Nikâh, yani evlilik, karşı cinsten iki insanı
birleştiren en köklü, en güçlü ve en sürekli bağdır.
Bu bağ, iki kişi arasında mümkün olan en geniş
çaplı anlayış birliğini içerir. Buna göre
tarafların kalplerinin çözülmez bir bağda
birleşmesi, buluşması gerekir. Kalplerin
birleşebilmesi için aralarında inanç ve istikamet
birliği bulunmalıdır. Öteyandan dini inanç,
vicdanların yapılanmasına en köklü ve en yaygın
biçimde katkıda bulunan, onları etkileyen,
duyguları biçimlendiren, bu duyguların
etkilenmelerini ve tepkilerini belirleyen, hayat boyunca
vicdanların izleyecekleri yolu çizen faktördür. Gerçi
kimi zaman dini inancın pasifleşmesi ve
etkinliğinden uzaklaşması birçoklarını
yanıltıyor. Böyleleri bu yüzden dini inancın
gelip-geçici bir duygu olduğunu, bazı felsefî düşüncelerle
ya da sosyal akımlarla yerinin doldurulabileceğini
sanırlar. Fakat bu görüş insanın psikolojik
yapısı, onun gerçek dayanakları hakkında
eksik bilgiden kaynaklanan asılsız bir
saplantıdır.
Mekke'de oluşmaya başlayan İslâm cemaati
kalplerinde gerçekleştirdiği duygu ve inanç
devrimini aynı oranda sosyal hayatında da gerçekleştirebilecek,
farklı bir pratik sosyal düzen kurabilecek ortamdan
yoksundu. Çünkü sosyal gelişmeler zamana ve tedrici
kurumsal düzenlemelere muhtaçtırlar. Fakat yüce Allah,
müslüman toplumun Medine'de bağımsızlığına
kavuşmasını ve inanç alanındaki özgünlüğüne
paralel olarak toplumsal kişiliğinin de özgünlük
kazanmasını dileyince, yeni yasal düzenlemeler
birbiri arkasından gelmeye başladı. Bu arada bu
ayet inerek artık müslümanlar ile müşrikler
arasında yeni evliliklerin yapılmasını
yasakladı. Fakat dâha öncéden varolan bu tür evlilikler
Hicri altıncı yıla kadar yürürlükte kaldı.
Ancak bu tarihte Hudeybiye denilen yerde Mümtehine suresinde
yeralan şu ayet indi:
"Ey müminler, mümin kadınlar göç ederek size
geldikleri zaman onları imtihan edin. Gerçi Allah onların
imanlarının durumunu herkesten iyi bilir. Eğer
onların gerçekten mümin olduklarını
anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne bu
kadınlar onlara helâldir ve ne de o erkekler bunlara
helâldir"... "Kâfir kadınları nikâhınız
altında tutmayın." (Mümtehine Suresi, 10)
Bunun üzerine müslümanlar ile müşrikler
arasındaki evlilik ilişkileri kesin bir biçimde sona
erdi.
Artık bir müslüman erkeğin, müşrik (puta
tapan, Allah'a ortak koşan) bir kadınla ve müşrik
bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesi haram
kılınmıştı. Bundan böyle aynı
inancı paylaşmayan iki kalbin evlilik
aracılığı ile birleştirilmesi
yasaktı. Çünkü bu durumda evlilik bağı yapay,
çürük ve zayıf bir bağdı. Çünkü bu evliliğin
tarafları Allah'ta buluşmuyorlardı. Bu tür bir
evlilikle de hayat ortaklığı gerçekleştirilemezdi.
İnsanı onurlandırıp hayvanların
üzerinde bir düzeye yükseltmiş olan yüce Allah evlilik
ilişkisinin hayvansal bir içgüdü, basit bir şehvet
boşalması olmasını istemiyor, bunun yerine
onu yüceltip Allah'la ilişki kuracak düzeye çıkarmak,
hayatın gelişmesi ve arındırılması
alanında bu kurum ile Allah'ın dileğini ve
sistemini ortak bir noktada buluşturmak istiyor.
İşte bu yüzden şu kesin ve kararlı
direktifle karşılaşıyoruz:
"Puta tapan kadınlarla, onlar iman etmedikçe,
evlenmeyin."
Eğer bu kadın iman ederse, aradaki engel ortadan
kalkmış, erkek ile kadının kalpleri Allah'da
buluşmuş, böylece bu iki insan arâsındaki
ilişki zararlı ve bozucu bir faktörün etkisinden
kurtulmuş olur. Bu ilişki hem kurtulmuş hem de
yeni bağ, yani inanç bağı
aracılığı ile güçlenmiş olur:
"Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden putperest
bir hür kadından daha iyidir."
