|
212- Dünya hayatı kâfirlere cazip görünür. Bunlar
müminler ile alay ederler. Oysa Allah'ın azabından
sakınanlar, Kıyamet günü, kâfirlerden üstün
konumdadırlar. Allah dilediğine hesapsız olarak
rızık verir.
Gerçekten şu dünya hayatı basit nimetleri ve küçük
amaçlı uğraşları ile kâfirlere cazip
görünür. Onlar bu cazibeye kapıldıkları için
dünya hayatına takılıp kalırlar, onu
aşamazlar, bakışlarını onun ötesinde
bir şeye yöneltmezler, onun değerleri
dışında kalan değerleri bilmezler. Şu dünya
hayatının sınırları önünde dikilip
kalan kimselerin düşüncelerinin, müminin kafa yorduğu
yüce ideallerin düzeyine yükselmesi, müminin bakışlarını
diktiği uzak ufuklara göz atması mümkün değildir.
Mümin, dünya hayatının tüm nimetlerini
küçümseyebilir. Fakat bu küçümseme sözkonusu nimetlere
yönelik bir çaba eksikliğinden, bir enerji
yetersizliğinden ya da bu hayatı geliştirip
ilerletmeyi umursamayan, olumsuz bir bakış açısından
kaynaklanmaz. Fakat müslüman, yeryüzündeki halifelik
görevlerini yerine getirmekle, uygar ve bayındır bir
dünya uğruna sürekli çaba harcamakla, gelişme ve
bol üretim hedefleri peşinde ter dökmekle birlikte bu
hayata yukardan bakar. Hayatın, bu geçici nimetlerden daha
önemli ve daha değerli ideallere adar Hayatını,
yeryüzünde ilâhî sistemi yerleştirme,
insanlığı şimdi
yaşadığından daha gelişmiş ve daha
mükemmel bir düzene ulaştırma, yüce Allah'ın
sancağını yeryüzünün ve insanların
kısır amaçları üzerine dikme amacına adar.
Bu sayede insanlar bu sancağı o yüksek yerinde
dalgalanırken görsünler ve bakışlarını
basit ve sınırlı realitenin ötesine diksinler
ister. O basit ve sınırlı realite ki, imanın
sunduğu hedef yüceliğinden, ideal büyüklüğünden
ve geniş bakış açısından yoksun kalan
kimseler sırf onun uğruna yaşarlar.
Yeryüzünün bataklığına saplanmış,
dünya kaynaklı hedeflerin tutsağı olmuş
basit insanlar müslümanlara bakınca onların,
kendilerini içine saplandıkları bu bataklıkla,
bu çirkefle, bu basit nimetlerle başbaşa
bırakarak sırf kendilerini özgü olmayan, fakat tüm
insanlığı ilgilendiren, sırf
şahısları için değil, asıl inançları
için önemli olan büyük idealler peşinden
koştuklarını görürler, aynı zamanda bu
idealler uğruna birçok sıkıntılara
katlandıklarını, birçok acılara göğüs
gerdiklerini, basit insanların gözünde hayatın özü
ve en yüksek amacı olan dünya hazlarından
kendilerini yoksun bıraktıklarını gözlerler.
Bu durumda ruhsuz kimseler, müminleri görünce onların yüce
ideallerini kavrayamazlar. Bunun üzerine onları alaya
alırlar. Müslümanların durumlarım alaya
alırlar, düşüncelerini alaya alırlar,
gittikleri yolu alaya alırlar!
"Dünya hayatı kâfirlere cazip görünür. Bunlar
müminler ile alay ederler." Fakat
kâfirlerin kullandıkları bu ölçü, bu kriter
gerçek ölçü, gerçek kriter değildir. O kâfirliğe
özgü bir ölçüdür, cahiliye ölçütüdür. Gerçek ölçü
ise yüce Allah'ın yanındadır. Yüce Allah da
müminlere kendi ölçüsüne göre taşıdıkları
ağırlığı şöyle duyuruyor:
"Oysa Allah'ın azabından sakınanlar,
Kıyamet günü, kâfirlerden üstün konumdadırlar."
