Sanki
şu anda olmakta olan bir olaydan ve gözler önünde
cereyan eden bir manzaradan sözediliyor. Yahudi ileri
gelenlerinden ve sözü geçenlerinden bir grup aralarında
toplanıp peygamberlerinden birine başvuruyorlar. Bu
peygamberlerin adı belli değil. Çünkü kıssanın
amacı, konusu o peygamber değil. Onun adının
söylenmesi kıssanın vermek istediği mesaja hiçbir
şey katmıyor. İsrailoğulları'na uzun
tarihleri boyunca birbirinin peşisıra çok sayıda
peygamber geldi. İşte sözünü ettiğimiz seçkin
yahudi önderleri, aralarında toplanıp bu
peygamberlerinden birine başvurdular ve ondan komutası
altında "Allah yolunda" savaşacakları
bir hükümdar belirleyip başlarına getirmesini
istediler.
Onların ağzından çıkan bu
savaşın karakterini tanımlayıcı
"Allah yolunda" sözü kalplerindeki inanç coşkunluğunu,
vicdanlarındaki iman uyanıklığını,
kendilerinin haklı bir inancın savunucuları, düşmanlarının
ise batıl yanlısı, sapık kâfirler olduklarının
bilincinde olduklarını, Allah yolunda cihad etmek için
önlerindeki yolun kafalarında belirgin olduğunu
kanıtlar.
Bu algı belirginliği, bu idrak kesinliği
zafere giden yolun yarısıdır. Buna göre
kendisinin hak yolda, buna karşılık düşmanın
batıl yanlısı olduğu, müminin zihninde
belirgin bir biçimde yeretmesi; hedefin, yani Allah yolunda
olduğu gerçeğinin kafasında mutlaka
soyutlanıp kavramlaşması gerekir. Düşünceleri
nereye gittïğini bilmesini engelleyecek bir kavram
kargaşasının egemenliği altında
olmamalıdır.
Peygamberleri de onların azimlerinin gerçekliğinden,
niyetlerinin sağlamlığından, bu
ağır görevi yerine getirmekte kararlı, önüne
getirdikleri teklifte ciddi olup olmadıklarından emin
olmak istemişti:
"Peygamberleri onlara; `Ya eğer size savaşmak
farz kılındığında bu emre
karşı gelirseniz?' diye sordu."
Acaba savaşmak size farz kılınırsa bundan
kaçma ihtimaliniz yok mu? Şimdi bu bakımdan serbest
ve rahatsınız. Ama eğer isteğiniz kabul
edilir de savaşmanız karara bağlanırsa, o
zaman savaş, hesabınıza yazılmış
bir farz olur ve artık bu karardan dönemezsiniz.
Bu, peygambere yaraşacak bir konuşma
tarzıdır; bu üsteleme, ısrarlı vurgulama
peygamberlere layık bir vurgulamadır. Peygamberlerin sözlerinin
ve emirlerinin tereddüt, oyalanma ve erteleme konusu olması
caiz değildir.
Bu noktada ayaklanma coşkusunun derecesi yükseliyor.
Çünkü Peygamber ile görüşmeye gelen heyetin
mensupları kendilerini savaşmaya sürükleyen sebepler
arasında savaşmayı tereddüt götürmez, kesin
bir zaruret haline getiren gerekçeler bulunduğunu
belirtiyorlar:
"Yurdumuzdan ve çocuklarımızdan ayrı düşürüldüğümüze
göre niye savaşmayalım k
Meselenin zihinlerinde belirgin olduğunu,
vicdanlarında karara bağlandığını
görüyoruz. Düşmanlar, Allah'ın ve O'nun dininin düşmanlarıdır,
bu düşman onları yurtlarından çıkarıp
evlâtlarını tutsak yapmıştır. Buna göre
bu düşmana karşı savaşmak gereklidir.
Önlerinde tek yol vardır ki, o da savaşmaktır.
Bu karardan ve bu mücadeleden geri dönmeyi gerektirecek
hiçbir sebep yoktur.
Fakat düşmanın ortada görünmediği
tehlikesiz dönemde verdikleri bu kararda uzun süre sebat
edemediler, zira savaşla yüzyüzeydiler artık;
"Fakat savaşmak kendilerine farz
kılınınca az bir kısmı hariç, çoğu
sözlerinden döndüler."
Gerçi burada yahudilerin ötedenberi bilinen köklü bir
huyu ile karşılaşıyoruz. Onlar sık
sık sözleşmelerini tek taraflı olarak bozarlar,
verdikleri sözlerden cayarlar, liderlerine itaat etmezler,
düzen tanımazlar, yükümlülüklerinden kaçarlar
herhangi bir konuda ortak bir karara varamazlar ve apaçık
gerçeklerden yüz çevirirler. Fakat bu tutum imana dayalı
eğitimde olgunluk düzeyine yükselmemiş bütün
toplumların, hatta bütün insanlığın ortak
özelliğidir. Bu huy ancak imana dayalı, yüksek
düzeyli, uzun vadeli, köklü ve etkin bir eğitimle
değiştirilebilir. Bundan dolayı çetin bir yola
girmeye azmedenler bu konuda son derece dikkatli olmalı,
sarp yollara girecekleri sırada bu faktörü hesaba katmalıdırlar.
Yoksa insan mayasındaki zorluk anında kaçma huyu
sürpriz olarak karşılarına çıkarsa
işlerini daha da zorlaştırır. Özellikle
içgüdülerinin tutsaklığından
kurtulamamış, herhangi bir potada pişerek bu
zararlı unsurlardan arınamamış toplumlarda
bu olumsuz tepki, beklenen bir tutumdur. Ancak hakkı ortada
bırakıp geri dönenler Allah'ın şu
uyarı ve tehdidini de göze almadılar:
"Hiç kuşkusuz Allah zalimlerin kimler
olduğunu bilir."
Bu cümle savaşmayı istedikten sonra ve daha
bilfiil savaşa girişmeden önce bu görevden kaçan
çoğunluğu azarlar ve onları zalimlikle suçlar
niteliktedir. Bu çoğunluk, hem kendilerine hem
peygamberlerine ve hem de gerçek olduğunu bile bile onun
batıl yanlarının boyunduruğu altında
kalmasına göz yumdukları hakka karşı
zalimlik etmiştir.