|
208- Ey müminler, bütün varlığınız ile
İslâm`a (barışa) girin. .Sakın
Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık
düşmanınızdır.
209- Size apaçık deliller geldikten sonra yine sürçerseniz,
ayağınız ka yarsa bilin
ki Allah her zaman üstündür ve hikmet sahibidir.
Bu sesleniş, müminlere, müminlik adına, gönülden
sevdikleri bu sıfatları anılarak, onları
diğer insanlardan ayırarak bağımsız
kimliklerine büründüren ve bu çağrının sahibi
olan yüce Allah ile aralarında sıkı ilişki
kuran sıfatlarıyla seslenilerek yönetilmiş bir
çağrıdır. Bu çağrı ile müminlerden
tüm varlıkları ile İslâm'a ve barışa
girmeleri isteniyor.
Bu çağrı bize ilk plânda şunları düşündürmelidir:
Müminler bütünüyle Allah'a teslim olmalı,
varlıklarını tümü ile O'na adamalıdırlar.
Bu teslimiyet, irili ufaklı her işlerini, her
şeylerini içermelidir. Bu teslimiyet, yüce Allah'a boyun
eğmeyen, O'nun hükmüne ve yazgısına razı
olmayan en ufak bir düşünce, duygu, niyet, eylem, arzu ve
endişe kırıntısını geride
bırakmayan kesin bir teslimiyet olmalıdır. Bu
teslimiyet itaate, güvene, tatmin olmuşluğa ve gönül
rızasına dayalı bir teslimiyet
olmalıdır. Bu teslim oluş, kendilerine adım
adım kılavuzluk edecek bir ele ellerini verme biçiminde
olmalı; bu elin kendilerini yararlıya, iyiye ve
başarıya götürmek istediğinden emin olarak
gerek dünyada ve gerekse Ahirette bu el sahibinin izleteceği
yolun ve ulaştıracağı noktanın
doğruluğundan en ufak bir kuşku
duymamalıdırlar.
Bu çağrının o günün müslümanlarına yöneltilmiş
olması, o dönemde bazı vicdanlarda açık ve
gizli bütün eylemleri içeren tam bir itaat konusunda henüz
bazı tereddütler bulunduğunu kanıtlar. Koca bir
cemaat içinde güvenli, tatmin olmuş ve hoşnutluk düzeyine
yücelmiş nice vicdanlar yanında bu tür birkaç
vicdanın da bulunması normal bir şeydir. Bu çağrı,
aynı zamanda her dönemdeki bütün müminlere sesleniyor.
Onlardan ihlâslı olmalarını, kendilerini Allah'a
adamalarım, vicdanlarının eğilimleri ile
duygularının yönelişlerini yüce Allah'ın
kendilerine ilişkin istekleri ile uyumlu hale getirmelerini,
bu uyumu peygamberlerinin ve dinlerinin direktifleri
karşısında da sağlamalarını,
ayrıca sözkonusu uyumu kaçamaksız, tereddütsüz ve
hiç kaypaklığa meydan vermeksizin gerçekleştirmelerini
istiyor.
Müslüman bu çağrıya kesinlikle uyunca tümü ile
barış ve dirlik olan bir alemin içine girer. Tümü
ile güvenden, tümü ile tatmin olmuşluktan, tümü ile
gönül hoşluğundan, tümü ile istikrardan oluşmuş;
şaşkınlığa, endişeye, kuşkuya,
yön belirsizliğine ve sapıtmaya yer vermeyen bir alem
bu. Bu alemde vicdanla ve duygu dünyası ile
barış vardır, akılla ve mantıkla
barış vardır, insanlarla ve diğer
canlılarla barış vardır, varlık bütünü
ile ve teker teker her varlıkla barış vardır.
Yüreklerin derinliklerine meltem serpen bir barış.
Hayatı ve toplumu serin gölgesi altına alan bir
barış. Yere de göğe de egemen olan bir
barış.
Bu barış pınarının kalbe
akıtacağı ilk feyiz; sağlıklı,
halis ve yalın bir Allah düşüncesidir. Bu sağlıklı
düşünce7in bağlandığı Allah, tek bir
Allah'tır. Müslüman O'na bir anda yönelir ve artık
kalbinin derinliklerine kök salar, Artık bu konuda ne
farklı yollara sapar ve ne de değişik taraflara yönelir.