Burada sözü edilen "çok beğenme",
hoşlanma duygusu sırf içgüdülerden kaynaklanır,
yüce insanî duyguların onda hiçbir katkısı
yoktur. Bu içgüdüsel duygu, duyu organları ile vücudun
diğer bazı organlarının yargısı
olmaktan öteye gitmez. Oysa gönül güzelliği daha
derinlikli ve daha değerlidir. Hatta, müslüman kadın,
bir cariye bile olsa bu böyledir. Çünkü onun İslâm
kaynaklı nesebi,kendisini soylu fakat müşrik
kadının üzerinde bir düzeye yükseltir. Çünkü bu
nesep, yüce Allah'tan kaynaklanır ki, bu, neseplerin en
üstünüdür.
"Putatapan erkeklerle, onlar iman etmedikçe, evlenmeyin.
Mümin bir köle, çok hoşunuza giden putperest bir hür
erkekten daha iyidir."
Burada bir önceki cümledeki hüküm, biçim değişikliği
yapılarak tekrarlanıyor. Maksat sözkonusu hükmü
pekiştirmek, anlatımına ayrıntılık
kazandırmaktır. Yoksa ilk cümledeki hükmün
gerekçesi ile ikinci cümledeki hükmün gerekçesi aynıdır.
"Onlar sizi Cehennem'e çağırırlar. Oysa
Allah sizi, izni ile, Cennet'e ve affedilmeye çağırıyor.
O, ayetlerini insanlara açıkça anlatıyor ki, öğüt
alsınlar."
Yollar ayrı, çağrılar ayrıdır. Böyle
olunca bu iki grup insan, hayatın temel kurumu olan bir
birleşmede nasıl biraraya gelebilirler?
Putperest erkek ve kadınların yolları
Cehennem'e doğrudur, çağrıları da
Cehennem'e doğrudur, çağrıları da
Cehennem'e yöneliktir. Oysa mümin erkek ve kadınların
yolu, Allah yoludur. Allah da izni ile Cennet'e ve
bağışlanmaya çağırır.
Onların çağrısı ile yüce Allah'ın çağrısı
birbirinden ne kadar uzaktır!
Fakat, acaba aslında Cehennem'e çağıranlar, o
putperest erkekler ile kadınlar mıdır? Kendisini
ve başkalarını Cehennem'e çağıran
aslında kimdir? Bu ayet, kısa yoldan bu son gerçeğe
parmak basıyor, onu dal-`a baştan Cehennem'e çağırmak
olarak vurguluyor, çünkü bunun akıbeti, Cehennem'dir. Yüce
Allah müslümanları, bu İslâm'dan vazgeçirme amaçlı
çağrı konusunda uyarıyor, "Öğüt
alsınlar diye insanlara ayetlerini açıkça anlatıyor."
Buna rağmen kim söz dinlemez de bu çağrıya
uyarsa veyl olsun, yazıklar olsun ona...
Burada şu noktayı hatırlatalım. Bu ayetle
yüce Allah -aradaki inanç ayrılığına
rağmen- müslüman bir erkeğin: Ehl-i Kitaptan bir
kadınla evlenmesini yasaklamıyor. Bu, farklı bir
konudur. Müslüman erkek ile Ehl-i Kitaptan olan kadın,
şeriatlerinin ayrıntılarındaki
farklılığa rağmen, Allah'a inanma ilkesinde
ortaktırlar.
Fakat eğer sözkonusu Ehl-i Kitap bağlısı
kadın Allah'ın "Üçün üçüncüsü" olduğuna
ya da "Meryem oğlu İsa'nın Allah"
olduğuna ya da "Üzeyir'in Allah'ın oğlu"
olduğuna inanıyorsa, acaba evlenilmesi yasak müşrik
(Allah'a ortak koşmuş) bir kadın mı
sayılır, yoksa "Bugün size temiz olanlar
helâl kılındı." ...."Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları
size
ayetinin kapsamına girer,
Kitap Ehli kadınlardan mı kabul edilir? Bu konu,
fıkıh bilginleri arasında
tartışmalıdır." (Maide Suresi, 5)
Fıkıh bilginlerinin çoğunluğunun görüşü,
sözkonusu kadının bu ayetin kapsamına
girdiği yolundadır. Fakat ben böyle bir kadınla
evlenmenin haram olacağını savunan görüşü
benimseme eğilimindeyim. Nitekim Buharî'de yeraldığına
göre İbn-i Ömer (Allah her ikisinden de razı olsun)
şöyle diyor:
"Ben,bir kadının, Allah'ının
İsa olduğuna göre İbn-i Ömer daha büyük bir
şirk (ortak koşma) bilmiyorum."
