Kalbinde
kin ve düşmanlık kaynıyor. Gönlünde sevginin
ve hoşgörünün kırıntısı bile yoktur.
Orada ne sevgiye ve yararlılığa ve ne de
özveriye ve fedakârlığa en ufak bir yer
bulamazsınız.
İçyüzü ile dış görünüşü çelişik,
görüntüsü ile içyüzü taban tabana zıt,
yalancılığı,
kandırmacılığı ve
yağcılığı özenli bir meslek haline
getirmiş olan bu tip, günün birinde iş
başına geçince, sorumlu bir mevkiye gelince gerçek
yüzü meydana çıkar, maharetle gözlerden sakladığı
iç alemi açıklığa kavuşur; kötülükten,
azgınlıktan, kinden ve bozgunculuktan ibaret olan
özü gözler önüne serilir:
"İş başına geçince yeryüzünde
kargaşa ve bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli
mahvetmeye çalışır. Oysa Allah, kargaşa ve
bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle sevmez."
Bu insan tipi görev başına geçince bütün katılığı,
kırıcılığı ve inatçılığı
ile kötülüğe ve bozgunculuğa yönelir. Bu yönelişi,
her türlü canlının kökünü kurutma eyleminde
somutlaşır. Bu mahvetme eyleminden ne bitki, ürün ve
meyve alanı olan tarım alanları ve ne de
hayatın sürekliliğini sağlayan insan nesli
kurtulabilir. Bu ölçüdeki bir hayat düşmanlığı
ifadesi, bu yıkıcı yaratığın
yapısına için için işlemiş olan kini, kötülüğü,
gaddarlığı ve bozgunculuğu sembolize
etmektedir. Onun yapısına işleyen bu
yıkıcılığı dilinin
tatlılığı.
yağcılığının gözboyacılığı;
yararlı, iyiliksever, hoşgörülü ve yapıcıymış
izlenimini uyandıran sahte dış görünüşü
örtüyor, gözlerden saklıyordu. Oysa "Allah,
kargaşa ve bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle
sevmez:" Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran
bozguncuları da sevmez. Sözünü ettiğimiz insan
tipinin gerçek mahiyeti yüce Allah'tan saklanamaz. Dünya
hayatında ikiyüzlülük ve sahtekârlıkla insanlar
aldatılabilir ama :Allah asla. Bu yıkıcı ve
hayatın özünü kurutucu insan tipinin görünüşüne
aldanmaya ve kalplerdeki duygulardan habersiz olmaya mahkûm
olan insanların hoşuna giden sahtekârlıkları
yüce Allah'ın hoşnutluğunu kazanamaz.
Ayetin devamında bu sahtekâr insan tipinin belli-başlı
karakteristikleri birkaç usta fırça darbesi ile gözler
önüne seriliyor:
"Ona `Allah'tan kork' denilince günahları ile
gururlanma damarı kabarır. Böylesi için
Cehennem yeterlidir. Orası ne kötü bir barınaktır!"
Bu insan tipi iş başına geçince yeryüzünde
kargaşa çıkarmaya yönelir, ekini ve insan neslini
mahvetmeye başlar, yıkıcılığı
ve tahripkârlığı
yaygınlaştırır, içini kemiren kini, kıskançlığı,
şirretliği ve bozgunculuğu dışa kusar.
İşte bütün bu melânetleri işlerken biri ortaya
çıkıp da kendisine Allah'tan çekinmesini, O`'ndan
utanmasını ve gazabından
sakınmasını hatırlatmak amacı ile
"Allah'tan kork" deyince böyle bir sözü işitmek
bile hoşuna gitmez, takvaya yönelmeye burun kıvırır,
eğri yolda olduğunu kabul ederek doğruya yönelmeyi
gururuna yediremez. Hemen pohpohlanma duygusuna kapılır.
Bu pohpohlanma hakla, adaletle ve yararlılıkla
değil, "günah" ile olur. İşlediği
suçlarla, günahlarla ve eğrilikle üstünlük taslar;
kendisine hatırlatılan gerçeğe ve doğrudan
doğruya Allah'a karşı utanmadan
başkaldırır, serkeşliğe
kalkışır. Oysa o, daha önce kalbindeki duyguların
içtenliğine yüce Allah'ı şahit gösteriyor;
kendini yararlı, iyiliksever, samimi, Allah'a
bağlı ve haya sahibi gibi gösteriyordu.