Putperestlik inancında ve cahiliye kültüründe görüldüğü
gibi orada burada değişik ilâhlar peşinde
koşmaz. Onun Allah'ı tektir. O güvenle, tatmin olmuş
olarak, katıksız ve belirgin bir yaklaşımla
bu Allah'a yönelir.
O, güçlü, kudretli, üstün iradeli ve kahredici bir
ilâhtır. Müslüman O'na yönelince şu varlık
aleminde bulunan biricik gerçek güce yönelmiş, böylece
bütün sahte güçler karşısında güvene, huzura
ve tatmine kavuşmuş olur. Artık o, hiç kimseden
ve hiçbir şeyden korkmaz. Çünkü güçlü, kudretli,
üstün iradeli ve kahredici Allah'a kulluk sunmaktadır. O
artık hiçbir şeyi elden kaçıracağından
korkmaz, mahrum etme ve bağışlama gücünü
kesinlikle elinde tutan Rabbi dışında hiç
kimseden birşey beklemez.
O, adil ve hikmet sahibi bir ilâhtır. O'nun gücü ve
kudreti zulme karşı, şahsi ihtiraslara
karşı ve aldatmalara, kandırmalara
karşı güvence oluşturur. O, puta
tapıcılığın ya da cahiliye kültürünün
arzuların ve ihtirasların peşinden sürüklenen
ilâhları gibi değildir. Böyle olduğu içindir
ki, müslüman, ilâhına sığınmakla adalete,
gözetime ve güvene kavuşacağı sarsılmaz
bir dayanağa sığınmış olur.
O, merhametli, müşfik, nimet verici,
karşılıksız
bağışlayıcı, günahların
affedicisi ve tevbelerin kabul edicisi bir Rabb'dır. Darda
kaldığında kendisine dua edenin duasını
kabul ederek sıkıntısını giderir. Buna
göre müslüman, O'nun himayesi altında, güven, dirlik,
barış ve bağış içindedir. Zayıf
durumlarında merhamet görür, tevbe edince günahları
bağışlanır.
İşte böylece müslüman, İslâm'ın
kendisine öğretmiş olduğu Rabbinin bütün sıfatlarının
etkisi ile içiçe yaşar. Bu sıfatların herbiri
ona kalp dirliği, gönül huzuru; koruma, kayırma,
şefkat, merhamet, üstünlük, güçlülük, barış
ve huzur güvencesi sağlar.
Bunların yanısıra barış, müslümanın
kalbine kulla Allah arasındaki, varlık bütünü ile
yaradan arasındaki ve evren ile insan arasındaki
ilişkinin sağlıklı düşüncesini aşılar.
Buna göre yüce Allah şu evreni hakka dayalı olarak
yaratmış, evrende bulunan herşeyi belirli bir
takdire, bir hikmete bağlı olarak vazetmiştir.
Şu insan denen varlık bilerek yaratıldı, o
asla başıboş bırakılacak değildir,
onun varoluşu için bütün elverişli evrensel
şartlar hazırlanmış, yeryüzünde bulunan
herşey onun emrine verilmiştir. O yüce Allah katında
değerlidir, O'nun yeryüzündeki halifesi, temsilcisidir.
Allah, bu halifelik görevinde ona yardımcıdır,
çevresini kuşatan evren de onun dostu, samimi
arkadaşıdır. Her ikisi ortak Rabbleri olan
Allah'a yönelince ruhları birbiriyle uyuşur,
bağdaşma halinde olur.
İnsan, göklerde ve yeryüzünde düzenlenen bu ilâhi
şenliğe dostluğa ve kaynaşmaya çağrılmıştır..
İnsan bu koca varlık aleminde kendisi gibi bu
şenliğin çağrılıları olan
dostlarla kaynaşan ve birarada bu şenliği meydana
getiren bu varlık alemindeki her canlı ve herşey
ile anlaşmaya, kaynaşmaya çağrılmıştır.
Bu inanç sistemi, bağlısın küçücük bir
bitkinin önünde durduruyor ve bu küçük bitkinin susuzluğunu
giderince, onun büyümesine yardımcı olunca,
gelişmesinin önüne dikilen engelleri giderince sevap
kazanacağını kendisine telkin ediyor. Böyle bir
inanç sistemi onurlu oluşunun ötesinde aynı zamanda
güzel bir inanç sistemidir. Bağlısının
ruhuna barış aşılayan, onun gerek
varlık bütünü ile gerekse tek tek varlıklarla
kucaklaşmasına zemin hazırlayan; çevresinde
güven, dostluk, sevgi ve barış çemberi oluşturan
bir inanç sistemidir.
