Evlilik hayatına tekrar dönülebilecek boşama (talâk)
iki kezdir. Eğer bu sayı aşılırsa
tekrar o evlilik hayatına dönülemez. Yalnız bir
sonraki ayette anlatılan bir şartla o evliliğe dönülebilir.
Bu şart şudur: Kadın, başka bir erkekle
evlenecek. Sonra bu yeni koca, kadını herhangi bir
sebeple normal biçimde boşayacak ve meşru süreler
içinde bir daha kadına dönmeyecek, böylece adamın
kadını kesinlikle boşadığı meydana
çıkacak. İşte ancak o zaman kadının
eski kocası onunla yeniden evlenebilir, tabii ki, eğer
kadın, bu eski kocası ile tekrar evlenmek isterse bu
evlilik sözkonusu olabilir.
Bir rivayete göre boşamaya ilişkin bu
sınırlayıcı hükmün iniş sebebi
şudur: islâm'ın ilk yıllarında boşama,
hiçbir sayı ile sınırlı değildi. Erkek,
boşadığı kadına, bekleme süresi
içinde dönebilir, sonra onu yeniden boşayıp tekrar
ona dönebilir ve bu işlemi istediği kadar
yineleyebilirdi. Bu arada Ensar (Medine yerlisi) müslümanlarından
biri karısı ile bozuşmuş, ona iyice
kızmıştı. Bu kızgınlıkla
eşine "vallahi, seninle ne bir daha bir araya gelirim
ve ne de senden ayrılırım" diye yemin etti.
Eşi "Bu dediğin nasıl olacak?" diye
sorunca adam kendisine "Seni boşarım, son bekleme
sürenin sonlarına yakın tekrar alırım ve bu
işlemi sürekli tekrar ederim" diye cevap verdi. Bu
olay Peygamberimize yansıtıldı ve bir süre sonra
şimdi incelemekte olduğumuz "Boşama iki
kezdir" cümlesi ile başlayan ayet indi.
Yüce Allah'ın müslüman cemaati eğitmeye yönelik
sistemi ve metodunda değişmez bir hikmet görülür.
Bu hikmet, hüküm(erin, onlara ihtiyaç doğduğu zaman
indirilmeleridir. Sistem, bütün temel hükümlerini bu
şekilde tamamladı. Geriye sadece somut
gelişmelere, pratik olaylara ilişkin tanımlamalar
kalmış. Tanımlama işleminden sonra somut
olaylar, sözünü ettiğimiz geniş kapsamlı temel
hükümlerin ışığında çözüme bağlanacaktı.
Bu sınırlama, boşamayı
kısıtlı ve kayda bağlı bir
niteliğe büründürdü. Artık onunla sürekli
biçimde oynama imkânı ortadan kaldırıldı.
Erkek, karısını ilk kez boşayınca
kadının bekleme süresi içinde, başka herhangi
bir işleme gerek kalmaksızın, eşine dönebilir.
Eğer erkek bir girişimde bulunmaksızın bu
bekleme süresi dolar ve kadın da kocasının
ilgisizliğinden emin olursa bu durumda kocanın,
karısına dönebilmesi için yeniden mehir belirlenerek
yeni bir nikâhın kıyılması gerekir.
Eğer erkek, bekleme süresi içinde eşine döner,ya da
"küçük ayrılık" adı verilen durumda
nikâh tazelerse eşini bir kere daha boşayabilir, bu
boşamaya ilişkin hükümler bütün ayrıntıları
ile tıpkı ilk boşamanın hükümleri gibidir.
Fakat eğer bu erkek, eşini üçüncü kez boşarsa,
boşama işlemi gerçekleşir gerçekleşmez, bu
eşler arasında "büyük ayrılık"
adı verilen durum meydana gelir. Bu durumda erkek,
eşine ne bekleme süresi içinde ve ne de daha sonra
dönemez. Dönebilmesi için kadının bir başka
erkekle evlenmesi, arkasından yeni kocanın,
kadını normal bir sebeple boşaması, bekleme
süresi içinde barışma girişiminde
bulunmamış olması ya da boşamaları
izleyen bekleme sürelerinin dolması üzerine kadın açısından
bu boşamanın iyice kesinleşmesi gerekir. Ancak o
zaman kadının da isteğiyle bir önceki koca eski
karısı ile yeniden evlenebilir.
Yukarda belirttiğimiz gibi ilk boşama bir mihenk
taşı, bir tecrübedir. İkincisi ise bir
başka tecrübe girişimi ve son sınavdır.
Eğer bundan sonra ortak hayat iyi yürürse ne alâ, yoksa
üçüncü boşama bu evlilik hayatında birlikte
yaşamayı imkânsızlaştıran köklü bir
bozukluk olduğunun kanıtı olur.
