Yüce Allah'ın burada geçen "hakk" içerikli
sözü üzerinde mutlaka durmamız gerekir. Bu söz sadece
ilâhi kitabın getirdiği bilgilerin "hakk"
olduğunu, bu hakkın kendi dışındaki
insan sözleri, düşünceleri, Sistemleri, değer
yargıları ve kriterleri hakkında adil hüküm ve
son söz olsun diye indirildiğini kesinlikle belirliyor. Bu
hakkın dışında bir başka hak, bu hükmün
yanında başka bir hüküm ve bu sözden sonra başka
bir söz geçerli olamaz. Birden fazla sayıda olmayan bu
hakk ortada olmaksızın, bu hakkı insanlar
arasındaki bütün ihtilaflı konularda hakem
yapmaksızın ve onun hükmüne tartışmasız
ve itirazsız olarak boyun eğmeksizin, bütün bunlar
olmaksızın, şu hayatın gidişatı
yoluna girmez, insanlar arasındaki uyuşmazlıklar
ve ayrılıklar sona ermez, yeryüzünde barış
ortamı gerçekleşmez ve insanlar asla barışa
giremez.
İnsanların düşüncelerini ve yasal ilkelerini
nereden alacaklarını ve aralarında doğacak
çeşitli uyuşmazlıkları çözmek için
nereye başvuracaklarını belirleme hususunda bu
gerçeğin son derece önemli bir değeri vardır. Sözkonusu
başvuru mercii birden çok değil, bir tektir ve bu
hakk içerikli kitabı indirmiş olan mercidir. O kaynak
birden çok değil, bir tanedir ve o da tartışma
ve uyuşmazlığa düşülen konularda insanlar
arasında hüküm vermek için yüce Allah tarafından
indirilmiş olan kitaptır.
Bu kitap özü itibariyle bütün peygamberlerin yanlarında
getirdikleri tek bir kitaptır. O halde gelen hep aynı
kitaptır. Millet de genel anlamda tek bir millettir. Bu
kitapta dile gelen düşünce de temelde tek bir düşüncedir:
Yani tek bir ilâh, tek bir Rabb, tek bir kulluk mercii ve
bütün insanlar için tek bir yasa koyucu olduğudur.
Daha sonra zamanla milletlerin ve kuşakların ihtiyaçları,
hayatın gelişme evreleri ve ilişkileri
uyarınca ayrıntılarda farklılıklar
meydana geliyor ve islâm'ın sunduğu şekli ile
son biçimini alıyor, bu son kitabın geniş ve
kapsamlı çerçevesinde hayatın akışı
ve gelişmesi serbest bırakılıyor. Bu
gelişme yüce Allah'ın rehberliği sistemi ve sözkonusu
yaygın, kapsamlı çerçevesinin sınırları
içinde yenilenen, canlı şeriatı altında gerçekleşecektir.
Kitap hakkında Kur'an-ı Kerim'in seslendirdiği
bu görüş, dinlerin ve inanç sistemlerinin tarihi gelişimi
ile ilgili İslâm'ın dosdoğru bakış açısını
yansıtır. Bu bakış açısına göre
her peygamber aslında, köklü bir temel üzerine oturan bu
tek dini getirmiştir. Bu temel,
kayıtsız-şartsız Tevhid (Allah'ın
birliği) ilkesidir. Sonra her peygamber devriminin
arkasından zamanla sapmalar baş gösteriyor, hurafe ve
masallar inançlara galebe çalıyor, sonunda insanlar bu büyük
kaynaktan tamamen uzaklaşıyorlar. Bunun üzerine yeni
bir peygamber devrimi gerçekleşiyor. Bu peygamberlik
devrimi köklü inancı yeniden ortaya çıkarıyor,
bu inanca karıştırılan hurafeleri temizliyor,
ayrıntılar ile ilgili hükümlerde İslâm
ümmetinin yeni şartlarını ve gelişme düzeyini
gözönünde bulunduruyor.
Bu görüş, dinler tarihi konusunda araştırma
yapan gayri-müslimlerin, zaman zaman farkında
olmaksızın müslüman araştırmacıları
da etkileyen teorilerine tercih edilmeli, o teoriler yerine bu görüş
savunulmalıdır. Bu teoriler,
araştırmalarını tarih boyunca inancın
özü ve düşünce sisteminin temelinde değişme
ve gelişme olduğu esasına dayandırırlar.