Bu arada Ahiret inancı, müminin ruhuna ve iç alemine
barış duygusu aşılama hususunda temelli bir
rol oynar. Bu inanç endişeyi, öfkeyi ve umutsuzluğu
yokeder. Çünkü son hesaplaşma yeri şu dünya değildir,
davranış ve tutumların eksiksiz
karşılıkları şu geçici dünyada
verilecek değildir. Son hesaplaşma yeri
orasıdır ve mutlak adalet o son
hesaplaşmanın güvencesi altındadır. Buna göre
eğer dünyada iyiliğin ve yüce Allah yolunda cihad
etmenin amacı gerçekleşmemiş ya da ödülü
verilmemiş ise pişmanlık sözkonusu değildir;
Şu geçici dünyada insanların ölçülerine göre
verilmiş ödüller eğer yetersiz kalırsa bundan
kaygılanmak yersizdir. Çünkü bu ödüller, ilerde yüce
Allah'ın ölçüleri uyarınca yeterli bir düzeyde
sahiplerini bulacaktır. Eğer şu kısacık
yolculuk sırasında paylar sahipleri arasında
istenmeyen biçimde dağıtılmış ise
adaletten umut kesmek yersizdir. Çünkü adalet, kesinlikle,
birgün yerini bulacaktır. Yüce Allah kullarına
zulmetmeyi asla istemez.
Ahiret inancı, değer yargılarının ve
dokunulmaz hakların çekinmeden ve utanmadan çiğnendiği
amansız ve delice çatışmaların önüne de
engel olarak dikilir. Zira önümüzde Ahiret vardır. Orada
herşey verilecek, istenen herşey ele geçecek ve
kaçan her fırsat telâfi edilecektir. Bu düşünce,
yarışma ve rekabet alanına barışı
yansıtacak, yarışçıların hareketlerini
bencil değerlendirmelerden arındıracak ve
insanlara verilen tek fırsatın şu kısa ve
sayılı günlerle sınırlı ömür olduğu
şeklindeki ihtirasın çılgınlığını
törpüleyecek niteliktedir.
Müminin, insan varlığının
amacının yüce Allah'a kulluk etmek olduğunu,
kendisinin Allah'a kulluk etmek için yaratıldığını
bilmesi, biç kuşkusuz onu bu parlak ufka yüceltici bir
etkiye sahiptir. Bu bilgi onun bilincini ve vicdanım yüceltir,
faaliyetinin ve davranışlarının düzeyini
yükseltir, bu faaliyet ve davranışlarının yöntemini
ve araçlarım arındırır. Çünkü o,
faaliyeti ve davranışları ile yüce Allah'a
kulluk etmek ister, kazancı ve harcaması ile Allah'a
kulluk etmek ister, yeryüzündeki halifelik görevi ve toplumda
ilâhî sistemi gerçekleştirme yoluyla ibadet etmek ister.
Buna göre ona yaraşan; insanlara haksızlık ve
kötülük etmemektir, ona yakışan, insanları
aldatmamak ve kandırmamaktır, ona yaraşan,
azgın ve zorba olmamaktır, ona yakışan tutum
kirli araçlar ve iğrenç metodlar kullanmamaktır.
Bunların yanısıra aşamalı
yolculuğu sırasında aceleciliğe
kapılmaması, yolculuğun gerektirdiği
tedbirleri ihmal etmemesi ve yapacağı işleri zora
koşmaması, böylece Allah'a kulluk hedefine samimi
niyetle ve gücünün sınırları içinde yoğun
bir çalışma ile ulaşması da kendisinden
beklenen bir tutumdur. Bu tutumunu her adımda Allah'a
kulluk ederek, her duygusal yönelişinde varoluş
amacını gerçekleştirerek, her faaliyetinde ve
her alanda yüce Allah'a doğru yükselerek sürdürmelidir.
