Bu sorudan önce bu surede infak konusu ile ilgili çok sayıda
ayet yeraldı. İnfak ve yardımlaşma konusu,
İslâm'ın doğup geliştiği şartlara
benzer ortamlarda müslüman cemaatin karşı
karşıya kaldığı ve göğüslemek
zorunda tutulduğu sıkıntılarla,
meşakkatlerle ve savaşlarla başa çıkabilmesi
için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bunun
yanısıra yardımlaşma toplumsal
dayanışmanın, sosyal güvenliğin gerçekleşmesi
ve fertler arasında duygusal farklılıkların
ortadan kaldırılması açısından da
gereklidir. Öyle ki, her fert bu organizmanın bir üyesi
olduğunu, onun hiçbir imkânını kendinden
esirgemediğini ve hiçbir şeyden onu mahrum
tutmadığını hissetmelidir. Bu durum,
cemaatin duygusal oluşumu açısından çok
önemlidir. Ayrıca fertlerin ihtiyaçlarını
karşılamak, toplumun pratik oluşumu açısından
da önemlidir.
Burada bazı müslümanlar "Ne verecekler"ini
soruyorlar. Bu soru, verecekleri şeyin türüne ilişkin
bir sorudur. Bu soruya verilen cevapta ise vermenin
niteliği anlatılmakta, bunun yanısıra
yardım edilecek kimselerin öncelik ve yakınlık
sırası belirlenmektedir. Ayetin şu ifadesine
dikkat edelim:
"De ki; `hayır (iyilik, yardım) olarak ne
verirseniz..."
Bu ifade tarzı bize iki şeyi düşündürüyor:
Birincisi verilen şey, yapılan yardım
hayırdır, hayrın ta kendisidir. Veren için hayırdır,
alan için hayırdır, cemaat (toplum) hesabına
hayırdır, başlı başına
hayırdır, iyi bir davranıştır, iyi bir
sunuştur, iyi bir şeydir. Çünkü başkalarına
birşey vermek kalbi temizleyici, vicdanı
arındırıcı bir davranıştır;
Bunun yanısıra başkalarına sağlanan bir
yarar, bir yardımdır. Asıl kalbi temizleyen,
vicdanı arındıran ve özveriye soylu anlam kazandıran
hayırda bulunma, eldeki şeylerin en iyisini bulup
başkaları adına onu gözden çıkarabilmektir.
Yalnız bu ima yollu teşvik, zorunluluk anlamı
taşımaz. Çünkü, başka bir ayette
belirtildiği gibi, yardım ederken benimsenmesi zorunlu
olan tutum, verenin elindeki şeyin normalini, ortalama
kalitede olanını vermesi, bunun ne daha kalitelisini
ve ne de daha pahalısını vermemesidir. Fakat bu
ayetin içerdiği imalı teşvik, nefsi, iyi olan
malı verebilmeye yatkın hale getirmeyi, Kur'an-ı
Kerim'de izlenen nefis eğitimi ve kalpleri hazırlama
metodu uyarınca bu tür özveriyi sevdirmeyi sağlar.
Verilecek sadakanın türü belirlendikten sonra söz,
verme biçimine ve kime sadaka verilmesi gerektiğine
getiriliyor:
"Vereceğiniz mal (hayır) ana-baba, akrabalar,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir."
Ayetin bu cümlesi, toplumda yaşayan insanlardan birkaç
grup insanı birbirine bağlıyor. Bu kesimlerin
bazısını yakın akrabalık bağı,
bazısını uzak akrabalık bağı,
bazısını merhamet bağı ve
bazısını da bu inanç sisteminin çerçevesi
içinde yeralan kapsamlı insaniyet bağı
yardım edene bağlıyor. Bütün bu insan kesimleri
aynı ayette sıralanıyor: Ana-baba, akrabalar,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar. Bütün bu
kesimler, sağlam bir inanç çerçevesi içinde insanlar
arasında sosyal güvenliği sağlama ilişkisi
uyarınca dayanışmaya girişiyorlar.
Bu ayetteki sıralama başka ayetlerde de
tekrarlanıyor ve Peygamberimizin bazı hadislerinde açık
ve sınırlandırıcı bir dille ifade
ediliyor. Meselâ Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre
Peygamberimiz bir sahabeye şöyle buyuruyor:
"Yardım etmeye, sadaka vermeye önce kendinden başla.
Eğer kendinden birşey artarsa ailene ver. Eğer
ailenden birşey artarsa akrabalarına ver. Eğer
akrabandan birşey artarsa şunlara şunlara
ver." (Müslim)
Bu sıralama insan nefsini eğitirken ve yönlendirirken
kullandığı yalın ve hikmetli metod
hakkında bize fikir veriyor. İslâm, insanı
olduğu gibi, yani fıtrî yapısı ile,
doğal eğilimleri ve yetenekleri ile ele alıyor.