Şarkiyatçıların ve onların benzeri cahil
Batılı araştırmacıların temel
yaklaşımı budur.
Oysa yüce Allah'ın hakk içerikli olarak indirdiği
ve tarihin başlangıcından beri bütün zamanlarda
ve her yeni peygamberle birlikte uyuşmazlık
konularında insanlar arasında hüküm vermek üzere
gönderilen bu kitabın fonksiyonu, ancak iman düşüncesinin
özünün değişmezliği ilkesi ile
bağdaşabilir.
Ortada insanların sığınacakları
değişmez bir ölçü, başvurabilecekleri bir son
söz mutlaka bulunmalıdır. Bunun yanısıra bu
ölçü mutlaka insan dışı bir kaynağın
eseri olmalı, bu son söz, mutlaka insan ihtiraslarından,
insan yetersizliğinden ve insan bilgisizliğinden
etkilenmeyen adil bir hakimin sözü olmalıdır.
Bu değişmez ölçüyü ortaya koymak için sınırsız
bir bilgi, geçmişte olanları, şimdiki zamanda
olanları ve ilerde olacakları tümü ile içeren bir
bilgi gereklidir. Bu bilgi aynı varlık birimini geçmiş,
şimdiki zaman ve gelecek gibi kategorilere ayıran
zaman kayıtları ile ya da yine bu aynı
varlık birimini kesin, şüpheli, meçhul, somut ve
görünmez gibi kesimler ile sınırlandırmamalıdır.
Yine bu bilgi aynı varlık birimini yakın, uzak, görünür,
görünmez, algılanabilir ve algılanamaz gibi mekan
kayıtları ile de sınırlamamalıdır.
Bu değişmez ölçü neyi ve kimi yarattığını,
bilen, herkese yarayan ve istikrarı sağlayan sistemin
ne olduğunu bilen bir ilâhın varlığına
ihtiyaç gösterir.
Bunun yanısıra bu ölçüyü ortaya koymak için
şahsî ihtiyaç, yetersizlik, geçicilik, yok olmak,
ihtiras, arzu ve korku gibi insana özgü duygu ve kaçınılmazlıkları
aşmış olmayı, evrende bulunan herşeyin
ve herkesin üstünde bulunmayı, başka bir deyimle
şahsi amacı, arzusu, hazzı, kişisel
yetersizliği ve eksikliği sözkonusu olmayan bir ilâhın
varlığını gerektirir.
Bu arada insan aklına düşen görev, gelişen
durumları, değişen şartları ve
yenilenen ihtiyaçları izlemek ve bunlar ile insan
arasında geçici bir zaman süresi için uyum sağlamaktır.
Yalnız bu görevini yaparken yanlışını,
doğrusunu; sapıklığını,
istikametliliğini; haklılığını ve
eğriliğini belirlemek için başvuracağı
değişmez bir ölçüsü olmalı ve bu
değişmez ölçünün denetimi altında olmayı
kabul etmelidir. Hayatın sağlıklı biçimde
devam etmesi ancak bu yolla mümkün olabilir ve yine ancak
böyle olunca kendilerini asıl yönetenin Allah olduğuna
kesinlikle inanabilirler.
Bu ilâhî kitap yetenek, hüner, tutulan yol ve yararlanılan
araç farklılıklarını törpüleyip ortadan
kaldırmak için gelmiş değildir, insanlar
uyuşmazlığa düşünce sırf onu hakem
tanımaları için gelmiştir.
Bu gerçek İslâm'ın tarih görüşünün
temelini oluşturan bir başka gerçeği ortaya çıkarır
ki o da şudur:
İslâm, yüce Allah tarafından indirilmiş olan
"hakk içerikli kitabı" ihtilaflı durumlarda
insanlar arasında hüküm versin diye kendilerine sunuyor.
Bu kitabı, insanlık hayatının temel
dayanağı olsun diye ortaya koyuyor. Sonra hayat devam
ediyor. Eğer bu hayatın akışı bu temel
dayanakla uyuşur, onun üzerine oturursa o zaman hayatın
akışı "hakk"tır. Ama eğer
hayatın akışı bu temel dayanağın
dışına kayarak başka temellere oturursa o
zaman "batıl" olur.