Sözün kısası, boşama başka hiçbir
önlemin çare olamadığı bir
rahatsızlığın son çözüm yolundan başka
birşey değildir... Boşamanın ikinci
aşaması gerçekleşince erkeğin önünde iki
yol kalır. Ya eşini meşru bir şekilde nikâhı
altında tutacak, birlikte mutlu ve huzurlu bir hayat
yaşayacaklar ya da eşini sıkıntıya
sokmaksızın, eziyet etmeksizin iyilikle bırakacak.
Bu da boşamanın üçüncü aşamasını
oluşturur, kadın bundan sonra hayatına yeni bir yön
vermek üzere serbest kalır. Bu yasal düzenleme, somut
olayları pratik çözümler ile karşılayan
objektif bir düzenlemedir. Somut realiteleri gözardı
etmez, çünkü böyle bir tutum hiçbir işe yaramaz;
insanları yüce Allah'ın fıtratı
dışına kaydırarak adeta yeniden yaratmak
gibi bir saçmalığa girişmez; bunun yanında
insanı kendi halinde bırakmanın fayda
getirmeyeceği durumlarda onu kendi haline de bırakmaz.
Eğer erkek karısı ile geçinemiyorsa onu boşamasına
karşılık olarak evliyken kendisine verdiği
mehiri ya da diğer hediyeleri kısmen de olsa geri
alamaz. Yalnız, eğer kadın, kocasından
ayrılmak zorunluluğunu duyarsa, kişisel
duygularından kaynaklanan bir sebeple kocası ile
birlikte yaşayamayacağını anlar ve
kocasını sevmemesinin ya da ona karşı
duyduğu nefretin tepkisi ile ya aile dirliği ya iffet
veya edep kuralları bakımından yüce Allah'ın
çizdiği sınırları
aşacağını hissederse bu durumda
kocasından kendisini boşamasını isteyebilir,
bunun için evlenirken kocasından almış
olduğu mehri ve nafakaları tamamen ya da kısmen
geri verebilir, böylece kocasının kasıtlı
bir kusurundan kaynaklanmayan bu yuva
yıkımını kısmen telâfi edeceği
gibi kendini Allah'a karşı gelmekten, O'nun
sınırlarını çiğnemekten ve nefsine
zulmetmekten koruyabilir. Bütün bunlar, İslâm'ın,
insanların karşısına çıkan bütün
somut olayları ve durumları gözettiğini gösterir.
İslâm samimi kalplerin insan tarafından denetim
altına alınamayacak olan duygularını gözönüne
alır, kadını nefret ettiği bir hayatı sürdürmeye
zorlamaz, bunun yanında erkeğin de hiçbir kusur işlemediği
halde maddî zarara uğramasına göz yummaz.
Bu hükmün pratiklik derecesini anlayabilmemiz için
Peygamber efendimiz dönemindeki bir uygulama örneğine dönerek
bu tutarlı ilâhi sistemin ne kadar ciddi, ne kadar anlayışlı,
ne kadar iyi niyetli ve adaletli olduğunu somut bir
şekilde görmemiz yerinde olur.
İmam-ı Malik, ünlü eseri "Muvatta"da
rivayet yolu ile edindiği bilgilere dayanarak şöyle
bir olay anlatır: Ensar müslümanlarından Habibe
binti Sehl, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın eşi idi.
Peygamberimiz bir sabah, namaza giderken evinin kapısı
önünde alacakaranlıkta bu kadınla
karşılaştı. "Kim o?" diye sorunca
kadın; "Ben Habibe b. Sehl'im" diye
karşılık verdi. Peygamberimiz; "Ne
istiyorsun?" diye sordu. Kadın, kocasını
kasdederek; "Ben ve Sabit b. Kays artık bir arada
yaşayamayız" dedi.
Bir süre sonra kadının kocası geldi,
Peygamberimiz adama; "Eşin Habibe, aranızda olup
bitenleri ayrıntılı biçimde anlattı"
buyurdu. Bu arada kadın; "Ya Resulallah, bana
verdiklerinin hepsi yanımda' dedi. Peygamberimiz, adama;
"Verdiklerini ondan geri al" dedi. Adam da
verdiklerini geri aldıktan sonra kadın, eşinden
ayrılarak ana-babasının yanına gitti.