Ayetteki tasvirlerin sembolize ettiği fırça
darbeleri, bu tipin ana karakteristiklerini eksiksiz bir ifadeye
kavuşturur, çehresinin hatlarını
barizleştirir, ona kendine özgü bir kimlik sağlar ve
sonra bu canlı örneği insanlar arasına salar.
Öyle ki, sen onu ortalıkta görür-görmez "işte
bu! İşte Kur'an'ın kasdettiği insan tipi bu!"
diye haykırırsın. Sen bu insan tipinin gerek
şimdi ve gerekse her an yeryüzünde karşına
dikildiğini görürsün.
Ayetin sonunda bu yıkıcı karakterin, bu günahla
övünmenin, bu amansız düşmanlığın,
bu gözü kara tahripkârlığın ve bu ölçü tanımaz
bozgunculuğun üzerine lâyık olduğu darbenin
indirildiğini görürüz:
"Böylesi için Cehennem yeterlidir. Orası ne kötü
bir barınaktır!"
Yeter ona orası. Orası ona kâfi gelir. Yakıtı
insanlar ve taşlar olan Cehennem! Azgınlar ile
Şeytanın yardakçılarının hep birlikte
içine tıkılacakları Cehennem. Acısı
kalplere çöreklenecek olan Hutame Cehennemi. Yakaladığını
ne geri bırakan ve ne de azabına son veren Cehennem.
Öfkesinden neredeyse kükreyen Cehennem. Bu Cehennem yeter ona,
"Orası ne fena bir barınaktır!" Burada
"barınak" deyimine yer verilmiş olması
ne kadar korkunç bir olaydır! Bunca gururlanmadan, böbürlenmeden
ve üstünlük taslamadan sonra yeri, yatağı Cehennem
olacak olanın vay haline!
Bu insan tipinin karşısında, onun her
bakımdan zıddı olan başka bir insan tipi yer
alır:
"Kimi insan da var ki, benliğini Allah'ın
rızasını kazanmaya adar. Hiç kuşkusuz,
Allah kullarına karşı pek şefkatlidir."
Buradaki "adamak", satmak anlamına gelir. Bu
insan tipi varlığını tümü ile Allah'a
satar, varlığının hiçbir zerresini geriye bırakmaksızın
onu bütünü ile Allah'a teslim eder. Bu kendini adamanın,
satmanın ardından yüce Allah'ın
hoşnutluğundan başka hiçbir gaye gütmez. Bu satışta
kendisine ayırdığı hiçbir şey yoktur.
Onun arkasında sakladığı hiçbir beklenti
yoktur. Bu satış hiçbir tereddüt ve kaypaklık
taşımayan, hiçbir bedel tahsil etmeyi amaçlamayan,
Allah'tan başkasına hiçbir pay bırakmak
istemeyen tam bir satıştır.
Bu ifade, anlattığımızla aynı sonuca
varan başka bir anlama da gelebilir ki, bu da şudur.
Buradaki "adama" deyimi bu insan tipinin tüm benliğini
her türlü bağımlılıktan azad ederek
arınmış olarak Allah'a sunmak için onu tüm
dünya nimetleri karşılığında
satın alması anlamını taşıyabilir.
Bu durumda varlığı üzerinde Rabbinin hakkından
başka hiçbir hak kalmamış olur. Bu kimse dünya
nimetlerinin tümünü feda ederek varlığını
arınmış olarak sırf Allah'a takdim eder.
Nitekim elimizdeki bazı rivayetler, bu ayetin inişi
ile ilgili olarak bu son yorumla uyumlu bir sebep göstermektedirler.
Bu konuda İbn-i Kesir, ünlü Tefsir kitabında
şöyle diyor:
"Abdullah b. Abbas, Enes, Said b. Museyyeb, Ebu Osman
Nehdi, İkrime ve daha birkaç sahabi diyorlar ki:
- Bu ayet, Suhayb b. Sinan er-Rumî hakkında indi. Olay
şöyle oldu: Suhayb, Mekke'de müslüman olup Medine'ye
göç etmek isteyince müşrikler malını
yanına alarak göç etmesine karşı çıktılar,
isterse malından vazgeçerek göç edebileceğini söylediler.
