Kocaları ölen (dul) kadınlar gerek kendi
akrabaları gerek kocalarının yakınları
ve gerekse toplumun bütünü tarafından ağır
baskılar görürlerdi. İslâm öncesi Arap
geleneklerine göre kocası ölen bir kadın bir
yıl boyunca bakımsız bir hücreye kapanır,
en çirkin elbiselerine bürünür, hiçbir temiz şeye,
hatta hiçbir şeye el süremezdi. Bir yıl sonra
kapandığı hücreden çıkınca cahiliye
zihniyetinin saçmalığına denk düşen
birtakım saçma gelenekleri yerine getirmek zorunda
tutulurdu. Deve pisliği avuçlayıp atmak, eşek ve
koyun türünden hayvanlara binmek gibi.
İslâm gelince dul kadının üzerindeki bu baskıyı
hafifletti, daha doğrusu onu tümü ile omuzlarından
kaldırdı. Kocasını kaybetmiş
olmanın acısı ile birlikte aile
baskısına, şerefli bir hayata kavuşma
kapısının yüzüne kapanmasına, yeni bir güvenli
aile hayatının yoksunluğuna katlanmasına
meydan vermedi. Eğer hamile değilse bekleme süresinin
dört ay on gün olmasını kararlaştırdı.
Eğer hamile ise hamileliğin sonunu bekleyecektir. Görülüyor
ki, onun bekleme süresi, boşanmış
kadınların bekleme süresinden biraz daha uzundur. Bu
süre içinde hem rahminde çocuk olup olmadığını
kesinlikle öğrenir ve hem de eşi ölür ölmez
evinden ayrılacak olsa incinecek olan kocasının
yakınlarının yaslı duygularını
hafifletmiş olur. Yine bu süre içinde ağırbaşlı
elbiseler giyer, evlenme teklifi almak arzusu ile
aşırı derecede süslenmekten kaçınır.
Bu süre sona erince ne kendi ailesinden ve ne de ölmüş
kocasının akrabalarından hiç kimse ona karışamaz.
artık tam bir özgürlükle Allah'ın
şeriatın ı gözeten bir meşruluk içinde
kendisine uygun göreceği her şerefli
davranışa girişebilir. Bu arada müslüman bir
kadına mübah olacak biçimde süslenebilir, yeni evlilik
teklifi alabilir ve istediği kimse ile evlenebilir.
Artık onun yoluna ne köhnemiş eski gelenekler ve ne
de sahte şeref kompleksi dikilebilir. Bundan böyle
Allah'tan başka hiç kimsenin gözetimi ve denetimi altında
değildir.
"Hiç şüphesiz ne yaparsanız Allah onu bilir."
İşte dul kadının durumu bu. Ayetin bundan
sonraki kısmında bekleme süresi içinde bu dul kadınlara
karşı ilgi duyan, onlarla evlenmeye niyetlenen
erkeklere dönülerek kendilerine, fertlere ve topluma ilişkin
nezaket kurallarına uymaları, duygulara ve heyecanlara
saygılı olmaları, aynı zamanda verecekleri
kararın beraberinde getireceği ihtiyaçları,yarar
ve zararları da gözönüne getirmeleri telkin ediliyor:
"Bu durumdaki kadınlara ima yolu ile evlenme teklif
etmenizin ya da bu arzuyu içinizden geçirmenizin hiçbir sakıncası
yoktur."
Dul kadın, bekleme süresi içinde henüz içinde canlı
duran hatıralarla ve ölen kocasının ailesinin
acılı duyguları ile içiçedir. Bunların
yanısıra ilerde kesinlik kazanabilecek ya da kesinlik
kazanmış olan ve doğuma kadar bekleme yükümlülüğü
getiren hamilelik problemiyle karşı
karşıyadır. Bütün bu gerekler, yeni bir
evlilikten sözetmeyi engeller. Çünkü böyle bir konuyu ele
almanın henüz zamanı gelmemiştir, ayrıca böyle
bir konuşma duyguları incitir, hatıraları
rencide eder.
Bu gerekçeler gözönüne alınmakla birlikte, dul
kadına ima yolu ile -açıktan açığa
değil- talip olma girişimi mübah sayılmış,
kadının süresi dolduktan sonra eş olarak
istendiği anlamına çekebileceği, dolaylı
bir çıtlatma ifadesinin serbest olduğu
belirtilmiştir.
