Burada tekrar yahudilere dönülmesi son derece normal bir
olaydır. Çünkü onların çığır açıcılığını
yaptıkları bir tutum hakkında uyarıda
bulunuyor. İlâhi çağrı
karşısında ayak direme ve olumlu cevap vermeme
tutumu. Bütünü ile barışa girmeme,
dışarda kalma tutumu. Bunun yanısıra
inatlaşma, önce olağanüstü bir mucize isteyip sonra
yine inatçılığa ve inkârcılığa
devam etme tutumu. İşte yüce Allah'ın burada müslüman
cemaate, hakkında uyarı yönelttiği sürçmeler,
ayak kaymaları bunlardır. Bu uyarı, yahudilerin
uğursuz akıbetinden kurtulsun diye müslümanlara
yöneltiliyor:
"Sor İsrailoğulları'na; kendilerine nice
açık ayetler, deliller sunduk."
Buradaki soru karşı taraftan cevap bekleyen normal
soru olarak kabul edilmemelidir. O, Kur'an'a özgü anlatım
özelliğidir. Amacı yüce Allah'ın yahudilere
sunduğu ayetlerin ve gösterdiği mucizelerin çokluğunu
hatırlatmaktır. Bu ayetler ve olağanüstülükler
kimi zaman yahudilerin inadı ve isteği üzerine ve
kimi zaman da doğrudan doğruya yüce Allah'ın
inisiyatifi ile, belirli bir hikmete dayalı olarak
sunulmuştur. Fakat bu mucizelerin çokluğuna
rağmen yahudiler yine de tereddüde düşmüşler,
inatlarından vazgeçmemişler, ayak diremişler ve
imanın gölgesi altına aldığı
barışa girmeye yanaşmamışlardır.
İşte ayet, soru üslubu ile bu nankörlüğü
vurguluyor. Ayetin sonunda genelleyici bir yorum cümlesi ile
karşılaşıyoruz:
"Kim Allah'ın nimeti kendisine geldikten sonra onu
değiştirirse, hiç kuşkusuz, Allah'ın
azabı pek ağırdır."
Burada sözü edilen ilâhi nimet barış nimeti
olabileceği gibi iman nimeti de olabilir. Zaten
bunların ikisi de aynı anlama gelir. Bu nimeti
değiştirmenin doğurduğu tehlikenin
başta gelen somut örneği yahudilerin durumudur.
Yahudiler, Allah'ın nimetini değiştirdikten, gönüllü
itaati reddettikten ve Allah'ın direktifine teslim olmaya
yan çizdikten sonra artık bir daha barış, huzur
ve güven yüzü görememişlerdir. Onlar sürekli olarak kuşkulu
ve tereddütlü bir tutum sergilemişlerdi. Bu tutumun
sonucu olarak her adımda ve her olayla ilgili olarak sürekli
olağanüstülük ve mucize istiyorlar, sonra da
gördükleri mucizeye inanmıyorlar, yüce Allah'ın
ışığı ve kılavuzluğu ile
tatmin olmuyorlardı. Bu yüzden ayette dile gelen
şiddetli azap uyarısı ilk somut örneğini
yahudilerin şahsında buluyor. Bunun yanısıra
bu tehdit her dönemde Allah'ın nimetini
değiştiren bütün serkeşler için de geçerlidir.
İnsanlık bu nimeti ne zaman değiştirdi
ise daha Ahiretteki azapla karşılaşmadan önce
dünyadayken bu ağır azaba
uğramışlardır. Bunun böyle olduğunu
anlamak için yeryüzünün her yanında yaşayan
bahtsız ve zavallı insanlığın haline göz
atmamız yeterlidir. Bu insanlar ağır bir
azabın pençesinde kıvranıyorlar, her an
başka bir yıkımla ve uğursuz gelişme
ile karşılaşıyorlar, endişe ve
şaşkınlığın sürekli acısını
yaşıyorlar, birbirlerini acımasızca
kırıyorlar, bir kısmının da psikolojik
yapıları ve sinir sistemleri tahrip oluyor. Sonu
ölüm olan ruhi boşluk ve psikolojik yıkım olan
kararsızlık ve emniyetsiz bir ortamda cemiyet ferdin,
fert de cemiyetin kuyusunu kazıyor. Bu öldürücü ruhi boşluğu
medeni dünya kimi zaman alkollü içkiler ve uyuşturucu
maddeler ile kimi zaman da bazı acayip hareketler ile
doldurmaya kalkışıyor. Eğer onları bu
hareketleri yaparken görecek olursan onların kendilerini
kovalayan hayaletlerin önünde kaçmakta olduklarını
zannedersin!
Bu rubi boşluğun tutkunu olan zavallı
insanların tuhaf kılıklarına ve zoraki
benimsenmiş görüntülerine bir göz atalım: Kimi saçını
yana yatırmış, kimi göğsünü açmış,
kimi eteğini yukarıya kaldırmış, kimi
bir hayvanı canlandıran acaip bir şeyi
başına geçirmiş, kimi boynuna kaplan ve fil
resmi işlemeli kolye takmış, kimi üzerine arslan
ya da ayı figürü ile boyalı bir tişört giymiş!
Bir de bu zavallıların bazı şenlik ve törenlerde
sergiledikleri çılgın danslara, baş döndürücü
şarkılarına, yapmacık görüntülerine ve
abartmalı, gülünç süslerine bakmâlı.
Zavallıların işi-gücü gülünç anormallikleri
ile dikkatleri çekebilmek ya da rezil edici bir orjinallikle
gönüllerini hoş tutmaktan ibaret.
Bir de bu zavallıların mevsimden mevsime, hatta
sabahtan akşama baş döndürücü bir hızla
arzularının, eşlerinin, dostlarının ve
modalarının değişmesine göz atmalı.
Bütün bu tuhaflıklar barıştan ve tatmin olma
duygusundan yoksun öldürücü bir
şaşkınlığı ortaya koyar. Bu
zavallıların kaçıp kurtulmak istedikleri somut
bıkkınlık halini, boş vicdanlarından ve
paniğe kapılmış ruhlarından "kaçış"larını
kanıtlar. Sanki cinler ve hayaletler tarafından
kovalanıyorlarmış gibi bir panik içinde
kendilerinden kaçıyorlar.
İşte bu, durum, yüce Allah'ın sistemine boyun
eğmeyenlere ve O'nun