Mümin, yüce Allah'ın takdiri altında
Allah'ın iradesini gerçekleştirmek için Allah'a
ibadet etmeyi sürdürme bilincindedir. Bu bilinç, onun ruhuna
huzur, güven ve kararlılık aşılar; bu yolda
endişeye, kuşkuya, engeller ve
sıkıntılar karşısında öfkeye kapılmadan
ilerlemesini sağlar; Allah'ın yardımından ve
desteğinden hiçbir zaman umut kesmemesini temin eder;
hiçbir zaman amacının sapıklığı
ya da emeğinin boşa gideceği,
karşılıksız kalacağı
kuşkusuna kapılmaz. Bundan dolayı Allah'ın
ve kendisinin düşmanları ile savaşırken
bile ruhunda barış duygusu egemendir. Çünkü o,
Allah için, Allah yolunda Allah'ın söz üstünlüğünü
gerçekleştirmek için savaşıyor; yoksa mevki
uğruna, ganimet uğruna, ihtirasları uğruna
ya da şu hayatın herhangi bir nimeti uğruna
savaşmıyor.
Bunlar yanında mümin, bütün evrenle birlikte yüce
Allah'ın tabiî kanunları uyarınca
yaşadığının bilincindedir. Evrenin
kanunu onun da kanunudur, evrenin gidiş yönü, onun da
gidiş yönüdür. O halde evrenle arâsında çatışma
ve uyumsuzluk sözkonusu değildir. Emeği boşa
harcama ve enerjiyi dağıtma da sözkonusu değildir.
Evrenin bütün güç odakları, onun gücü ile aynı
doğrultuda birleşiyor,kendisine yol gösteren
ışık,o güçlere de yol gösteriyor,Allah'a
yöneldiğinde o güç odakları ile birlikte Allah'a yöneliyor.
islâm'ın müslümana yüklediği bütün
yükümlülükleri fıtrattan kaynaklanır ve
fıtratı ıslah etme amacına yöneliktir.
Bunlar insanın gücünü aşmazlar, insanın
tabiatını karakter yapısını ve
sentezini bilmezlikten gelmezler, insanın hiçbir güç odağını
ihmal etmeksizin onları çalışmaya,
yapıcılığa ve gelişmeye açarlar.
İslâm, insanın psikolojik ve bedeni
yapısının hiçbir ihtiyacını ihmal
etmeksizin bu ihtiyaçların tümünü kolaylıkla,
hoşgörü ile ve rahatlıkla tatmin eder. Bundan
dolayı İslâm'ın yükümlülükleri karşısında
endişeye ve kuşkuya düşülmez. insan bu
yükümlülüklerden taşıyabileceklerini
taşır ve güven, huzur, barış içinde
Allah'a doğru yoluna devam eder. Bunların
yanısıra ilâhi sistemin meydana getirdiği toplum,
bu güzel, onurlu inanç sisteminden kaynaklanan; düzenin can,
mal ve namus dokunulmazlığı sağlayan güvencelerin
himayesi altındadır. Bunların tümü barışı
yaygınlaştıran ve barış ruhunu yayan
faktörlerdir.
İslâm, bu müşfik, tutkun,
dayanışmalı, güvenlikli ve uyumlu toplum ilk
dönemde, en gelişmiş ve en saf şekli ile gerçekleştirdi.
Sonra yüzyıllar boyunca onun çeşitli biçimlerini
gerçekleştirdi. Gerçi bu toplum biçimlerinin saflık
oranları farklı oldu, ama gerek eski ve gerekse çağdaş
cahiliye kültürünün meydana getirdiği bütün diğer
toplumlardan ve bu cahiliye kültürünün düşünceleri ve
yeryüzü kaynaklı düzeni ile kirlettiği bütün
toplumlardan genellikle daha iyi ve yararlı olma
niteliklerini devam ettirdiler.
Bu toplumun kaynaşmasını bir tek bağ,
yani inanç bağı sağlar. Irklar, vatan
sınırları, diller, deri renkleri ve insan cevheri
ile ilişkisiz diğer gelip-geçici bağlar bu temel
bağın oluşturduğu toplum içinde erir,
asimile olur.