Suhayb de onların dediğini yaparak müşriklerden
yakasını kurtardı ve malını onlara
bıraktı. Bir süre sonra onun hakkında bu ayet
indi.
Bunun üzerine Hz. Ömer ile birlikte bir grup müslüman,
Suhayb'i, Murre dolaylarında karşılayarak
kendisine "satışın kârlı olsun"
dediler. Suhayb de onlara "Sizinki de. Allah ticaretinizde
zïyan göstermesin" dedikten sonra "Hangi satıştan
söz ediyorsunuz?" diye sordu. Hz. Ömer ve arkadaşları
da ona bu ayetin kendisi hakkında indiğini haber
verdiler."
Ayrıca bizzat Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine
olsun) Hz. Suhayb hakkında "Suheyb, kârlı çıktı"
buyurduğunu öğreniyoruz. Nitekim İbn-i
Murdeveyh'in Muhammed b. İbrahim'e, onun da Muhammed b.
Abdullah b. Murdeveyh'e, onun da Selman b. Davud'a, onun da
Cafer b. Süleyman Dabbî'ye, onun da Avf'a ve onun Ebu Osman
Nehdî'ye dayanarak bildirdiğine göre Suheyb şöyle
diyor:
"Mekke'den ayrılıp Peygamberimizin yanına
göç etmek istediğim zaman Kureyşliler bana `Ya
Suheyb, bizim yanımıza geldiğinde hiçbir malın
yoktu. Şimdi buradan malını yanına alarak
ayrılacaksın. Vallahi, bu asla olmaz' dediler. Ben de
kendilerine `Baksanıza, eğer malımı size
verirsem beni serbest bırakır
mısınız'?' diye sordum. `Evet,
bırakırız' dediler. Bunun üzerine malımı
kendilerine bıraktım, onlar da beni serbest
bıraktılar. Serbest kalır-kalmaz Mekke'den
ayrılarak Medine'ye geldim. Olup bitenler Peygamberimizin
kulağına varınca benim hakkımda iki kere
üstüste `Suheyb kârlı çıktı, Suheyb kârlı
çıktı' buyurdu."
Bu ayet ister bu olay üzerine inmiş olsun, ister
sonradan ona yakıştırılmış olsun,
kuşku yok ki, bir tek olayın ya da bir tek
kişinin çerçevesinden çok daha geniş
kapsamlıdır. Ayet, belirli bir karakterin tablosunu
canlandırıyor, belirli bir insan tipinin ana
özelliklerini tanıtıyor. Sen bu insan tipinin
insanlar arasındaki benzerlerini orada-burada görebiliyorsun.
Ayette tasvir edilen birinci insan tipi münafık, ikiyüzlü,
kötü kalpli, şirret karakterli, amansız düşmanlık
taşıyan ve mayası bozuk bütün insanlara
uyarlanabilir. Tasvir edilen tiplerin ikincisi ise mümin,
ihlâslı, varlığını tümü ile Allah'a
adamış ve hayatın bütün nimetlerini gözden çıkarmış
tüm insanlara uygun düşer.
Bu iki tip insanlar arasında iyi tanınan
örneklerdir. Sanatkârane fırça onları böylesine
veciz biçimde canlandırıyor ve onları gözler
önüne dikiyor. İnsanların bu örnekler vesilesi ile
gerek Kur'an'ın mucizevi niteliği üzerinde ve gerekse
insanları münafıklık ile müminlik kutupları
arasında bu kadar birbirinden farklı yapan ilâhi
yaratış mucizesi üzerinde derinliğine düşünmeleri
isteniyor. Ayrıca yine insanların tatlı söze ve
yağcılığın cazibesine aldanmayarak bu
tatlı sözlerin, yapmacık ses tonlarının, münafıklığın,
ikiyüzlülüğün ve gösterişçiliğin
arkasında saklı olan gerçeği
araştırmaları bekleniyor. Bunların
yanısıra bu iki insan tipi
aracılığı ile iman terazisinde
ağır basan değerlerin neler olduğu
tanıtılıyor.
İSLÂM BARIŞTIR