Buhari aynı olay, Abdullah b. Abbas'a dayanarak şöyle
anlatır: Birgün Sabit b. Kays b. Şemmas'ın
eşi Peygamberimize gelerek şunları söyledi;
"Ya Resulallah, ne ahlâk ve ne de din açısından
kusurlu bulmuyorum. Fakat müslüman olduktan sonra tekrar
kâfirliğe dalmak istemiyorum." Peygamberimiz,
kadına; "Mehir olarak sana verdiği hurma bahçesini
ona geri veriyor musun?" diye sordu. Kadının;
"Evet" demesi üzerine Peygamberimiz, Sabit'e
dönerek; "Hurma bahçeni geri al ve onu boşa"
buyurdu.
Aynı olayın daha ayrıntılı bir
rivayetine göre İbn-i Cerir, bir defasında
sahabilerden İkrime'ye; "Hal'in, yani
kadının isteği üzerine kocasından
ayrılabilmesinin İslâm'da yeri var mı?"
diye sordu ve İkrime'den şu cevabı aldı:
- Abdullah b. Abbas'dan işittiğime göre İslâm'da
ilk Hal kararı Abdullah b. Ubeyy'in kız kardeşine
uygulandı. Kadın, bir gün Peygamberimize gelerek
şöyle dedi; "Ya Resulallah, bundan böyle asla Sabit
ile aynı yastığa baş koymam. Geçenlerde
perdeyi aralayınca onu bir grup arkadaşı
arasında eve gelirken gördüm. Adam o grubun
içindekilerin en kara derilisi, en kısa boylusu, en
çirkin yüzlüsü idi." Bunun üzerine kadının
kocası; "Ya Resulallah, ben ona en değerli
malımı, hurma bahçemi verdim. Öyleyse bahçemi geri
versin" dedi. Peygamberimiz, kadına; "Ne
diyorsun?" diye sorunca kadın; "Geri veririm,
isterse daha fazlasını da veririm" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz, onları birbirinden
ayırdı.
Bu rivayetlerin tümü şunu anlatıyor.
Peygamberimiz, kadının psikolojik kaynaklı bir
rahatsızlığını kabul etmiş, bu
rahatsızlığın yok sayılmasını
yararsız bir inkar saymış, kadını
istemediği böyle bir hayata katlanmak zorunda bırakmayı
doğru görmemiş, bu tür bir duygu tarafından gölgelenen
bir karı-koca hayatından hayır gelmeyeceğine
karar vermiş ve bu problemi, ilâhi sisteme uygun bir
çözüme bağlamıştır. O ilâhi sistem ki,
insan fıtratına açık, pratik ve objektif biçimde
karşılık veriyor, insan psikolojisine
karşı, onun içinden geçen duyguların içyüzünü
kavrayan bir anlayışla tavır alıyor.
Bu tür meselelerde ciddiliğin ve oyun peşinde
olmanın, samimiyetin ve düzenbazlığın
kriteri ve müeyyidesi takva, Allah korkusu olduğu için
ayetin son cümlesi Allah'ın
sınırlarını aşmaktan sakınmaya çağıran
bir uyarı ile bağlanıyor:
"Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır, onları aşmayın.
Kimler Allah'ın sınırlarını aşarsa
işte onlar zalimlerin ta kendileridir."
Burada bir an durup aynı anlama gelen iki Kur'an ifadesi
arasındaki ince farka değinmek istiyoruz. Bu fark,
anlatılan şartlara paralel olarak
karşımıza çıkıyor. Bu surenin daha
önce incelediğimiz oruç konusunun işlendiği bir
ayetin son cümlesi "Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır, sakın bu sınırlara
yaklaşmayın" şeklinde sona eriyordu.
Şimdi incelediğimiz ayetler demetinin uyarı cümlelerinden
birinde ise "Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır, sakın bu
sınırları aşmayın" buyuruluyor.
Birinci cümlede "yaklaşılmama"
uyarısı yapılırken ikinci cümlede "aşılmama"
uyarısı yöneltiliyor. Acaba bu uyarı
farklılığının sebebi nedir?
İlk cümlenin öncesinde şehevi iç dürtülere
getirilen yasaklardan sözediliyordu. O ayeti bir daha okuyalım:
"Oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde eşlerinize
yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin,
siz de onların örtüsü, elbisesisiniz. Allah sizin
nefisleriniz tarafından
aldatıldığınızı biliyordu, bunun için
tevbelerinizi kabul, sizleri de affetti. Şimdi artık
eşlerinize serbestçe yaklaşın ve Allah'ın
size yazmış olduğunu arayın, isteyin.
Tanyeri ağarıp siyah ipliği beyaz iplikten
ayırd edinceye kadar yiyin, için. Sonra orucu geceye kadar
sürdürün. Mescidlerde itikâfa girdiğinizde
eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın
çizdiği sınırlardır, onlara
yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara böyle açık
açık