Bu toplum, yüce Allah'ın "Müminler kardeştir"
Hucurat Suresi, 10) buyruğunu can kulağıyla
dinleyen bir toplumdur ve bu toplum Peygamberimizin şu sözlerinde
kendini bulur:
"Müminler, karşılıklı sevgi,
merhamet ve dayanışma bakımından
organlarından biri dertlenince diğer organları
uykusuz kalarak ve ateşlenerek bu dertli organın
ızdırabını paylaşan bir canlı
organizmaya benzerler (.Müslim, İmam-ı Ahmet')
Bu toplumun bazı edep kuralları
şunlardır:
"Size bir selâm verildiği zaman siz ondan daha güzeliyle
bu selâmı alın ya da aynısı ile
karşılık verin." (Nisa Suresi, 86)
"İnsanları küçümseyip onlara burun kıvırma,
yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenen
ve övünen kimseleri kesinlikle sevmez." (Lokman Suresi,
18) "İyilik, fenalık gibi değildir. Sen
fenalığı en güzel şekilde
karşıla. O zaman seninle aranda düşmanlık
bulunan kimsenin cana yakın b ir
dostunmuş gibi olduğunu görürsün." (Fussilet
Suresi, 34)
"Ey müminler, bir topluluk bir diğerini alaya
almasın. Belki de alaya aldıkları kendilerinden
daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları
alaya almasınlar. Belki de alaya aldıkları
kendilerinden daha iyidir. Birbirinizi ayıplamayın,
birbirinizi çirkin lâkaplarla çağırmayın.
İman ettikten sonra çirkin adla çağrılmak ne
fena bir şeydir! Kimler tevbe etmez ise işte onlar
zalimlerin ta kendileridirler." (Hucurat Suresi, 11)
"Birbiriniz hakkında dedikodu yapmayın.
Herhangi biriniz ölmüş bir kardeşinin etini yemek
ister mi? Bu tiksindiğiniz bir şeydir. Allah'tan
korkun. Hiç şüphesiz O, tevbeleri kabul eder ve
merhametlidir." (Hucurat Suresi, 12)'
Bu toplumun bazı güvenceleri de şunlardır:
"Ey müminler, eğer yoldan çıkmışın
biri size bir haber getirirse onun içyüzünü iyice araştırın.
Yoksa bilmeden bir gruba kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza
pişman olursunuz." (Hucurat Suresi, 6)
"Ey müminler, zandan (yakıştırmalardan)
çok sakının. Çünkü bazı zanlar günahtır.
Birbirinizin gizli taraflarını
araştırmayın." Hucurat Suresi, 12)'
"Ey müminler, kendi evlerinizden başka evlere izin
alıp halkına selâm vermeden girmeyin." ( Nur
Suresi, 27)
"Her müslümanın kanı, ırzı ve
malı başka bir müslümana haramdır,
dokunulmazdır." (Buhari, Müslim. İmam-ı
Malik)
Sonra bu toplum fuhşun yaygın
olmadığı, çapkınlığın
özendirilmediği, fitnenin revaç görmediği,
karşı cinsi ayartmanın gelenek haline
gelmediği, `gözlerin ayıp yerlere dikilmediği,
cinsel arzuların zina ile sonuçlandırılmadığı,
`gerek eski ve gerekse çağdaş cahiliye
toplumlarında olduğu gibi cinsel açlığın,
et ve kan oburluğunun ortalıkta kol gezmediği
temiz ve iffetli bir toplumdur. Bu toplum, ilâhi direktiflerin
çoğunun egemen olduğu bir toplumdur. Yine bu toplum,
yüce Allah'ın şu buyruklarına kulak veren bir
toplumdur:
"Müminler arasında
hayasızlığın yayılmasın
isteyenleri dünyada da Ahirette de acı bir azap bekliyor.
Allah bilir, oysa siz bilmezsiniz." (Nur Suresi, 19)'
"Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer
değnek vurun. Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorsanız,
Allah'ın dini konusunda onlara acımayın.
Onların ceza görmesine müminlerden bir grup da şahid
olsun: " ( Nur Suresi, 2)'
"İffetli kadınları zina etmekle suçladıktan
sonra dört şahit gösteremeyenlere seksen değnek
vurun ve şahitliklerini artık hiç kabul etmeyin.
İşte onlar yoldan çıkmış
kimselerdir." (Nur Suresi, 4)
"Mümin erkeklere söyle; gözlerini harama bakmaktan
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu
tutum onların temiz kalmasına daha elverişlidir.
Hiç şüphesiz, Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Mümin kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar,
ırzlarını korusunlar, kendiliğinden görünen
kısmı dışında kalan güzelliklerini
açmasınlar. Başörtülerini vakalarının
üzerine salsınlar.