İşte yüce Allah'ın elindeki gerçek ölçü
budur. Müminler, bu ölçüye göre belirlenecek olan gerçek
değerlerini bilmenin gönül huzuru içinde aptalların
beyinsizliğini, alaya alanların alaylarını
ve kâfirlerin değer yargılarını
umursamaksızın bildikleri yoldan gitmeye devam
etsinler. Onlar, doğrudan doğruya en yetkili hakimin,
yani yüce Allah'ın tanıklığı ile
Kıyamet günü, son hesaplaşma gününde ve her zaman
kâfirlerden üstündürler.
Yüce Allah onlar için hayırlı ve geniş
kapsamlı olan rızkı, kazancı biriktirir. Bu
birikimi onlara dilediği alemde, yani isterse dünyada
isterse Ahirette ve kendileri için hayırlı gördüğü
takdirde hem dünyada hem de Ahirette verir:
"Allah dilediğine hesapsız olarak
rızık verir."
O eli açık bir
bağışlayıcıdır. Dilediğine
verir, istediğine bol bol akıtır. O'nun
bağış ambarının ne bekçisi var ve ne
de kapıcısı! O belirli bir hikmete
bağlı olarak, kâfirlere dünya hayatının güzelliklerini
verebilir. Fakat kâfirlere verilen bu güzellikler, onlara
üstünlük sağlamaz, erdem kazandırmaz. O kendi seçtiği
kullarına ya dünyada ya Ahirette dilediğini verir.
Yani verdiği herşey kendi katındandır. Fakat
onun iyi kulları hesabına yaptığı
bağış seçimi en kalıcı ve en yüksek
düzeyli tercihtir.
Hayat, bu iki insan örneğini her zaman tanımaya
devam edecektir. Bir yandan değer
yargılarını, kriterlerini ve düşüncelerini
yüce Allah'ın elinden alan, bu anlayış sayesinde
hayat bataklığının, geçici dünya
nimetlerinin ve basit ideallerin üzerine yükselen, böylece
insanlıklarını gerçekleştirerek
hayatın köleleri değil, efendileri olan müminleri
tanıyacaktır. Bunun yanısıra hayat
diğer insan tipini de tanıyacaktır. Yani dünya
hayatının cazibesine kapılan, dünyanın geçici
nimetlerinin ve değer yargılarının
tutsağı olan, önlenemeyen ve dizginleri tarafından
bataklığa sürüklenip de buraya saplandıkları
için yukarıya çıkamayanlara da her zaman tanık
olacaktır.
Müminler, basit şeylerin tutsağı olan bu
kişilere yukardan bakmaya devam edeceklerdir. Bu
zavallılar ne kadar geçici dünya nimeti ve dünya malı
elde ederse etsinler, bu önemli değildir. Buna
karşılık sözkonusu kişiler kendilerinin
herşeye sahip olduklarına ve mü'minlerin her
şeyden yoksun bırakıldıklarına
inanacaklar ve bu inancın etkisi ile müminlere bazan acıyacaklar
ve bazan da onları alaya alacaklardır. Oysa asıl
alaya alınacak ve asıl acınacak kimseler
kendileridir.
Ölçüler ve değer yargıları belirlendikten, kâfirlerin
müminlere yönelik kanaatleri tanıtıldıktan ve her
iki insan tipinin yüce Allah katındaki ölçüleri ortaya
konduktan sonra insanlar arasındaki düşünce, inanç,
ölçüler ve değer yargıları
uyuşmazlığı meselesine geçilmekte ve bu
mesele, uyuşmazlığa düşenlerce
başvurulması gereken bir temel ilkenin,
uyuşmazlık konusu meselede son hükmü verirken dayanılacak
ortak ölçütün belirlenmesi ile noktalanmaktadır:
|
|