sırasında içindeki en soylu, en
onurlu, kendisini hayatta erişebileceği en yüce kemal
düzeyine yükseltecek itici yetenekler harekete geçmiş,
ortaya çıkmıştır.