Sonra onu olduğu noktadan, durduğu yerden tutarak
adım adım ileriye doğru, üst düzeye doğru
zorlamaksızın yürütüyor. İnsan yukarı çıkarken
rahattır. İslâm onun fıtratını,
eğilimlerini ve yeteneklerini hesaba katıyor. Onun
aracılığı ile hayat düzeyini geliştirip
ilerletiyor. Bu sırada insan yorgunluk ve
bıkkınlık duymuyor. İslâm, onu üst
düzeylere tırmandırmak için zincirler ve
boyunduruklar aracılığı ile sürüklemiyor,
onu yükseltmek için fıtri eğilimlerini ve içgüdülerini
baskı altına almıyor. Yolda onu kılavuzsuz
bırakmıyor, onu bulutlar üzerinde uçuşa geçirmiyor.
Bunlar yerine onu zorlamaksızın, kolayına gelecek
şekilde yukarılara çıkarıyor. Yokuşu
çıkarken insanın ayakları yerde, gözleri semaya
dönük, kalbi yücelikler ufkunun heyecanı ile çarpmakta
ve ruhu yukarılarda Allah'a bağlıdır.
Yüce Allah başkalarından çok insanın kendini
sevdiğini iyi biliyor. Bu yüzden ona başkasına
yardımda bulunmayı emretmeden önce en başta
kendi ihtiyaçlarını karşılamayı
öneriyor, helâl nimetlerden yararlanmasını serbest
bırakıyor, onu savurganlığa ve
bencilliğe düşmeksizin bu nimetleri kullanmaya
özendiriyor. İşte bu yüzden şahsi ihtiyaçlarını
gidermedikçe sadaka vermeyi emretmiyor. Nitekim sahabelerden
Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre Peygamber efendimiz
şöyle buyuruyor:
"En hayırlı sadaka varlıktan
ayrılarak verilen sadakadır. Üstteki el, alttaki
elden daha hayırlıdır. Yardım etmeye geçindirmek
zorunda olduğun kimselerden başla." (Müslim)
Bu arada sahabilerden Cabir b. Abdullah şöyle diyor:
"Adamın biri bir gün, elinde yumurta büyüklüğünde
bir altın külçesi ile çıkageldi ve Peygamberimize `Ya
Resulallah, bunu bir maden ocağında buldum, bunu
sadaka olarak al, başka hiçbir malım yok' dedi.
Peygamberimiz yüzünü başka tarafa çevirdi. Bunun
üzerine adam Peygamberimize sağ yanından sokularak az
önceki sözlerini tekrarladı. Peygamberimiz yine yüzünü
başka tarafa çevirdi. Adam bu defa Peygamberimize sol yanından
sokularak aynı sözleri söyledi. Peygamberimiz yine
yüzünü başka tarafa çevirdi. Fakat adam bu kez de
Peygamberimize arka tarafından yaklaşarak aynı sözleri
tekrarladı. Bunun üzerine Peygamberimiz adamın
uzattığı altın külçeyi alarak üzerine fırlatıverdi.
Öyleki, eğer külçe, adama isabet etseydi mutlaka canını
acıtırdı. Arkasından da şöyle buyurdu:
"Aranızdan biri nesi varsa getiriyor ve `Bu
sadakadır' diyor. Sonra oturup başkalarına el açıyor.
En hayırlı sadaka varlıktan ayrılarak
verilen sadakadır."
Yüce Allah insanın en çok yakın aile fertlerini,
yani ehli ile ana-babasını sevdiğini iyi biliyor.
Bunun için ona kendi ihtiyaçlarını
karşıladıktan sonra atacağı ilk
yardımlaşma adımında bu sevdiklerine
yararlı olmasını öneriyor. Bunlara gönül hoşluğu
ile yardım yapacak, böylece zararlı olmayan
fıtri eğilimlerini tatmin etmiş olacaktır.
Bu eğilimleri tatmin etmenin zararlı bir şey
olmadığı bir yana tersine bunun arkasında
bir hikmet ve yarar vardır. Aslında kişinin, geçimlerini
sağladığı ve yardım elini
uzattığı bu kimseler en yakın
akrabalarıdır. Evet, ama bu insanlar ayni zamanda bu
ümmetin bir parçasıdırlar ve eğer bir yerden
yardım görmezlerse muhtaç duruma düşeceklerdir.
Buna göre bunların yakınları olan birinden
yardım görmeleri, yakınları olmayan bir
yabancıdan yardım almalarından daha onurlu bir
şeydir. Aynı zamanda bu aile içi yardımlaşma
yuvada sevgiyi ve iç barışı
yaygınlaştırır, yüce Allah'ın büyük
insanlık camiası yapısının ilk
tuğlası olmasını dilediği aile
kurumunun bağlarını güçlendirir.
Yüce Allah bundan sonra sevgisini ve yardımseverliğini
yakınlık derecelerinin öncelik sırasına göre
bütün akrabalarına yayacağını iyi biliyor.