Buna göre insanlar, hakla batılın ne olduğuna
karar veren hakem değillerdir. İnsanların
onayladıkları şey hakk değildir,
insanların doğru saydıkları şey din
değildir. İslâm'ın tarih görüşü herşeyden
önce şu ilkeye dayanıyor: İnsanlar herhangi bir
şeyi yapabilirler herhangi bir şeyi söyleyebilirler
ve yaşam tarzlarını herhangi bir şeye
dayandırabilirler. Eğer sözkonusu "şey"
Allah'ın kitabına ters düşüyorsa bu durum o
şeyi "hakk"ın yerine geçirmez, onu dinin
esaslarından biri yapmaz, ona dinin pratik yorumu
sıfatını kazandırmaz; ardarda gelen
kuşakların onu benimsemiş olması, ona
haklılık gerekçesi sağlamaz.
Bu gerçek İslâm'ın temel ilkelerini, onların
arasına insanlar tarafından
karıştırılan yabancı unsurlardan
arındırma konusunda son derece önemlidir. Meselâ
İslâm tarihinin herhangi bir döneminde bir sapma meydana
gelmiş ve bu sapma gitgide büyümüş olsun.
Şimdi denilebilir mi ki: Sözkonusu meydana gelmiş
sapmalar mademki hayatın pratiğine girmiştir o
halde İslâmın sınırları dahilindedir!
Asla böyle birşey ileri sürülemez. İslâm, bu
tarihî uygulamadan hep uzak ve ayrı kalır ve meydana
gelmiş olan bu sapma, bu yanılgı hiçbir zaman
delil ve örnek olarak kullanılamaz. Dahası, İslâmi
hayat tarzının kesintiye uğradığı
yerden itibaren devam ettirmek isteyen kimse bu sapmayı
ortadan kaldırmak, uygulama alanından
uzaklaştırmak ve yüce Allah tarafından
ihtilaflı konularda insanlar arasında hüküm vermek
üzere indirilen kitaba dönmekle görevlidir.
Gerçi kitap geldi. Ama ihtiraslar şu ya da bu taraftan
insanları yenilgiye uğratıyor; çeşitli
arzular, özlemler, korkular ve sapıklıklar
onları bu kitabın hükmünü kabul etmekten, bu kitabın
içerdiği hakka dönmekten uzaklaştırıyor:
"Ancak kitap verilenler, kendilerine açık deliller
geldikten sonra karşılıklı ihtirasları
yüzünden bu kitap hakkında anlaşmazlığa düştüler."
Burada sözü edilen "azgınlık";
kıskançlık, açgözlülük, tamahkârlık,
hırs ve keyfilik azgınlığı olabilir.
İnsanları düşünce ve sistemin özünde anlaşmazlığa
düşmeye; ayrılığa, inatçılığa
ve serkeşliğe sürükleyen baş faktör, işté
bu azgınlıktır.
Bu bir gerçektir. Bu kitabın özü hakktır,
belirgindir, tutarlıdır, parlaktır,
aydınlıktır, pırıl
pırıldır. Eğer onun özü konusunda iki kişi
uyuşmazlığa düşmüş ise mutlaka
ikisinden birinde ya da her ikisinde azgınlık ve
keyfilik hastalığı vardır. Buna
karşılık eğer ortada iman varsa mutlaka bir
noktada buluşma ve uyuşma gerçekleşir:
"Bu arada Allah'ın izni ile mü'minleri,
kâfirlerin hakkında anlaşmazlığa düştükleri
gerçeğe iletti."
Vicdanlarındaki temizlik, ruhlarındaki
arınmışlık ve kalplerindeki hakka
ulaşma arzusu sayesinde yüce Allah onları gerçeğe,
doğru yola iletti. Böyle olunca gerçeğe ulaşmak
ve doğru yolu bulmak ne kadar kolay oluyor:
"Zaten Allah dilediği kimseleri doğru yola
iletir."
Bu yol; bu ilâhi kitabın tanıttığı
yol. Bu yaşama sistemi, hakka dayanan, dosdoğru yolu
izleyen, arzu ve ihtirasların saldırılarına
uğramamış olan, nefsin içgüdülerinin ve eğilimlerinin
oyuncağı olmayan yoldur.
Yüce Allah dilediği kimseleri, doğru yola
iletilmeye yetenekli kimselerden istediklerini bu doğru
yola iletir. Bu kimseler "barışa girerler"
ve yine banlar "üstün olarılar"dır. Dünyadaki
gelişmeleri, yüce Allah'ın ölçüsüne göre değerlendirmeyenler
her ne kadar bunları mutluluktan mahrum kalmış
saysalar ve kâfirlerin müminleri alaya aldıkları
gibi alay etseler de bu böyledir.