Kocaları, babaları, kayınpederleri,
oğulları, kocalarının oğulları,
kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları,
kız kardeşlerinin oğulları,
kadınları, elleri altındaki köle ve cariyeleri,
erkekliği kalmamış hizmetçileri, kadınların
mahrem yerlerini henüz anlamayan küçük yaşdaki
çocukları dışında kalanlara güzelliklerini
açmasınlar. Gizledikleri güzelliklerin farkına
varılsın diye ayaklarını yere sert
basmasınlar.
E:y müminler, hepiniz tevbe ederek Allah'a yönelin ki,
kurtuluşa eresiniz." (Nur Suresi, 30-31)
Bu öyle bir toplum ki, orada en iffetli tarih döneminin en
iffetli ortamında yaşayan en iffetli ailenin en
iffetli kadınları olan Peygamberimizin eşlerine
şöyle sesleniliyor:
"Ey peygamber hanımları, sizler sıradan
kadınlar gibi değilsiniz. Eğer Allah"tan
korkuyorsanız edalı konuşup kalbi bozuk kimsenin
sizden yanlış şeyler ummasına meydan
vermeyin. Her zaman ciddi ve ağırbaşlı sözler
söyleyin.
Evlerinizde oturun, eski cahiliye dönemi kadınları
gibi açılıp saçılarak kırıta
kırıta yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı
verin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey peygamber ailesi,
hiç kuşkusuz, Allah sizi pisliklerden
arındırarak tertemiz yapmak ister." (Ahzab
Suresi, 32-33)
Böyle bir toplumda karı kocasına güvendiği
gibi koca da karısına güvenir, aile reisleri
dokunulmaz hakları ve namusları konusunda
endişesiz olurlar, toplumun bütün fertleri sinirleri ve
kalpleri hususunda emniyette olur. Çünkü bakışlar
fitnelerle karşılaşmaz ve gözler, kalpleri
haramlara sürüklemez. Eğer böyle olursa, işin sonu
ya karşılıklı ihanete varır, ya da
cinsel arzuların baskı altına
alınmasının sonucu olarak psikolojik
hastalıklar ve sinir gerginlikleri baş gösterir. Oysa
temiz ve iffetli İslâm toplumu bu tür tehlikeler açısından
güvenli ve sakindir; oranın atmosferinde barış,
temizlik ve güven sürekli kanat çırpar.
Son olarak müslüman toplum, çalışabilen herkese
iş ve geçim kaynağı, çalışamayacak
durumda olan düşkünlere onurlu bir geçim garantisi,
namuslu ve iffetli yaşamak isteyen her erkeğe eş
bulma güvencesi sağlamayı üstlenmiştir. Bu
toplum, eğer biri bir mahallede açlıktan ölecek
olursa bütün mahalle halkını cinayet sorumlusu
sayar. Hatta bazı fıkıh bilginleri, böyle bir
mahallenin tüm halkının diyet ödeme cezasına
çarptırılması gerektiği görüşündedirler.
Bu toplumda insanların özgürlükleri, onurları,
dokunulmaz hakları ve malları, herkesçe itaat edilen
ilâhî direktiflerin güvencesinden başka, ayrıca,
yasaların garantisi altındadır. Bu toplumda
zanlara, kesin olmayan yakıştırmalara
dayanılarak hiç kimse sorumlu tutulmaz, hiç kimsenin
konut dokunulmazlığı çiğnenmez, hiç
kimsenin aile mahremiyeti araştırılmaz, hiç
kimsenin kanı boş yere akmaz. Çünkü kısas
ilkesi vardır. Hiç kimsenin malı çalınmaz,
yağmalanmaz. Çünkü bu konudaki şer'i cezalar hemen
uygulamaya konulur.
Bu toplum dayanışma, doğru yolu gösterme ve işbirliği
ilkesine dayanır. Bunun yanısıra burada
eşitlik ve eksiksiz adalet ilkeleri egemendir. Öyle ki, bu
toplumda yaşayan herkes, hakkının Allah'ın
şeriatının güvencesi altında
olduğunun, ne hakimin iradesine ne
yakınlarının torpiline ve ne de güçlü
akrabaların keyfine bağlı
olmadığının bilincindedir.