Bunun bir zararı yok. Çünkü bu kimseler aynı
zamanda toplumun fertleri ve ümmet organizmasının
organlarıdırlar. Bu yüzden insana akrabalarını
aşan bir adım daha attırılıyor. Böylece
hem duygularını ve fıtrî eğilimlerini
tatmin ediyor hem bu kimselerin ihtiyaçlarım
karşılıyor hem geniş anlamlı aile
bağlarım güçlendiriyor ve bunun sonucunda müslüman
cemaatin üyelerinden biri, bağları güçlü ve ilişkileri
kopmaz sağlam bir birliğe kavuşuyor.
Eğer kendi geçimini sağlayan kişinin elinde,
bu söylediğimiz yakınlarına yardım ettikten
sonra verecek birşey kalırsa, İslâm onun elinden
tutarak onu toplumun çeşitli muhtaç kesimlerine yardım
etmeye götürüyor. Bu kesimler ya zaten bozuk olan yaşam
şartları ya da çeşitli sebeplerle maddî
durumlarının bozulması yüzünden insanın
merhamet ve katkıda bulunma duygularını harekete
geçiriyorlar. Bu kesimlerin başında yetimler,
yaşları küçük öksüzler gelir. Sonra zarurî
ihtiyaçlarını karşılayamadıkları
halde onurları ve saygınlıkları izin
vermediği için el açıp hiç kimseden birşey
istemeyen yoksullar gelir. Daha sonra sıra yolcularda,
yolda kalmışlardadır. Bu kimselerin memleketinde
varlıkları olabilir. Fakat bu mallarından
ayrı düşmüşler varlıkları ile
aralarına çeşitli engeller girmiştir. Böylelerinin
sayısı ilk müslüman cemaatte fazla idi. Bunlar her
şeylerini arkada bırakarak Mekke'den Medine'ye hicret
eden müslümanlardı.
Bütün bu kesimler toplumun üyeleri, bireyleridirler.
İslâm, yardımsever bağlılarını bu
ihtiyaçlı kesimlere yardım etmeye yöneltiyor. Bu
yönlendirmeyi onların arındırıp harekete geçirdiği
doğal iyi duygularına bağlı olarak gerçekleştiriyor
ve böylece yumuşak ve zorlamasız bir biçimde bütün
hedeflerine ulaşıyor. Bu
hedefler
nelerdir?
En başta yardımseverlerin vicdanlarını
arındırma hedefine ulaşılıyor. Çünkü
kişi verdiğinde gözü kalmayarak, yaptığı
yardımdan hoşnut olarak baskısız ve
ısrarsız bir şekilde vermiştir. İkinci
olarak sözünü ettiğimiz muhtaç kesimlere yardım
sağlama, onları sosyal güvenlik şemsiyesi
altına alma hedefine ulaşılıyor. Üçüncü
olarak da hiçbir baskıya ve zorlamaya
başvurmaksızın toplumun bütün fertleri arasında
dayanışmalı ve yardımlaşmalı
yoğun bir kaynaşma ve bütünleşme meydana
getiriyor. Görüldüğü gibi yumuşak, gönüllülük
ilkesine dayalı istediği hedefe varabilen;
baskısız, yapmacıksız ve düzenli olarak hayırlı
olanı tümü ile gerçekleştiren hünerli bir
yönlendirme metodu ile karşı
karşıyayız.
Sonra bütün bunlar ile yüce ufuk arasında ilişki
kuruyor; kalbi verdiğinde, yaptığında ve içinde
saklı niyet ve duygularında Allah'a
bağlılığın coşkunluğu ile
çarpmaya sevk ediyor:
"Hiç şüphesiz, Allah yaptığınız
her hayrı bilir."
Hem bizzat yapılan hayrı hem onu yaptıran
sebepleri ve hem de ona eşlik eden niyeti bilir. Onun için
de bu iyilik, bu hayır boşa gitmez, kaybolmaz. O, yüce
Allah'ın hesabına geçer. O Allah ki, O'na ulaşan
hiçbir şey kaybolmaz. İnsanları aldatması,
onlara haksızlık etmesi sözkonusu olmadığı
gibi O'na karşı ikiyüzlü davranmak ve olduğundan
farklı görünmek de mümkün değildir.
Bu metodu kullanan İslâm, insan kalbini
kötülüklerden arındırarak Allah'a
bağlılık derecesine yükseltir. Ancak bunu
yaparken zora başvurmaz, insan psikolojisini gözönünde
bulundurarak çeşitli önlem ve dayatmalara başvurmaz.
İşte mutlak anlamda bilgi sahibi ve
yarattığını en iyi tanıyan
Allah'ın benimsediği ve üzerine sosyal düzenini
oturttuğu eğitim metodu budur. İslâm'ın
öngördüğü sosyal düzen insanı olduğu gibi ve
bulunduğu konumda kabul ederek elinden tutar ve başka
yollardan giderek ulaşamayacağı yüceliklere, aydınlığa
ve zirveye ulaştırır. İnsanlık geçen
dönemlerde de ancak bu metodu ve yolu benimsediği zamanlar
sözü edilen zirveye ve aydınlığa
ulaşabilmişti.