İkindi namazının özellikle vurgulanmasının
sebebi belki de bu namazın vaktinin, öğle
sonrası uykusunun (kaylule) arkasından gelmesi yüzünden
kaçırılma ihtimalinin bulunmasıdır.
Ayette geçen "kunut" emri, en çok benimsenen
yoruma göre "namazda Allah'a saygılı olmak ve
sırf O'nu anmakla meşgul olmak"
anlamını taşır. Müslümanlar, ilk başlarda
ansızın ortaya çıkan ihtiyaçları konusunda
namazda konuşuyorlardı. Bir süre sonra bu ayet inince
anladılar ki, namazda Allah'ı zikretmekten, O'na
saygı sunmaktan, sırf O'nu anmaktan başka hiçbir
şeyle meşgul olunamaz.
Kıbleye yönelerek namaz kılmaya imkân vermeyen
korkulu durumlarda bile namaz kılınır,
bırakılmaz. Böyle bir durumda gerek hayvan sırtında
olan süvariler ve gerekse bilfiil savaşan ve düşmandan
gelen tehlikeyi savmakla meşgul olanlar
durumlarının gerektirdiği yöne dönerek namaza
durur, rükû ve secde yerine geçmek üzere başlarını
hafifçe öne eğerler.
Bu, Nisa suresinde kılınış biçimi anlatılan
"Korku Namazı"ndan farklı bir
uygulamadır (Nisa Suresi, 102). Nisa suresinde
anlatılan uygulama, saf bağlanarak namaz kılmaya
imkan verecek oranda az tehlikeli durumlar için geçerlidir.
Böyle durumlarda bir grup savaşçı imamın
arkasında saf bağlayarak bir rekât kılar, bu
sırada başka bir grup nöbet tutar, ilk rekâtın
sonunda birinci saftakiler namazı yarıda
bırakarak nöbet görevini devralır ve onların
yerine ikinci grup gelerek bir rekât da onlar kılar. Fakat
tehlike fazlalaşır, fiili çatışmaya ve göğüs
göğüse vuruşmaya girişirlerse o zaman az önce
anlatıldığı şekilde namaz
kılınır.
Bu, insanda hayret uyandıran bir kolaylık
olduğu gibi yüce Allah'ın namaza verdiği önem
yanında müslümanın kalbine bu önemi yerleştirici
bir nitelik de taşımaktadır. Namaz, korku ve
tehlike karşısında bir silâhtır ve silâh
olduğu için son derece kritik ve korkulu anlarda dahi
terkedilmez. Bu yüzden savaşçı mümin cephede silahın
biri elinde diğeri de başının üzerinde
ölüm kusarken namaz ibadetini yerine getirir. Çünkü namaz,
müminin elindeki kılıç gibi, bir silâhıdır,
giydiği zırh gibi koruyucu bir kalkandır. Onu
kılar ve böylece yüce Allah'a sığınmaya en
çok muhtaç olduğu anda O'nunla ilişki kurar, tehlike
çemberi içindeyken O'na en yakın olma imkânına
kavuşur.
Bu din hayret edilecek, hayran olunacak bir dindir. O bir
ibadetler sistemidir; çeşitli biçimleri ile bir ibadetler
sistemi... Bu ibadetlerin başta geleni, sembolü de namazdır.
Bu din ibadet yolu ile insanı çıkabileceği en yüksek
derecelere yükseltir. İbadet yolu ile insana zor anlarda
direnme gücü kazandırırken rahat ortamda onu
eğitir. Yine ibadet yolu ile insanı tüm varlığıyla
barış ortamına sokar, kalbini barış ve
güven duygusu ile doldurur. İşte kılıçlar
elde ve silâhlar omuzlarda ve ölüm başının
üstündeyken namaza verilen bunca önemin sebebi budur!
Tehlike ortadan kalkınca müslümanlar, yüce Allah'ın
kendilerine öğrettiği şekli ile bilinen
namazı kılacaklar ve yüce Allah'ın kendilerine
bilmedikleri şeyleri öğretmiş olmasına
karşılık O'nun adını anacaklardır:
"Güvene kavuştuğunuzda Allah size
bitmediğiniz şeyleri nasıl öğretti ise siz
de O'nun adını anın."
Eğer Allah insanlara bilmediklerini öğretmesiydi,
hayatları boyunca hergün, her an onlara bilgi sunmasaydı,
onlar neyi bilebilirlerdi ki?!