Son olarak bu toplum, diğer beşeri kaynaklı
toplumlar arasında insanın insana boyun
eğmediği tek toplum biçimidir. Bu toplumda
yöneticiler de yönetilenler de Allah'a ve O'nun şeriatine
boyun eğerler, yönetenlere de yönetilenlere de yüce
Allah'ın hükmü ve şeriatı uygulanır. Bunun
sonucu olarak bu toplumun bütün fertleri güven, tatmin olmuşluk
ve kesin inanç içinde alemlerin Rabbi ve kudret sahiplerinin
en üstünü karşısına eşit olarak
dikilirler.
İşte yukardaki ayette geçen "barış"
kelimesinin işaret ettiği anlamların bir
kısmı bunlardır. Bu ayet, müminleri, işte
bu anlamdaki barışa, topyekün varlıkları
ile girmeye çağırıyor. Böylece müminler, varlıkların
tümünü yüce Allah'a teslim etmiş olacaklardır.
Varlıkların hiçbir zerresi kendilerine kalmayacak,
onun hiçbir payı elleri altında olmayacaktır.
Onun tümü gönüllü, uyarlı bir özveri sonucunda yüce
Allah'a ait olacaktır.
KÜFÜR YIKIMDIR
Bu barışın anlamını, imanla tatmin
olmamış vicdanlarda endişenin nasıl cirit
attığını ve
şaşkınlığın nasıl kol
gezdiğini bilmeyenler hakkı ile kavrayamazlar. Bu iman
doyumsuzluğuna İslâm'ı hiç tanınmamış
toplumlarda rastladığımız gibi bir zamanlar
İslâm'ı tanıdıktan sonra çağına
göre çeşitli yaftalar altında tekrar cahiliye dönemine
dönen mürted toplumlarda da rastlayabiliriz. Bu toplumlar, ulaştıkları
bütün maddî refaha, uygarlık alanındaki
gelişmişliğe ve bozuk ölçülü,
şaşkın düşünceli cahiliye zihniyetinin ön
plâna aldığı diğer bütün kalkınma
dayanaklarına rağmen mutsuz ve
şaşkındırlar.
Bu konuda dünyanın en ileri ülkelerinden biri olan
İsveç'te olup bitenleri örnek olarak gözden geçirmek
yeterlidir. Bu ülkede fert başına düşen milli
gelir beş yüz cüneyh dolayındadır. Genel
sağlık sigortasının yürürlükte olduğu
bu toplumda herkese nakdi olarak hastalık yardımı
yapılır ve hastanelerde parasız ilaç verilir. Eğitim
hizmetleri, bu öğretim aşamalarında
ücretsizdir. Ayrıca başarılı öğrencilere
elbise yardımları yapılır ve çeşitli
burslar verilir. Devlet her yeni evlenen çifte üç yüz
Cüneyh ev döşeme yardımı yapar. Bu ülkede
maddi refah ve uygarlığın göstergesi olan daha
birçok ilerlemeler ve başarılar elde edilmiştir.
Fakat bütün bu maddî gelişmişlik düzeyinin, bu
ileri uygarlığın ve Allah'a inanmaktan yana
bomboş kalplerin arkasında gördüğümüz nedir?
İsveç toplumu topyekün yok olma tehlikesi ile karşı
karşıyadır. Çünkü cinsel anarşi yüzünden
ülke nüfusu sürekli bir azalma eğilimindedir. Cinsel
başıboşluk, eşler arası
bunalımın kol gezmesi ve kadın-erkek
arasındaki ilişkilerin ölçüsüz serbestliği yüzünden
her altı evli çiftten birinin boşandığı
görülür. Genç kuşak imansızlıktan ve ruhi
tatminsizlikten kaynaklanan bunalımını alkollü
içki ve uyuşturucu alışkanlığı
ile karşılama gibi bir çıkmaza
saplanmıştır.
Psikolojik hastalıklar, sinirsel bunalımlar ve her
türlü anormallikler onbinlerce vicdanı, ruhu ve sinir
sistemini pençesi altına almış durumda. Sonra da
çözüm olarak başvurulan metod; intihar. Amerika'da da
durum aynı. Rusya'da ise daha da kötü.