Buharî'nin Abdullah b. Abbas'a dayandırarak
belirttiğine göre ayette sözü edilen dolaylı yoldan
kadına talip olma girişiminden maksat "Evlenmek
istiyorum", "Bir kadına ihtiyacım var",
"İyi bir kadının elime geçmesini isterim..."
gibi sözler söylemektir.
Bu arada bir erkeğin bu dul kadına açıktan söylemediği
ve dolaylı bir yolla çıtlatmadığı bir
arzuyu kalbinde taşıması da serbest
kılındı. Çünkü insan iradesinin bu tür iç
arzuları denetim altına alamayacağını yüce
Allah herkesten iyi bilir:
"Allah, sizin onları hatırınızda
tutacağınızı biliyor."
Yüce Allah, dul kadına dolaylı ifadeler
aracılığı ile talip olmayı ve bununla
ilgili arzu duymayı şunun için serbest bıraktı:
Çünkü bu istek aslında helâl olan, özü itibarı
ile mübah olan fıtrî bir eğilimin sonucu olur.
Sadece birtakım özel şartlar, bu konuda somut
adım atılmasını bir süre ertelemeyi
gerektiriyor, o kadar. İslâm fıtrî eğilimleri
yok etmeyi değil, onları arındırmayı
amaçlar; içgüdüleri bastırmayı değil, denetim
altına almayı ister. Bu gerekçe ile bu konuda sadece
duygu arınmışlığına ve vicdan
temizliğine ters düşecek davranışları
yasaklamakla yetiniyor:
"Sakın onlarla gizlice buluşmak üzere sözleşmeyin
(randevulaşmayın)." Yani "Dul
kadınlara; dolaylı sözlerle talip olmanızın
ya da içinizden bu yolda arzu beslemenizin hiçbir sakıncası
yoktur. Sakıncalı olan davranış; bekleme süreleri
dolmadan onlarla gizlice buluşarak evlenme teklifinde
bulunmanızdır. Böyle bir girişim hem
şahıslara ilişkin edep kurallarına
aykırı davranmak, hem ölü kocanın
hatırasını rencide etmek ve hem de dul
kadının hayatının bu iki dönemi arasında
ayırıcı bir sınır olsun diye bekleme süresini
yasallaştırmış olan yüce Allah'a karşı
saygı eksikliğine düşmek anlamına gelir:
"Yalnız onlara uygun sözler söyleyebilirsiniz."
Ayıp anlam taşımayan, müstehcen olmayan ve bu
hassas duruma ilişkin olarak açıklanan ilâhi sınırlamaları
aşmayan edepli sözler:
"Gerekli bekleme süresi dolmadıkça sakın
onlarla nikâh akdetmeye niyetlenmeyin."
Dikkat edersek yüce Allah burada
demiyor,
onun yerine sakındırma dozu daha yüksek bir ifade
kullanarak "Onlarla nikâh akdetmeye niyetlenmeyin"
buyuruyor. Yani burada yasaklanan şey, nikâh akdetme
eylemini meydana getirecek olan karardır, bu yoldaki
niyettir. Bu ifade yüce Allah'ın daha önce okuduğumuz
"Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır, sakın onlara
yaklaşmayın" uyarısı ile aynı
türdendir ve son derece esprili, ince bir anlam taşır.
"Allah'ın içinizden geçen duyguları
bildiğini bilin ve O'ndan çekinin."
Burada yasal düzenlemeler ile gönüllerdeki duyguların
içyüzünden haberdar olan Allah korkusu arasında
sıkı bir ilişki kuruluyor. Kadın-erkek
arası ilişkilerden, son derece duyarlı, kalpleri
birbirine bağlayan ve vicdanlar üzerinde egemenlik kuran
bu nazik ilişki türünde gizli duyguların ve
kalplerin bir köşesinde yer bulan kuruntuların son
derece ağırlıklı bir önemi vardır.
Buna göre yüce Allah'ın gönüllerde iz bırakan bu
gizli duyguları oldukları gibi bildiği
inancından kaynaklanacak çekingenlik duygusu, şer'i hükümlerin
uygulanması konusunda yasal müeyyidelere eşlik eden
son teminattır.
İnsan vicdanı korku ve sakınma duygusu ile
ürperince, takva ve çekinme duygusu ile titreyip feryad edince
bir süre sonra durulur, içine huzur; yüce Allah'ın
affediciliğine, hoşgörüsüne ve bağışlayıcılığına
dönük güven dolar:
"Bilin ki, Allah, günahları
bağışlar ve halimdir