Buna karşılık müslüman bir kadının,
Ehl-i Kitaptan bir erkekle evlenmesi kesinlikle yasaktır.
Çünkü bu olay müslüman bir erkeğin, müşrik
olmayan Ehl-i Kitaptan bir kadınla evlenmesinden mahiyeti
itibarı ile farklıdır, bu yüzden hükmü de
farklıdır.
Bunun nedeni; İslâm şeriatına göre doğan
çocuklar babalarının soyadını alırlar.
Ayrıca pratikteki uygulamaya göre kadın,
kocasının ailesine, toplumuna ve yurduna
taşınmaktadır. Buna göre müslüman bir erkek,
müşrik olmayan bir Ehl-i Kitap bağlısı
kadınla evlenince kocasının toplumuna
katılır, adamın bu kadından doğacak
çocukları da kendi soyadını alırlar. Bu
durumda egemen olan, bu yuvayı gölgesi altına alan güç,
İslâm'dır. Fakat eğer müslüman bir kadın,
Ehl-i Kitap (yahudi, hristiyan) bir erkek ile evlenirse bunun
tam tersi olur; kadın kendi toplumundan uzak yaşamak
durumuna düşer; gerek zayıf oluşu ve gerekse bir
yabancı ile kurmuş olduğu bu birlik onun İslâm'dan
uzaklaşmasına yolaçar. Bunun yanısıra
doğacak olan çocukları kocasının
soyadını taşıyacak ve kendi dininden
başka bir dine bağlanacaklardır. Oysa İslâm'ın
her zaman egemen güç olması gerekir.
Yalnız bazı pratik sebepler, aslında mübah
olan müslüman bir erkeğin, Ehli Kitap
bağlısı bir kadınla evlenmesini mekruh
saydırabilir. Nitekim Hz. Ömer, sözkonusu sebepler karşısında
bu görüşü benimsemektedir.
İbn-i Kesir, tefsirinde bu konuda şöyle diyor:
- Ebu Cafer b. Cerir, Ehl-i Kitap bağlısı
kadınlar ile evlenme hakkında bilginler arasında
görüş birliğinin bulunduğunu anlattıktan
sonra sözlerine şöyle devam ediyor; "Fakat Hz. Ömer,
müslüman kadınların erkekler tarafından ikinci
plâna atılabileceği ve daha başka
sakıncaları gözönüne alarak bu tür evliliği
mekruh görmüştür."
Yine bize gelen bilgilere göre, sahabilerden Hz. Huzeyfe,
yahudi bir kadınla evlenmiş ve Hz. Ömer, ona; "O
kadını boşa" diye yazmıştı.
Huzeyfe de kendisine; "Bu kadınla evlenmemin haram
olduğu görüşünde misin ki, onu boşayayım?"
diye soran bir yazı ile cevap verdi. Hz. Ömer, Huzeyfe'nin
bu mektubuna şu cevabı verdi; "Bu evliliğin
haram olduğu görüşünde değilim. Fakat mümin
kadınlar ile bu tür kadınlar arasında çatışma
çıkar diye korkuyorum." Başka bir rivayete göre
Hz. Ömer, Huzeyfe'ye verdiği cevapta şöyle diyor;
"Müslüman erkek, hıristiyan kadınla evlenecek.
Peki o zaman müslüman kadın kimle evlenecek?"
Biz günümüzde bu tür evliliklerin müslüman bir ev için
uygun olmadığı, kötü sonuçlar doğuracağı
görüşündeyiz. Şurası inkâr edilmez bir
gerçektir ki, hıristiyan, yahudi ya da dinsiz bir
kadın, evine ve çocuklarına kendi rengini verir ve
olabileceği kadar İslâm'dan uzak bir kuşak
meydana getirir. Özellikle günümüzün İslâm'dan kopmuş
ve ancak hoşgörülü bir bakış açısıyla
"müslüman" diye tanımlanabilecek müslüman-cahiliye
karışımı toplumu için bu gerçek daha da
geçerlilik kazanır. Çünkü bu toplumlar İslâm'a
birtakım zayıf ve biçimsel iplikler ile bağlıdırlar.
Bu iplikleri, aileye dışardan gelecek olan
yabancı kafir bir kadın kolayca koparabilir.
KADIN, SORUNLARI VE İSLÂM