Sözün kısası iman hazzından ve inanç
doygunluğundan yoksun olan her kalbin alın
yazısı olan bir mutsuzluk yıkımı ile
karşı karşıyayız. Böyle bir kalp,
müminlerin topyekün varlıkları ile içine girerek
güven, huzur, ruh dengesi ve korunma bulmaya, çağrıldıkları
barışın hazzını asla tadamaz..
Tekrarlıyoruz:
"Ey müminler, bütün varlığınızla
İslâm'a (barışa) girin, sakın
Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o, sizin apaçık
düşmanınızdır."
Yüce Allah burada müminleri topyekün varlıkları
ile barışa girmeye çağırırken
aynı zamanda onları Şeytanın peşinden
gitmemeleri hususunda uyarmaktadır. Yani ortada sadece iki
istikamet vardır. Ya topyekün barışa girmek ya
da Şeytanın izinden gitmek. Ya doğru yol ya
sapıklık. Ya İslâm ya cahiliye. Ya Allah'ın
yolu ya Şeytanın yolu. Ya Allah'ın
rehberliği ya Şeytanın
kışkırtması. İşte müslüman
durumunu böylesine bir kesinlikle kavramalı ve bu
kavrayışın sonucu olarak sağa sola
yalpalamamalı, tereddüde düşmemeli,
değişik yollar, değişik istikametler
arasında şaşırıp
kalmamalıdır.
Ortada birden çok yaşama sistemi yok ki, mümin bunların
içinden birini seçsin ya da biri ile öbürünün bileşimini
benimsesin. Hayır, asla! kim bütün varlığı
ile barışa girmez, kim kendini bütünü ile yüce
Allah'ın ve O'nun şeriatının
egemenliğine teslim etmez, kim diğer bütün düşünceler
ile, diğer bütün sistemler ile ve diğer bütün
yasal düzenlemeler ile ilişkisini kesin olarak kesmez ise
bu kimse Şeytanın yolundadır, onun izinden
gitmektedir.
Burada uzlaşmacı bir çözüm, şununla bunun
arasında yeralan her düşünceye açık bir
sistem, yarısı şundan ve öbür yarısı
bundan oluşmuş bir ortak plân yoktur. Ortada hakk ile
batıl, doğru yol ile sapıklık, islâm ile
cahiliye, Allah'ın sistemi ile Şeytanın
kışkırtması vardır. Yüce Allah
müminleri ilk plânda bütün varlıkları ile
barışa girmeye çağırmakta ve ikinci
aşamada da onları Şeytanın izinden
gitmemeleri hususunda uyarmaktadır. Bunun arkasından
kendilerine Şeytanın düşmanları
olduğunu hatırlatarak vicdanlarını ve
duyarlıklarını bilemekte, korkularını
harekete geçirmektedir. Bu öyle açık ve bariz bir düşmanlıktır
ki, onu ancak gafiller hatırlarından çıkarabilirler.
Oysa gaflet ile iman birbiri ile bağdaşmaz.
Daha sonraki ayette müslümanlar, kendilerine açık gerçekler
geldikten sonraki ayak sürçmelerinden korkmaya çağrılıyor:
"Size açık deliller geldikten sonra yine sürçerseniz,
ayaklarınız kayarsa bilin ki, Allah her zaman
üstündür ve hikmet sahibidir."
Burada müminlere yüce Allah'ın "aziz (üstün
iradeli)" oluşunun hatırlatılmış
olması, dolaylı olarak yüce Allah'ın güçlülüğünü,
kuvvetliliğini, tartışmasız
baskınlığını ve O'nun direktiflerine
ters düştükleri takdirde bu üstün güçle karşı
karşıya geleceklerini anlatma amacı
taşır. Yüce Allah'ın "hikmet sahibi"
oluşunun hatırlatılması da O'nun kullar için
seçtiği her şeyin hayırlı, onlara
yasakladığı herşeyin kötü olduğunu,
eğer müminler O'nun emrine uymaz ve yasaklarından kaçınmazlarsa
zarara uğramalarının kaçınılmaz
olacağını düşündürme amacı
taşır. Buna göre ayetin sonuç cümlesi her iki kanadı
ile burada korkutma ve uyarma anlamı taşıyor.
Bundan sonraki ayette barışa girmekten yan çizerek
Şeytanın izinden gitmenin akıbetinden korkutma
hususunda farklı bir üsluba başvurularak ikinci
şahıs (muhatap) sığası yerine üçüncü
şahıs (gaip) sığası
kullanılıyor:
|
|