İşte şimdi yukardaki olayın
amacını ve ana fikrini kısmen kavrıyor, yüce
Allah'ın, gerek ilk müslüman topluma ve gerekse bütün
müslümanlara bu tarihi tecrübeyi niçin aktardığını
kısmen idrak ediyoruz: Sakın sizi yaşama sevgisi
ve ölüm korkusu Allah yolunda cihad etmekten, savaşmaktan
alıkoymasın. Çünkü ölüm de hayat da Allah'ın
elindedir. Başka bir gaye uğruna değil, Allah
yolunda savaşın; başka bir yafta, başka bir
bayrak altında değil, Allah'ın sancağı
altında cihad edin, savaşın. Ve;
"Allah'ın herşeyi işittiği ve
bildiğini bilin"
O işitir ve bilir. O söylenen sözü işitir ve sözün
ardında gizlenen maksadı bilir. Ya da O işitir ve
çağrılara olumlu karşılık verir,
hayata ve kalplere neyin yararlı olduğunu bilir. Allah
yolunda savaşın; çünkü yapılan hiçbir amel
Allah katında, hayatı alan ve veren Allah katında
kayba uğramaz.
Allah yolunda cihad etmek, karşılık beklemeden
vermek, fedakârlıkta bulunmak anlamı taşır.
Bu yüzden Kur'an-ı Kerim'de malî fedakârlıkta,
özveride bulunma konusu cihad ve savaş konusu ile birlikte
ele alınır. Özellikle cihadın, savaşmak için
ordu toplamanın gönüllülük esasına
dayandığı İslâm'ın o ilk döneminde bu
malî ve bedeni özverinin ayrılmazlığı
ilkesi daha da önemliydi. Çünkü cihadın insan gücü
yüzünden aksamadığı bazı dönemlerde malı
imkan yokluğu yüzünden aksadığı olurdu.
Bundan dolayı malı özveride bulunmanın sürekli
biçimde özendirilmesi ve böylece Allah yolunda savaşmak
isteyenlerin yolunun kolaylaştırılması kaçınılmaz
bir gereklilik olmuştur: